Güncelleme Tarihi:
Geçen sezon başlayan dizilerden Karagül’ün peşinde bir çok kanal olduğuna, buna rağmen Fox TV’de kaldığına dair haberler belki sizin de gözünüze çarpmıştır. Gerçekten de bir çok açıdan “yenilik” içeren, bildik bir türü (“ağalı-konaklı” diziler diye bilinen) yeniden canlandıran, yayınlandığı kanalı anaakımda bir üst sınıfa taşıyan, izleyiciyi ilginç bir şekilde ekrana bağlayan bir dizi oldu Karagül. Öyle ki, yine bu sezon başlayan diğer bir pırıltılı işi (iyi bir “uyarlamanın” nasıl yapılması gerektiğini gösteren Medcezir) zamanla geçmeye, AB Grubu dışında nal toplattırmaya başladı. Dizi başladıktan bir süre sonra yazdığım bir değerlendirmede (Radikal İki, 24 Kasım 2013) Karagül’ün, “Asmalı Konak” gibi bir tür “şehirli” fantazisiyle yazılmadığını, geleneksel değerlerle modern hayatı “uzlaştırmayı” denemediğini, aksine çok koyu bir “pervasızlıkla” bir doğu hikayesini ekrana getirmekte olduğunu vurgulamıştım. Acımasız ağalar, çok eşlilik, gaddar ve erkek-egemen kadın üstünde tahakküm kuran bir dünya ve bu dünyaya mecburen “düşen” bir İstanbul’lu anne (Ebru) ve kızları (Maya ve Ada).
Bir bakıma, klasik Yeşilçam geleneğinde sıkça çekilen, olabildiğince abartılı bir dille anlatılan “feodal doğu” hikayelerine benziyordu Karagül ama önemli bir üslûp farkı da vardı. Bir kere dizinin ana karakteri bir anti-kahraman olarak resmediliyordu ve etrafında ona direnebilen kimseler yoktu, sürekli bağıran, tehditler yağdıran Kendal Ağa’nın açık ya da simgesel şiddetinden herkes nasibini alıyordu. Evin yaşlısı Kadriye Ana’nın gücü de bir yere kadardı, Kendal’ın şiddet salvolarını bazen durdurabilse de neticede evin “ağası” olan oğlu karşısında çoğunlukla susmak zorunda kalıyor, töreye, erkek-egemen iktidara boyun eğiyordu. Rakipsizdi anti-kahramanın gücü ve ona direnmeye çalışanların hiçbiri (Ebru dahil) ana karakter olarak öne çıkamıyordu.
İKİ RAKİP KARAKTER
Ama dizi ilerledikçe, görünmese de aslında karşısında biri olduğu hissedilmeye başlandı. Güç için, para için, iktidar için bizzat Kendal, yani abisi tarafından öldürülen (bunu izleyici biliyordu sadece, aslında ölmemiş olabileceği de baştan ona sezdirilmişti) Murat’ın şerri temsil eden Kendal’ı durdurabilecek tek güç olarak öne çıktı. Bir “hayalet” karşı karakter! Ancak, son bölümlerde yüzünü görebildiğimiz, bir çok yardımcısıyla Kendal’ın hayatını zindana çeviren, rüyâlarını kâbusa çeviren bir intikam üstâdı!
Bu noktada durup, tıkanmaya başladığı anda devreye girerek ölmekte olan bir türü yeniden canlandıran Spagetti Western’leri hatırlamak gerekiyor. Bir kaç gün önce vefat eden, bu türün en ünlü filmlerinden biri olan İyi, Kötü ve Çirkin’in “kötü”sü Eli Wallach’ı hatırlamayan var mıdır acaba? Ama esas hatırlanan tabii ki “iyi”yi oynayan Clint Eastwood ve “kötü” Lee Van Cleef olmalı. Bu filmi özellikle hatırlamak gerekiyor Karagül’ün sırlarını birazcık olsun aralamak için. Spagetti Western diye bilinen ve özellikle İtalyan yönetmenler tarafından çekilen bu filmlerdeki en önemli icatlardan biri, birbirlerine rakip “iki” ana kahraman yaratılmasıdır. Clint Eastwood kadar Lee Van Cleef de önemlidir ve aslında tam anlamıyla “iyi” bir kahraman (Eastwood, sadece diğerlerine göre “iyidir”, gerektiğinde adam öldürmekten asla geri durmaz) yoktur, olunmaz. Böylece, hem aksiyon artar, hem de potansiyel izleyicinin sayısı ikiye katlanır.
‘İNTİKAM’ TEMASININ İŞLENİŞİ
Bir başka benzerlik, Spagetti’lerin hemen hepsinin bir “intikam” teması etrafında anlatılarını kurmalarıdır. Örneğin, bir başka klasik film olan Bir Kaç Dolar İçin’deki siyahlara bürünmüş “ödül avcısı”nı oynayan Lee Van Cleef’in esas derdi ödül değil, kızkardeşinin önce ırzına geçip, sonra da katleden hayduttan intikam almaktır. Böyle düşününce, Karagül’ün asıl öyküsünün tam da bu olduğunu, feodal anlatının intikamı iyice katmerleştirdiğini, oğlu olduğu için herşeye “evet” diyen bir yaşlı kadının ancak ne zaman intikam peşine düşebileceğini keşfederiz. Sezon finalinde, Kadriye Ana bir elinde baston, öbüründe tüfek oğlunu öldürmeye Fırat’a kadar yürütürken tercih edilen görsel dil, yakın plan çekimleri, kullanılan müzik düşünülünce, hele bir de öldüreceği oğluna mezar kazdırınca, basbayağı mitolojik bir anlatıya dönüşen bir tür Spagetti Doğu hikayesiyle karşı karşıya olduğumuzu anlarız. Oğlunun abisi tarafından öldürüldüğünü anladığında “annelik” sona erer. Anne, düzenin, geleneğin, ailenin yıkılmasına isyan etmiş, oğlunu katletmeye karar bir “cellat” değil belki ama, bir “intikam meleğine” dönüşmüştür.
İntikam, Spagetti’lerde de insanları obsesif yapar, Murat’ın yaşadığını kimselere söylememesini (sadece Kendal’ın terörüne yenilenerek üzüntülere boğulan kız kardeşine söyler-- bir tür hayat öpücüğü) başka nasıl anlarız; ya da fırtınalı, gökgürültülü bir gece (tipik bir Spagetti Western sahnesi), konağın içine girerek sevdiklerine gözyaşı içinde bakmasını? İntikamı katmerli olsun diye, olabilecek en akıldışı sahneleri (Kendal’ın ofisine mezartaşı yollaması, mezar çukurunu kazdırması gibi) hazırlamasını? Zaten “mezar” motifi Spagetti’lerin olmazsa olmazıdır. Örneğin, Sergio Corbucci’nin ünlü filmi Django’da (France Nero’yu bir uluslararası yıldıza dönüştüren film) ana kahramanın kılığı bir cenaze evi sahibinden farklı değildir, görevi de düşmanını sonunda diri diri mezara gömmek. Son olarak müziklerdeki benzerlikten de söz etmeden olmaz herhâlde. Dizinin müziklerini yapan Fırat Yükselir’in jenerik için bestelediği müzik ve dizideki kullanım akla kolayca Spagetti’lerin ünlü bestecisi Ennio Morricone’yi getiriyor.
TİPİK AĞALI KONAKLI BİR DİZİ DEĞİL
Tabii ki, senaristin ya da yapımcının işe bir tür “Spagetti Doğu” dizisi çekeceğiz diye başladığını iddia edecek değilim, ama şurası da aşikâr ki Karagül için tipik bir “ağalı-konaklı” dizi de diyemeyiz. Aksine, 1960’lı yılların Türkiye’sinde bir anlam ifade eden, köyden kente göçün çok daha “hatırlanır” olduğu, henüz köylü nüfusun memletin çoğunluğunu oluşturduğu yıllar ile 2010’ların Türkiye’sini karşılaştırmak da sosyolojik olarak mümkün değil! Demek ki, nasıl Spagetti dönemi Western türünde çok daha geç bir dönemine tekabül ediyorsa, nasıl “abartılı” stiliyle aslında Western’in bittiğini, meselenin artık onun içindeki mitolojik temaları (intikam, obsesyon, arzu, kin gibi) öne çıkartarak çok daha global izleyiciye seslenmek olduğuna işaret ediyorsa, Karagül belki de bize aslında eski usul doğu hikayelerinin sona erdiğini söylüyor. Nasıl Spagetti Western devri, Sergio Leone’nin o çok uzun filmi Bir Zamanlar Batıda (Batıda Kan Var diye de bilinen) ile “kapanmışsa”, Karagül’de yıllarca sürecek (bana öyle geliyor) bir dizi olarak ekranlarda “doğunun” hikayesini sonlandırabilir. Dikkat edilirse, “ekranlarda” diye özellikle altını çiziyorum, yoksa feodalitenin, erkek-egemen dünyanın bu ülkeden öyle kolayca gitmeye niyeti yok.
“Bir Zamanlar Doğu’da” tadında hikayelerle, o dünyanın “doğrularını” normalleştirerek anlatmanın bu hayata tek “katkısı”, o dünyayı “muhafaza” etme arzusundan öte değildir. Konaktaki tek genç erkek olan Baran’ın (erkek olmanın “geleceği” denebilir) içinde yaşadığı çelişkiler bu hâlin, bu çıkmazın tipik bir örneği. Kendisi bir kıza aşık olabilirken, bunu kızkardeşine asla “uygun” görmüyor, ona aşık olan genci dövmeye kalkıyor, öldürmekle tehdit ediyor. Muhafaza edilmek derken kastettiğim tam da bu!