Güncelleme Tarihi:
Lou Reed’in ağır bir alkolik olduğunu söyleyen Kronstad, daha sonraları uyuşturucuya da başladığını belirtti. Kronstad şunları söyledi:
"1968 yılında Columbia Üniversitesi’nde tanıştık. Ben o sıralar 19 yaşında öğrenciydim. Ona ilk görüşte aşık olmadım, hatta hiç de tipim değildi. Ama ilginç biriydi."
"Çıkmaya başladığımızda Velvet Underground’ın solistiydi. Gruptan ayrıldıktan sonra geçiş dönemine girdi. Bu yıllar Lou'nun kayıp yıllarıdır. Kendisini her zaman destekleyen ailesinin yanına döndü ve babasının şirketinde çalışmaya başladı. Şiirler yazdı ve Harvard edebiyat dergisinde yayınlattı."
"1970’te ailesinin yanından ayrılıp kendi evine çıktı. 1973 yılında evlendik. İlişkimizin başlarında, onun kariyeri için elimden geleni yapacağıma ve hep onun arkasında duracağıma söz verdim. İlişkimiz boyunca 'Lou Reed (1972)', 'Transformer (1972)' ve 'Berlin (1973)' adlarında üç albümle ulusal ve uluslararası turnelere çıktı. İlk ABD turnesinden sonra ben grubun sahne ışık yönetmeni oldum. Konserlerde ışık düzenleme işini çok sevdim. Böylece büyük bir ekip olduk."
LGBT’LERİN SESİ OLDU
"Seyirciler daha önce onunki gibi bir ses duymamıştı. Avrupa ve ABD turnesi çok başarılı geçti. Lou aynı zamanda, epeyce hor görülen ve hakları ellerinden alınmış LGBT toplumunun da sesi olmayı başardı. Ancak 'Walk on the Wild Side' albümüyle her şey değişti. Bu albümle Velvet Underground’daki seviyesini yakalayamadı. Basit bir aşk şarkısı gibi görünen Perfect Day’i bir parkta birlikte yazdık ama şarkının benim için yazılıp yazılmadığını bilmiyorum."
“MENAJERİ GİBİ ÇALIŞTIM”
27 Ekim 2013 yılında akciğer kanserinden hayatını kaybeden ünlü sanatçı, son günlerinde böyle görüntülenmişti.
"Lou'nun menajeri gibi çalıştım. Konser hazırlıklarından sözleşmelere kadar her şeyiyle ilgilendim, onu alkolden de uzak tutmaya çalıştım. Genç omuzlarıma ne kadar ağır bir yük aldığımın farkında değildim. Ben onu gerçekten dinleyen tek kişiydim. Lou bana güvenirdi. 'Transformer' albümünden sonra prodüktörlerle yapılan anlaşmalar gereği birkaç ay içinde yeni albümler yapma baskısı altında kaldı. Bu yüzden alkole daha çok sarıldı. Seyirciler de Walk on the Wild Side’ı sevemedi ve Lou'dan sürekli Velvet Underground’daki parçalarını istiyorlardı. Lou'nun bu noktadan sonra büyük hayal kırıklığı yaşadı. Bir yıldız olmak isteseydi, seyircilere istediklerini verirdi.”
"Berlin albümünün kaydı sırasında neler yaşandığını bilmiyorum. O sırada Lou ağır uyuşturucu kullanmaya başlamıştı. O noktadan sonra yaptıklarına tahammülüm kalmadı. Adeta bir canavara dönüştü. Şöhret bir şeytandır, onu nasıl kullanacağını öğrenene kadar insanı canavara dönüştürür. Ayrılmamızın en önemli sebebi, Lou'nun alkol ve uyuşturucu düşkünlüğüydü."
DESTEĞE İHTİYACI VARDI
"Lou'nun bana işleri için ihtiyacı vardı. Boşandıktan iki hafta sonra yeniden menajerliğine döndüm. Lou değişeceğine dair söz verdi ama değişmedi, belki de değişemedi. Ünlü olduktan sonra aşktan çok yaşam desteğine ihtiyaç duydu. Ben ondan ayrılıp New York’a döndüm, daha sonra Virginia’daki amcamın evinde yaşamaya başladım. 2013’te Lou'nun ölüm haberini aldığımda çok üzüldüm."
REED’İN KIZKARDEŞİ:
ELEKTROŞOK TEDAVİSİ GÖRDÜ
Lou Reed’in kızkardeşi Merrill Reed Weiner, Medium adlı siteye yazdığı bir makalede, kardeşinin ruh sağlığı hakkında bugüne kadar süregelen söylentiler hakkında açıklamalarda bulundu: "Kardeşim Ekim 2013’te akciğer kanserinden öldü ve bundan önce uzun süren bir tetkik ve tedavi dönemi geçirdi. Çocuklukta ailede yaşananların ruh sağlığına zarar verdiği yaygın bir tıbbî görüş. Lou ergenliğinde anti-sosyal ve fobileri olan bir çocuktu. Sık sık odasına kapanıp insanlardan gizlenirdi. Panik atak ve sosyal fobileri onu her taraftan kuşatmıştı. New York Üniversitesi’ndeyken kriz geçirdi ve doktor annemizi, Lou'nun şizofren olmasına yol açtığı için suçladı. Korkuları ve anti sosyalliğini yenmesi için elektroşok tedavisi tavsiye etti ancak bu tedavi hiçbir işe yaramadı. Hatta Lou’yu daha da kaybetmemize yol açtı."