Güncelleme Tarihi:
Gazetecinin Ölümü’ ve ‘Kara Muska’. Gazetecilerin roman kahramanları çoğunlukla yine gazeteciler oluyor. Bu kadar çok hayata tanıklık ediyoruz ama başka birinin gözünden değil, hemen hep kendi mesleğimizin gözünden bakıyoruz. Neden sizce?
- Çünkü gazetecilik sadece bir meslek değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı. Sevmeden, tutku olmadan yapılamayacak kadar talepkâr, yorucu ve sürükleyici bir iş. Gazetecilik hayatınızın tüm alanlarına sızar ve egemenlik kurar. ‘Gazetecinin Ölümü’ ve ‘Kara Muska’daki başkarakter Selin Uygar da bu mutlak egemenliğin altında yaşayan, hayatını ona göre şekillendiren biri. Haber ona göre aşktan, dostluktan ve hayattan daha önde. Cinayetler bile onu durdurmuyor. Ancak ikinci romanda Selin kendini ve mesleğini sorgulamaya başlıyor. Bir karakter olarak kadın bir gazeteci seçmemin nedeniyse polisiye edebiyatta polis, özel dedektif, emekli amir gibi sıklıkla tekrarlanan ve yoğun olarak erkek karakterlerden sıkılmış olmam. Vahşi siyaset dünyasını bir kadının gözünden, cinai kurgu içinde anlatmaya çalışıyorum.
‘Her şeyden önce gelen’ gazeteciliği siz nasıl seçtiniz?
- Ben tesadüfen gazeteci olanlardanım. Brüksel’de ekonomi-politika doktorası yaptığım dönemde Türkiye-AB ilişkilerinde ciddi bir yakınlaşma yaşanıyordu. Belçika’ya Avrupa Birliği üzerine yüksek lisans yapmak için gitmiştim. Akademik çalışmaların giderek reel-politikayı yakalama ve aktarma konusunda yetersiz kaldığını düşünüyordum. Önce Dünya gazetesine yazılar göndermeye başladım. Ardından Cumhuriyet’e. Bir yıl sonra kronik anlamda haber bağımlısı olmuştum.
Sonrasında yurtdışındaydınız, halbuki bu ülke haberciler için tırnak içinde cennet (!) değil mi?
- Yurtdışında başladım, öyle de devam etti. Evet. Türkiye gazeteciler için haber cenneti olabilir. Ya da cehennemi. Baktığınız yere bağlı. Ancak basın özgürlüğünün yerde süründüğü bir ülkede ne kadar gazetecilik yapılıyor, bilemiyorum. Gazetecilik tarafsız haber verme hizmetinden çok siyasi bir pozisyona dönüştü ne yazık ki. ‘Kara Muska’ Türk medyasının içinde bulunduğu duruma da bir eleştiri getiriyor. Türk medyasının vardığı noktaya, kirli ilişkilerine, güç ve sermaye paylaşımına ışık tutuyor.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE KADIN HAKLARI
Bizim mesleğin hali, yaşadığınız Londra’dan pek vahim görünüyor sanırım...
- Bu söylediğim pek çok kişinin hoşuna gitmeyecek ama Türkiye gelişen Batılı bir demokrasi gibi değil, giderek tahmin edilemez bir üçüncü dünya ülkesi gibi görünüyor. Bunun iki kıstası var bence: İfade özgürlüğü ve kadın hakları. İkisinden de sınıfta kalmış durumdayız.
Selin’i ilk ‘Gazetecinin Ölümü’nde tanıdık. O zaman Washington’da haber peşinde koşan bir gazeteciydi. Şimdi İstanbul’da. Onu buraya neden getirdiniz?
- Türkiye’de muazzam siyasi ve sosyal bir dönüşüm var. Vicdanen kabul edilebilir ve mantıkla açıklanabilir her şey gözümüzün önünde parçalanıyor ve yağmalanıyor. Siyaset, eğitim, ahlak, ekonomi, insan ilişkileri ve bu gibi pek çok alanda... Bu dönüşüm dış politikada da yaşanıyor. Dost bildiklerimiz düşman, düşmanlarımız dost oldu. İstanbul dünya siyasetinin göz ardı edemeyeceği bir politika ve suç mozaiği barındırıyor şu sıralar. Yabancı ajanlar, gazeteciler, Ortadoğu’nun kaçak politikacıları, radikal İslamcılar, Suriyeliler, mafya, insan kaçakçıları.. Ne ararsanız var. Selin Uygar’ın İstanbul macerası bu dünyanın ortasında geçiyor. Karanlık tarafa ve görmek istemediklerimize pencere açıyor.
Sinan karakteri hâlâ sokaktan haber çıkarmaya çalışan bir gazeteci türü. İnternet sitesinde büyük bir ciddiyet ve merakla işini yapıyor. Burada bir şey demek istiyorsunuz değil mi?
- Kitaptaki Sinan karakteri Türkiye’de sayıları oldukça azalmış gazeteci türüne işaret ediyor. Konfor, statü ve yüksek maaşı elinin tersiyle iten ve sokaktan haber çıkaran kaç gazeteci kaldı bugün?
Selin çok iyi bir gazeteci ve fakat bir habercinin haberin kendisi olması meselesi de var. Tehlikeli sularda gezinen her gazetecinin kaderi midir bu?
- Evet. İyi bir noktaya değindiniz. Mesleki anlamda bir gazetecinin başına gelebilecek en kötü olaylardan biri haber olmak. Ama bizimki gibi ülkelerde iyi habercilerin başına sıklıkla gelen bir şey bu.
Her iki romanda da Selin manşetlerden düşmüyor, tarafsızlığı sorgulanıyor, ajan olmakla suçlanıyor, istihbarat peşini bırakmıyor. Tanıdık geliyor değil mi?
- Devlet, polis, MİT ve medya arasında dönen oyunların içinde ölümle yüz yüze geliyor. Siyaset ve cinayet çarkı onu yavaş yavaş eziyor. Bir süre sonra da mesleki yeteneklerini kullanamaz oluyor. Biri kafanıza silahı dayamışsa ne kadar tarafsız olabilirsiniz ki!
HALKIN YARISI DİĞER YARISINI İSTEMİYOR
Bu romanda yine gazetecilik refleksiyle bize bir olay anlatmanın yanı sıra güncel olanı da tartışmaya açıyorsunuz. Allah’ın Devleti örgütüyle neyi işaret ettiğiniz belli. Sinan, Selin’e şöyle diyor: Burası senin geride bıraktığın ülke değil artık. İki yaka arasında sıkışmış, kafası karışık bir Ortadoğu ülkesiyiz. Sizin sesiniz mi bu?
- Bu benim, sizin, eşinizin, anne ya da babanızın da sesi. Bu ülkeyle ilgili refah ve demokrasi hayalleri olan insanların düş kırıklığının sesi aslında. 14 yıl sonra yurtdışından vatana döndüğümde bir arkadaşım bana “Neden geldin? Burası artık bizi istemeyenlerin ülkesi” dediğinde çok etkilenmiştim. Evet. Ne yazık ki bu ülkede halkın yarısı diğer yarısını istemiyor.
Aşk, canlı bomba olmak, işkenceler, ihanet... Genellikle bu kadar şeyi bir araya koymak bir roman için eleştiri malzemesi olabilir. Ama Türkiye’de yaşayan ve Türkiye’yi bilen biri için bunların fazla olmadığını düşünüyorum, siz?
- Bu kitabı yazarken arka planda bugünün Türkiye’sini şişirilmiş bir gerçeklikle resmetmeyi ve karmaşa içine düşmüş başkarakterin macerasını anlatmayı planlamıştım. Kitabı tamamladığım zamandan bu yana Türkiye’de yedi bombalı saldırı gerçekleşti. Romanda abartılmış öğeler gerçeklerin çok gerisinde kaldı. Bir romanda okusanız ‘Yok canım, daha neler’ diyeceğiniz olayların on katını yaşadı Türkiye.
Selin, gazetecilik peşinde acı çekmiş bir karakter ama İstanbul’a geldiğinde önüne konulan dosyaya yine aynı şehvetle sarılıyor. Bunu bir gazeteci olarak nasıl anlatırsınız? Nedir vazgeçilmez olan?
- Buna ego, mesleki bağımlılık, hayata tutunma, ruhsal bozukluk ya da mani diyebilirsiniz. Mesleğine bağlı bir gazeteci günün her anı o varoluşta yaşar. Arkadaşıyla sohbet ederken bile not tutan gazeteciler tanıyorum. Selin’in birinci romanda haber peşine düşme nedenleriyle ikinci romanda cinayet dosyasını ele alma nedenleri arasında fark var. Birinde yardım etme güdüsüyle süslenmiş haber avlama hırsı öne çıkarken diğerinde hayata tutunma ve kendini sınama derdi var. Bir de tabii kendisinin de sonradan sezeceği intikam duygusu... Selin hayatındaki hataları ve eksiklikleri gazetecilik yöntemlerini kullanarak gidermeye çalışıyor bir anlamda.
Kitabın sonunda uzunca bir teşekkür listeniz var. Ve bu listede eski cinayet büro şefi Mesut Demirbilek ve ismi sizde saklı bir MİT yetkilisi dikkat çekiyor. Ne tür bir yardım aldınız?
- Eski emniyet dedektifi Mesut Demirbilek ile cinayet işleme yöntemlerinde kadın ve erkekler arasındaki farkları konuştuk. Kadınların çoğunlukla zehir, bıçak ve silah gibi yöntemleri tercih ettiğini öğrendim mesela. Kadınların daha soğukkanlı ve planlı cinayet işlediklerini ya da işlettiklerini de anlattı. Çözdüğü kimi cinayetlerden de örnekler verdi. MİT yetkilisiyleyse teşkilatın üzerinde çalıştığı ana konuları, radikal dinci örgütlerin yapılanmaları, muhbirler, ajanlar ve personelin işe alınma ve çalışma yöntemlerini konuştuk. Güvenlik açısından sakıncalı olabilecek konulardaki sorularım yanıtsız kaldı elbette. Yoksa onların haberini okuyor olurdunuz.
Selin Uygar’ın iki kitabı oldu, maceraları devam edecek mi?
- Evet. Selin’in üçüncü macerasında büyük değişiklikler planlıyorum. Karakterde önemli bir dönüşüme tanık olabiliriz.
KİMDİR?
Elçin Poyrazlar, ODTÜ İşletme Bölümü’nden mezun oldu. Belçika’da AB ve uluslararası ilişkiler üzerine yüksek lisans yaptı. Brüksel’de ekonomi-politika doktorasını yaparken gazeteciliğe başladı. Cumhuriyet, TimeOut, Huffington Post, Vocativ ve BBC Türkçe gibi yayın kuruluşları için çalıştı. İlk polisiye romanı ‘Gazetecinin Ölümü’ 2014 yılında çıktı. Londra’da yaşıyor.