Mutlu olacaksın bunu bil, yeter...

Güncelleme Tarihi:

Mutlu olacaksın bunu bil, yeter...
Oluşturulma Tarihi: Nisan 15, 2017 10:56

Kariyerinde hızla yükselirken birden Amerika’ya yerleşmeye karar verdi. Üstüne evlendi. Ama bunlar onun Türkiye’deki başarılarını olumsuz etkilemedi. Saadet Işıl Aksoy, hâlâ ülkenin önde gelen kadın oyunculardan biri. ‘Vatanım Sensin’ ekibine katılan Aksoy’la buluştuk, Amerika’daki hayatını, dillere destan güzelliğini ve evliliğini konuştuk.

Haberin Devamı

Bir ayağınız Los Angeles’ta... ‘Amerika rüyası’ sizin için ne kadar gerçek oldu?

- Trump’la yıkıldı (gülüyor). Sadece orada bu rüyanın ne olduğunu daha iyi anlama fırsatım oldu.

 Ne demekmiş?

- Özellikle Kaliforniya insana umut veren bir yer. Başarmak istediğiniz şey için çalışıyorsanız, yapabileceğinizi hissettiriyor. Bir yandan da orada kaybetmek çok ağır. Amerikan rüyasını çok güzel satıyorlar. Ne olursa olsun; hayalin peşinden gitmek güzel. Beni hayata bağlayan şey de bu.

 Oradan bakınca buralar nasıl görünüyor?

- İnsan sevdiklerinin yanı sıra anı ve tecrübe biriktirdiği yerleri özlüyor. Bir koku bile burada, hayatınızda ilk defa hissettiğiniz bir duyguyu, köklerinizi hatırlatıyor. En çok bunları özlüyorum.

Mutlu olacaksın bunu bil, yeter...

Haberin Devamı

‘ATATÜRK BENİ TANISA SEVER MİYDİ’ DERDİM

 Peki son dönemde neler canınızı sıkıyor?

- Çok fazla uyaran var: Hayvan hakları, kadın meselesi, çocuk istismarı...  Mücadele çok zorlaşıyor. O yüzden etrafımda insanların duyarsızlaştıklarını görüyorum. Bu da her yere, her şeye yansıyor. Bir haberi bile enine boyuna bakmadan yargılayabiliyoruz. Ama kendimizi yargılamıyoruz. Bir şekilde gerektiği yerde gerektiği gibi tepki vermiyor olmaktan gelen bastırılmışlık o kadar içimize işledi ki en korkutucusu da bu.

 Sizin bastırdığınız şeyler var mı?

- Hepimizin var. Çünkü bununla büyüyoruz. Ne kadar kendinizi özgürleştirmek için çalışıyor olsanız da bütün hayatınız o korkulardan kurtulmaya çalışma çabasıyla geçiyor.

 Korkulardan kurtulmak mümkün mü?

- Korkunun bizi bastırması değil, motive etmesi lazım. Hayranı olduğum dilbilimci yazar Noam Chomsky makalelerinden birinde şunu söylüyor: “Korkularınızla yüzleşin, üstüne gidin, korkularınızı fark ederseniz sizi korkutmaya çalışanlar o kadar başarılı olmayabilirler.”

 ‘Vatanım Sensin’ dizisi için aldığınız teklif mi sizi Türkiye’ye dönmeye ikna etti?

- Burada çalışmadığım zamanlar Los Angelas’a gidiyorum. Aslına bakarsanız, benim için biraz, ‘iş nerede ben orada’ durumu var.

Haberin Devamı

 Ödüllü bir oyuncu olmanıza rağmen bu sefer yan roldesiniz. Bunu kabul etme sebebiniz egonuzun baskın olmaması mı?

- “Egom yok” demek saçma. Bunu benim söylemem de ne kadar inandırıcı olur bilemiyorum. Açıkçası televizyon projeleri için başrol takıntım yok. ‘Karaktere ne katarım, o bana ne katar’ diye bakıyorum.

 Hikâye 1919’da geçiyor. O dönemde yaşamak ister miydiniz?

- Çok nostaljik bir tip değilim. Mesela Woody Allen’ın filmi ‘Midnight In Paris’ filminde herkes geçmişe özlem duyuyordu, sonra geçmiştekilerin de daha eski yıllara özlem duyduğunu görüyorduk. Bunun galiba sonu yok. Hayata böyle bakmak da tam bir klişe.

Mutlu olacaksın bunu bil, yeter...

Haberin Devamı

BU YALNIZLIK BAŞKA GÜÇLERİN İŞİNE GELİYOR

 Peki o günlerden bugünlere; neleri kaybettik, neleri kazandık?

- Yıllar içinde kazandıklarımız da kaybettiklerimiz de çok. Ama en önemlisi naifliğimizi kaybettik.
O kadar çok ‘her şeyi biliyor’ ama aslında ‘hiç bilmiyoruz ki’... Bir de fazlaca bireyselleştik. Bu yüzden bocalıyoruz. Bana en korkunç gelen; teknoloji bu kadar ilerlerken, insanın elindeki güç bu kadar artmışken aynı ölçüde medenileşemiyor olmamız.

 Geriye doğru mu gidiyoruz?

- Hâlâ çok ilkel yaratıklarız. Aslında ideal bir dünyada teknoloji ilerlerken, insanların kafa yapılarının açılmış olması, medenileşmiş olmaları lazım. Ama temelinde insana baktığınızda ortaçağdaki insandan çok farkı yok. Tabii aynı zamanda yalnızlaşıyoruz. Bu yalnızlık başka güçlerin de işine geliyor. Biz yalnızlaşırken aynı ölçüde bencilleşip birlik olmanın, birbirine arka çıkmanın önemini göz ardı ederken, birileri dünyayı istedikleri şekilde yönetiyor ve biz hoşumuza gitmeyen bir durum olduğunda bunu değiştirmek için bir araya gelmekten aciz hale geliyoruz. Sadece sosyal medyada birkaç paylaşım yaparak sorumluluğumuzu yerine getirmiş hissediyoruz.

Haberin Devamı

 Dizide sizi en çok etkileyen Atatürk sahnesi olmuş. Nasıldır Atatürk’e bakışınız...

- Küçükken hep “Atatürk tanısa beni sever miydi” diye düşünürdüm. Hep onun seveceği gibi biri olmak isterdim. Beni etkileyen bir hikâyeyi anlatayım: Bir grup genç, öğrenim görmeleri için yurtdışına gönderiliyor. Savaş dönemi vatanı bırakmak çok zor. Atatürk onlara bir telgraf çekiyor: “Sizi kıvılcım olarak gönderiyorum, volkan olarak dönünüz” diye. Tam onların gitmesek mi diye şüpheye düştüğü anda birçok şeyle uğraşması gereken bir devlet adamı böyle bir mesaj yolluyor. Yarı yurtdışında, yarı burada yaşadığım için bu hikâyenin içimde çok büyük bir etkisi vardır.

Haberin Devamı

UMARIM HAYAT BÜTÜN KIZ ÇOCUKLARINA BENİMKİ GİBİ BİR BABA NASİP EDER

Hayata güzel doğmak nasıl bir şey?

- Kendime hiç öyle bakmadım. Hayata güzel/zengin/zeki/yetenekli doğmak... Hepimiz bir şeyle doğuyoruz, sonra onunla nasıl yol aldığımız belirleyici oluyor.

Sizin belirleyiciniz ne kadar seçimler, ne kadar tesadüflerdi?

- Yüzde 50, yüzde 50. Birçok küçük kız, oyuncu olmanın hayalini kurar. Ben de onlardan biriydim. Ama “Bu yolda yürüyeceğim” gibi bir bakış açım yoktu. Üniversitede yapmaktan mutlu olduğum şey mesleğim oluverdi. Şöhret olmak gibi değil ama hayalini kurduğum görüntüler vardı kafamda. Ve bir şeyler başardıkça o görüntülerin gerçekleştiğini fark ettim.

12 yıl önce ilk setine giden Saadet’le karşılaşsanız ona ne derdiniz?

- Ne desem o bildiğini okurdu. “Mutlu olacaksın, bunu bil yeter” derdim.

Babanız emekli başkomiser, anne emniyet müdürü ve iki abi... Baskıcı bir aile miydi sizinki?

- Hiç değildi. Umarım hayat bütün kız çocuklarına öyle bir baba nasip eder. Annem de genç yaşından itibaren kendi ayakları üzerinde duran, rol modelim olan bir kadındı. Tabii gençlik zamanlarında iki abinin “Nereye gidiyorsun” gibi dertleri oluyor ama yetişkin olduğumuzda onlar da hep benimle gurur duydu.

Dört yıl önce babanızı kaybettiniz. Ölüme dair ne öğrendiniz?

- Beni çok etkiledi. Gerçekten bir yetişkin olduğumu anlamama neden oldu. Başımın çaresine bakmam gerektiğini öğrendim. Orada biri var ve bana bir şey olmaz diye düşünmek o kadar rahatlatıcıymış ki...

BUNLARI PSİKOLOĞUMLA KONUŞURUM HAKAN, SENİNLE DEĞİL!

Size bakınca “Saadet insansa ben neyim” diye düşünüyorum… Bu mükemmelliğin bizim bilmediğimiz defoları var mı?

- Herkes gibi benim de var. Ama onları bir röportajda söylediğimde ne kadar anlaşılır bilemiyorum. Bunları istersem psikoloğumla konuşurum Hakan, seninle değil.

Neler sizi çileden çıkarır?

- Haksızlığa ve adaletsizliğe tahammül edemiyorum.

Ne sizi katılana kadar güldürür?

- Yakın arkadaşım Ezgi Mola. Kardeşim gibidir. Pamir’le de (eşi Pamir Kıraner) çok gülüyorum.

Neye ağlarsınız?

- Çok ağlarım. En son ‘This Is Us’ isimli dizinin bir bölümüne ağladım.

İki farklı ülke arasındaki yaşam evliliği nasıl etkiliyor?

- Bu bizim gerçeğimiz. Eşim Pamir endüstriyel tasarımcı ve birçok farklı sektörde çalışıyor. Aynı yerdeyken, her anımızı birlikte geçirebiliriz ama ayrı yerlerdeyken kendi hayatlarımıza odaklanabiliyoruz.

Evleneli iki sene oldu. Neler değişti?

- Öncesinde de dört senelik bir birlikteliğimiz vardı. O yüzden bir şeyler değişti gibi hissetmiyorum. Uzun yol arkadaşlığımızın tadını çıkarıyoruz.

Neydi sizi vuran eşinizde?

- Bazı arkadaşlarım hep “Biriyle tanışacaksın ve farklı bir şey hissedeceksin” derlerdi. Gerçekten öyle oldu. Pamir’le kendimi gerçekten çok güvende hissettiğim bir dönem oldu. İlişki evrildikçe de güven duygusu iyice içime işledi. Daha önce de söylediğim cümleyi tekrarlamak istiyorum: O sadece benim duyabildiğim bir şarkı söylüyordu, şimdi her yeni gün, yeni her şarkıyı birlikte söylüyoruz.

 

 

BAKMADAN GEÇME!