Güncelleme Tarihi:
AYNI ŞİŞEDEN İÇMEKTEN KAÇINMALI MIYIM?
KISA CEVAP: EVET
İçecek ve salya karışımının paylaşılan içeceğe akması durumunu anlatan “geri yıkama” sözcüğü 1980’lerin ortasından beri kullanılsa da, bu tiksinti verici durumla ilgili tartışmalar yüzyıllardır sürüyor. Örneğin eski İslam bilginleri birisi içtikten sonra bir kapta kalan sıvının (Arapçada buna su’r deniyor) abdest almada kullanılacak kadar temiz olup olmadığını tartışmışlardı. Bugünlerde ise böyle eski tartışmaları sonuca kavuşturmak için pozitif bilimlerden yararlanıyoruz.
***
YERE DÜŞEN BİR YİYECEĞİ HEMEN ALIRSAK YİNE DE MİKROP KAPMIŞ OLUR MU?
KISA CEVAP: HIZINIZA VE DÜŞTÜĞÜ YERE BAĞLI.
Çok açsınız ve elinizde muhteşem bir hamburger tutuyorsunuz. Tam ilk ısırığı aldığınız anda birisi yanlışlıkla kolunuza çarptı, hamburgerinizi yere düşürdünüz. Ne yapardınız? Yani sinirlenmek ve hayal kırıklığına uğramak dışında. Hamburgeri hemen yerden alıp, hiçbir şey olmamış gibi kaldığınız yerden devam eder miydiniz?
Aslında bu durumda “5 saniye kuralı” geçerli oluyor. Biz yine de almamanızı öneriyoruz. 5 saniye kuralına göre; yere düşen bir yiyeceği 5 saniye geçmeden önce almayı başarırsanız, yerde bulunan bakterilerin yiyeceğe geçebilecek vakitleri olmuyor. Peki bu doğru mu? Araştırmalar, yere düşen bir yiyeceğin 1 saniye sonra bile bakteri içeren duruma gelebildiğini gösterdi. Ama bu biraz da bakterilerin cinsine bağlı. Yiyeceğinizi nispeten temiz olduğunu düşündüğünüz bir yere düşürdüyseniz ya da halının üstüne düştüyse birkaç saniye içinde almanız onu kurtardığınız anlamına gelebilir. Bakteriler, halı gibi yüzeylerde hemen transfer olamıyorlar. Ama bu kuralın geçerli olması için halıya düşen yiyeceğin kuru olması gerek. Düşürdüğünüz yiyecek çevresine su salıyorsa, ahşap ve laminat yüzeylerde bu süre daha da uzayabiliyor. Örneğin ısırılmış ve suyu akmış bir elma düştüyse 3 saniye gibi kısa bir sürede almayı başarmanız, onu kurtarmış olmanızla sonuçlanabilir. Ancak yine de belli olmaz. Çünkü düşürdüğünüz zeminde hangi bakterilerin olduğunu bilemezsiniz. Bazı patojenler öyle hızlı hareket ediyor ki yiyeceğiniz düştüğü anda ona hücum edebiliyorlar.
***
NEDEN İZLENDİĞİMİ HİSSEDİYORUM?
KISA CEVAP: BEYNİNİZ MUHTEMELEN TERSİNE MÜHENDİSLİK YAPIYOR.
1898’de Cornell Üniversitesi’nin önde gelen psikologlarından olan Edward Titchener “izlenme hissinin” nevrozun bir sonucu olduğunu ispatlamak için öğrencileri üstünde birkaç basit test uyguladı. Sonuçlar gerçekten de onu buna inandırmıştı. Fakat o günden beri, işin içinde sırf panik duygusunun olmadığını öğrendik.
“İzlenme” paranoyası birkaç etmenden kaynaklanabilir. Bunlardan biri doğrulama sapması. Yani, döndüğünüz ve birinin size baktığını gördüğünüz anları hatırlıyorsunuz. Ama kimseyi görmediğiniz anları unutuyorsunuz. Ya da birisi gerçekten sizi izliyor olabilir ama sandığınız nedenden ötürü değil. Ani bir hareket bir yabancının gayriihtiyari bakmasına yol açabilir. Tabii çok gelişmiş hayal gücünü de yabana atmamalı. Söz gelimi, bilincinize girmeyecek kadar hafif, ama beynin hafıza, karar verme ve duygusal tepki kısmından sorumlu bölgesi olan amigdalayı etkinleştirecek kadar da yüksek bir ses işitmiş olabilirsiniz. Bunun üzerine beyniniz o sesi açıklamak için bir hikâye yazıyor. “Kimileri için bu his o kadar kuvvetli ki, gerçek bir şeymişçesine açıklama ihtiyacı hissediyorlar” diyor Waterloo Üniversitesi’nden emekli psikoloji profesörü James Allan Cheyne.
Aynı mekanizma, tipik duygu ve düşüncelerde bölünmeler, sanrılar ve hezeyanlar yaşayan paranoyaklarda abartılı biçimde çalışıyor olabilir. “Çoğu patolojiler uç noktadaki durumlardır,” diyor Cheyne. “Hepimizin her zaman yaşadığı şeylerin abartılı halleridir.”
***
GELECEĞE DOĞRU ZAMAN YOLCULUĞU YAPSAK KENDİMİZLE KARŞILAŞABİLİR MİYİZ?
KISA CEVAP: YAPABİLİRSENİZ, EVET. AMA TAVSİYE ETMİYORUZ.
Geleceğe doğru zaman yolculuğu yapmak mümkün mü, bilmiyoruz. Elimizdeki bilimsel veriler, bir yolunu bulabilirsek geçmişe doğru yapabileceğimizi ama geleceğe gitmenin mümkün olmadığını gösteriyor. Yine de diyelim ki bunu başardık, 30 yıl sonrasına gidip gelecekteki kendimizle karşılaşsak ne olurdu? Bu konuyu hedef alan bilim-kurgu filmleri genelde gelecekteki bizle karşılaşmanın sakıncalarından bahseder. Çünkü böyle bir durum zaman paradoksuna yol açacaktır. Bilimsel anlamda değerlendirirsek, bunun gerçekten bir zaman paradoksu yaratıp yaratmayacağını bilmiyoruz. Elimizdeki teorilerin kanıtlanması imkânsız olduğu için ancak üzerinde biraz kafa yorup, neler olabileceğine dair yorum yaparak cevap üretebiliriz. Zaman paradoksunun en güzel örneği büyükbaba paradoksu olarak bilinir ve şu soruyu sorar: Zamanda geriye gidip büyükbabanızı, babanız doğmadan önce ziyaret etseniz ve onu öldürseniz ne olur? Bu durumda babanız hiç doğmayacak ve sizin de yaşama şansınız olmayacaktır. Ama doğdunuz ve geçmişe giderek büyükbabanızla karşılaştınız. İşte paradoks bu noktada ortaya çıkıyor.
Bazı fizikçiler, zaten doğmuş olduğunuz için geçmişi değiştiremeyeceğinizi söylüyor. Sizin zaman çizginiz sabitlendi ve büyükbabanızı öldürmeniz mümkün olamaz. Başka bir deyişle, bir zaman paradoksuna yol açacak hiçbir şey yapamazsınız. Ancak gerçeğin çoklu katmanlardan oluşan karmaşık bir yapı olduğunu söyleyenler de var. Kuantum mekaniği temel alınarak yapılan açıklamalarda bu soruna farklı yaklaşılıyor. Tek bir zaman çizgisi olmadığını, sonsuz sayıda paralel gerçeklik düzlemlerinin var olduğunu düşünün. Böyle bir durumda, zaman paradoksu yarattığınız anda yaptığınız şey, hayata bambaşka bir zaman çizgisinden devam etmenizi sağlayabilir. Yani büyükbabanızı öldürebilir ve oraya gitmeden önceki halinize bir daha geri dönemezsiniz. Çünkü o zaman çizgisinde hiç doğmamış olacaksınız. Ama onu öldürdükten sonra, hayata kaldığınız yerden yepyeni bir siz olarak devam edebilirsiniz. İşte gelecekteki kendinizle karşılaştığınızda da ortaya çıkabilecek senaryolar bunlara benziyor.
***
LİSAN ÇEŞİTLİLİĞİ NASIL OLUŞTU?
KISA CEVAP: YENİ TEORİ, ÇEVRE KOŞULLARININ FİZİKSEL ÖZELLİKLERİNE BAĞLI OLARAK OLUŞTUKLARINI SÖYLÜYOR.
Dilbilimciler de bu soruya yanıt arıyor çünkü dünyada çok fazla dil var. Yeni bir araştırma, lisan farklarının çevresel koşullara bağlı olarak oluştuğunu önermekte. ABD ve Fransa ortaklığında yapılan araştırmada dünya dillerinden 628’i incelendi.
Araştırmacılar her bir lisandaki sesli ve sessiz harflerin kullanım sıklığını inceleyip, elde edilen veriyi o dilin konuşulduğu iklim ve çevre koşullarıyla kıyasladıklarında ses ve hecelerle bu faktörler arasında ilginç bir ilişki olduğunu tespit ettiler. Örneğin yıllık ortalama sıcaklık, yağış miktarı, dağların sayısı ve ağaçların miktarı gibi değişimler, konuşulan dilin yapısını belirliyor olabilir. Araştırmayı yöneten bilim insanları bu durumu “akustik adaptasyon” olarak tanımlıyorlar. Teori şöyle söylüyor; sağlıklı iletişim kurabilmek için sesimizi karşıdaki insana en doğru şekilde ulaştırmamız gerek. Yüksek frekanslı sesler olarak tanımlanan sessiz harfler, ormanlık alanlarda daha kolay bozuluyor çünkü bunları söylerken yaydığımız ses dalgaları çevredeki ağaçlar nedeniyle düzgün yayılamıyor. Yüksek sıcaklıklar da havada dalgalanma oluşturduğu için ses dalgalarının yayılması üzerinde olumsuz bir etkiye sahip ve sessiz harflerin böyle bir ortamda duyulması zorlaşıyor. Araştırmada, sıcak iklime ve yoğun ormanlara sahip bölgelerden yayılmış dillerin, diğerlerine oranla daha az sessiz harf içerdiği görüldü. Bu lisanlarda sesli harflerin kullanımı da değişime uğrayıp baskın hale geliyor.
Akustik adaptasyon teorisi kuşlara uygulandığında da aynı sonuçlar alınmıştı. Sıcak iklimlerde ya da ormanlık alanlarda yaşayan kuşlar, seslerini bulunduklara bölgeye göre ayarlayıp frekansı değiştiriyorlar.
popsci.com.tr tarafından hazırlanmıştır.