Güncelleme Tarihi:
Sevgili dostum, bir çocuk büyütmenin en anlamlı taraflarından biri de şu: Onda kendi benzerliklerini görebiliyor musun? Kızım büyüdükçe, onda kendimi görüyorum ve bu hoşuma gidiyor. Tabii ki beni aşsın istiyorum, benim yaptığım hataları yapmasın, o ayrı. Ama genel olarak benden ve babasından bir şeyler aldığını görmek harika bir duygu. Hayatta başka hiçbir şeye harcanmayacak bir emek: İnsan yetiştirmek! Acısıyla tatlısıyla, güzellikleriyle hatalarıyla bir insan yetiştiriyorsun düşünsene, senin ağzının içine bakıyor.
Tüm bunlar nereden aklıma geldi peki? Kızıma üç gecedir Küçük Prens’i okuyorum. Sana yazmak da oradan aklıma geldi zaten. Unutmuşum, yıllar olmuş okumayalı. Bende İş Bankası baskısı vardı. Babamdan kalma eski bir baskı. Sonra bir de üniversitede hediye gelmişti bana. Yeni baskısı... O dönem okudum mu hatırlamıyorum. Kızım Yağmur kitabın ilk sayfasına “8 yaşımda okuyacağım bunu” yazdı geçen sene. Kendisi için uygun olmadığını düşünüyordu o zaman. Yediyi doldurdu, başladık okumaya velhasıl. Yağmur uyusa da ben devam ediyordum içimden okumaya. Ama ertesi gece soruyor, orda kalmamıştık diye :=) Acele ediyorum bitirmek için. Çok hoşuma gidiyor; tabii bazı cümleleri onun anlaması için yuvarlıyorum. Bir iki sene sonrası için daha uygun gibi ama onun anlayacağı şekilde yalınlaştırıyorum cümleleri okurken.
ŞU BÜYÜKLER ÇOK TUHAF
Gezegenleri geziyor Küçük Prens dün bıraktığımız yerde. “Ayyaş ne demek” diye sordu Yağmur; anlattım bir şekilde. Kendine hayran adam var, feneri yakıp söndüren adam var, yıldızlara sahip olmak isteyen adam var. Ben de Küçük Prens gibi en tehlikesizin fenerci olduğunu düşündüm, kendinden başka bir şeyi ‘daha çok’ düşündüğü için... Gözlerim doldu. Bir Türk gökbilimciden söz etmiş, sen hatırlıyor musun; ben unutmuşum o bölümü. Kıyafetlerini modern hale getirince insanlar onun sunumunu daha dikkatle dinlemişler. Biraz oryantalist geldi bana ama ne de olsa yazar Saint-Exupéry dedim, vardır bir bildiği, insanları dış görünüşe takıldıkları için eleştirdiğinden yazmıştır.
Yağmur, “Konudan konuya geçiliyor, tam olarak öykü hangisi” diye sordu. Ben de “Küçük Prens önce kendi gezegenindeydi” dedim. Konuklarıyla, çiçeği ve volkanlarıyla maceraları vardı. “Şimdi de diğer gezegenleri geziyor” dedim, “Sonraki sayfalarda Dünya’ya gelecek” dedim. Bir sonraki akşama dek o bölümü heyecanla beklesin diye böyle söyleyip heyecanlandırdım.
Her gezegen ziyaretinden sonra “Şu büyükler çok tuhaf” demesi, Yağmur’un kitaba bağlanmasını sağladı bence. Öykü, pilotun Küçük Prens ile karşılaşmasından itibaren çocukların gözünden bakıyor yaşama. Kitabı yetişkin yaşında yazan yazarın hem çocuklara hem büyüklere ithafta bulunması ama eseri bir çocuğun bakış açısına indirgemesi güzel bir başarı zaten. Kızım tek kişilik gezegen, atmosfere bakan çiçek resmi, boğa yutmuş yılan resmi gibi detayların ironisini anlamakta zorlandı ama alışacaktır. Kavramları ve nesneleri kendi algısıyla ve çevreyle birleştirmeye alışmalı mutlaka.
İşte böyle dostum. Yağmur’un can kulağıyla beni dinlediğini görmek, gözlerindeki parıltıyı hissetmek beni heyecanlandırdı, mutlu etti, duygulandırdı. Kim bilir daha benim sevdiğim nice kitapta, onun sevindiğini görmek beni duygulandıracak. Günümüzün çocukluk kavramı tabii ki bizim zamanımızdaki gibi değil. Daha çok seçenek, daha çok tüketim, daha çok kararsızlık var. Hele ki elektronik yayıncılık çağında, kitapların kokusu azalmaya yüz tutmuşken... Bizim zamanımızda fazla seçeneğimiz yoktu, annemizle babamızdan, arkadaşlarımızdan başka özenecek bir şey yoktu. Şimdi büyük marketler, oyuncak dünyaları, internet ve televizyon bile bu yaştaki çocukları büyülüyor. Ama biz ve bizim gibiler kitapların büyüsünü, hayallerin dünyasını onlara zorla da olsa tercih ettirtmeliyiz. Hayalimize devam ettikçe, Yağmur ve arkadaşları daha güzel bir dünyayı okuyacaklar kalpleriyle... Darısı başına, sevgi ve dostlukla...