Önce Suruç’taki katliam, ardından sınırdaki askerlere ateş açılmasıyla Türkiye’deki IŞİD gerçeğini acı bir biçimde tecrübe ettik. Yedi ay önce Astsubay Özgür Örs, sınırda görev yaparken IŞİD’li militanların eline geçmiş, ‘MİT operasyonu’ olduğu açıklanan dört günlük bir sürecin sonunda Türkiye’ye geri getirilmişti. Başbakan Davutoğlu, Özgür Örs’ün kurtulduğunu Twitter’dan duyurmuş, askere ve TSK’ya geçmiş olsun dilekleri sunmuş, MİT’i kutlamıştı. Ancak Örs’ün kısa süre önce disiplin soruşturması kapsamında orduyla ilişkisi kesildi. Gerekçesi: IŞİD’e mukavemet göstermemesi, bu olayın basında yer almasıyla örgüt propagandasına malzeme olması ve TSK’nın itibarını zedelemesi. Astsubay Örs, ilk kez konuştu ve IŞİD’in elinde yaşadıklarını anlattı
1 Ocak 2015 günü, Kilis’te kaçırıldınız. Her şey nasıl başladı?
-Akşam altı suları, Öncü Hudut Karakolu’ndayım. Tam soğuk iklim elbiselerini giyinirken termal kamera, karakolun yakınındaki köyün orada, kaçakçılık olduğunu bildirdi. Ben zaten devriye atmaya gidecektim, oraya bakayım dedim.
Tek başınıza mı?
-Olaya müdahale etmek için yanıma bir asker aldım. Yolda “Bunlar bizi görmesin” dedik, köye gelmeden biraz daha beride indik. Araç bizi bırakıp gitti. O esnada telefonla sürekli termal kamera operatörüyle görüşüyordum. İndikten bir 10 dakika sonra yine aradım. Bana 7-8 kişilik bir grubun geldiğini söyledi. O 7-8 kişi Suriye’den Türkiye’ye geçme teşebbüsünde bulundu, müdahale ettik. Karşıda bir traktör duruyordu, römorkunda da yüklü bir miktar mal olduğu görülüyordu.
Mühimmat mı?-Her şey olabilir. Yüklü bir miktar olduğu için o gece biraz da inat ettim, “Ben bunu geçirtmeyeceğim karşıya” dedim. O şahıslardan birini yakaladık. Suriyeliydi, üstünde kimlik, telefon hiçbir şey yoktu. Daha önce böyle bir şey olduğunda Jandarma’yı arıyorduk, Jandarma da savcılığı arıyordu. Savcılık da üzerinde suç unsuru yoksa bize “Serbest bırakın” talimatı veriyordu. Gene aynı şekilde olabileceğini düşündüğüm için, şahsı Suriye tarafına doğru gönderdim.
Sonra?
-Bu müdahaleden sonra, o şahısların belki ellerinde malzeme vardı da hendeğin diğer tarafında bırakmışlardır düşüncesiyle yanımdaki askerle birlikte hendeğin hemen yan tarafına geçtik. Orada ağzı yırtık çuvallar vardı. İçinde de giyim eşyası, kuru bakliyat, bulgur, pirinç gibi malzemeler... Bu konuda da bize verilen bir emir vardı: “Bulduğunuz mülteci malzemelerini bir şey yapmadan Suriye tarafına atacaksınız.” Zaten Suriye tarafında olduğu için bir şey yapmadık. Geri döndük, kuleciyi aradım. Bana “Römork aynı şekilde bekliyor, üstünde çuvallar görünüyor” dedi.
Ne düşündünüz?
-“Bunlar bir bakalım asker var mı yok mu diye görmek için önden yem olarak bize boş adamları gönderdi, Biz gittikten sonra geçirecekler” diye düşündüm. Karakoldan aracı çağırdık, bu sefer araçla gidiyormuş gibi yapıp köyün diğer tarafından indik. Orada beklemeye başladık. Bu esnada iki kişi dikkat çeker diye askere “Ben önden gideyim, sen geriden gel” dedim.
Korkmadınız mı?-Görev esnasında gözümüz kararıyor. O esnada korku insanın aklına bile gelmiyor. Hendeğe yaklaşmaya başladım, asker de arkamdan geliyor diye düşünüyordum ama o da karanlıkta beni gözden kaybetmiş. Neredeyse 200 metre açılmışım. Karşı taraftan ayak sesleri geldi, kuleci “Gelenler var” diye beni aradı. O esnada köyden bir vatandaş kuvvetli bir feneri hat yoluna tuttu, beni fark etti. “Asker” diye bağırınca, karşı taraftakiler kaçtı. Kontrol amaçlı karşıya geçtim.
Suriye tarafına mı yani?-Geçtiğim yer Suriye tarafı değil. Hendeğin hemen bitimi, mayınlı saha. Mayınlı saha da Türk toprağı. Oradan zamanında kontrollü mülteci alımı olmuş, bariz patikalar var. Yani orada hareket edebiliyorsunuz. Tam kontrolü bitirdim, dönecektim, bu sefer karakol komutanımız aradı. Termal kameranın başındaymış, “Önünden, çok yakınından üç kişi kaçıyor. Karşı taraftaki mallar da traktör kasası da sana çok yakın” dedi.
Ve siz hâlâ tek başınasınız?-Tabii. O bölgede kaçakçılara karşı kalabalık olmak gerekmiyor, askeri gördüğünde zaten kaçıyor. “Madem yakınım sen beni yönlendir” dedim, o malı ele geçirmek düşüncesiyle. Tarif ederken ne kadar uzağa gittiğimi fark etmedim bile. Tümseğin arkasında traktör kasası duruyordu. O tümseğin üstüne çıkar çıkmaz dört kişi kalaşnikof namlularını bana doğrulttu.
Ne hissettiniz?
-İşte o an ilk defa irkildim. Kendi kendime “Ben ne yaptım!” dedim ama iş işten geçmişti. Hemen biri kaba bir şekilde “Sen kimsin lan” dedi.
Türkçe?
-Evet. “Türk askeriyim, siz kimsiniz” dedim. Bu sefer bir başkası “Biz İslam Ordusu’yuz, ne işin var senin burada” dedi. “Vatanımın hududunu koruyorum, sizin ne işiniz var” diye sordum ama bu esnada benim silah onlara, onların silahları bana doğruluydu. Biri yandan fark ettirmeden yaklaşmış, silahımı ve kolumu tuttu, tabancayı dayadılar, beni aşağı çektiler. Hemen başka bir araç daha varmış orada ama hendekten görünmüyormuş. Ona bindirdiler. Karşıdaki doğalgaz tesisine götürüldüm. Telefonumu aldılar.
Gözleriniz bağlı mı?-Evet, gözlerimi bağladılar. Biri geldi rütbeme baktı, telefonda konuştuğu kişiye Türkçe “Astsubay” dedi. Şoför mahalline binen biri de dizime vurup “Kardeşim kusura bakma, biz de emir kuluyuz senin gibi, seni aldığımızı üstlerimize bildirdik ve şimdi teslim etmek zorundayız” dedi. Çok güzel İstanbul Türkçesi konuşuyordu. “Şunu bil ki kılına en ufak bir zarar gelmeyecek” dedi.
Neden böyle bir şey demiş olabilir?-Beni rahatlatıp ters bir hareket yapmamı engellemek istemiş olabilir. Dünyanın en eli kanlı örgütü neticesinde.
Onlarla konuşmaya çalıştınız mı?-“Yanlış yapıyorsunuz” dediğimde, özellikle araçta yanımda oturan kişi her seferinde “Sus, konuşma” diyor, kafamı bastırıyor, beni engelliyordu. Hepsi Türkçe konuşuyordu. Gözlerim kapalı, sanırım 45 dakika yol gittikten sonra elektrik olmayan cezaevi tarzı bir binaya soktular. Hücrede kaldım, gözlerim yine bağlı. Kalabalık bir grup girdi, biri arkama, biri önüme geçti. Adımı-soyadımı, rütbemi ve İslam topraklarına neden girdiğimi sordu.
Yanıtınız ne oldu?-Önümdeki beni yönlendirdi. “İslam topraklarına neden girdin, yanlışlıkla mı girdin” dedi. Benim o cevabı vermemi ister gibiydi. “Yanlışlıkla girdim” dedim. Sonra da “Alkollü müsün” diye sordu. “İçki içmiyorum” dedim. Çıktılar. Biraz sonra bir araca bindirdiler. Gözlerim bağlı, iki kişi öne bindi, iki kişi de yanıma. Epey bir gittik, sanırım üç saat civarı. Sabaha karşı ellerim kelepçeli şekilde bir evin odasına soktular. Dört gün orada kaldım.
İlk gün nasıl geçti?-Eve sokarken bir tanesi eliyle göğsüne haç işareti yaptı, bana bakarak “Hıristiyan?” diye sordu. “Yok, Müslüman” dedim, “Tamam o zaman” dedi. İkindi ezanından sonra, biri geldi “Namaz” dedi. Namazı kılarken biri oturup beni izledi.
Nasıl kılıyorum diye baktı. Gerçek bir Müslüman olmasam, namazı kılamasam infaz edileceğim kesindi. Beni onların elinden kurtaran namaz kılmam oldu.
Namazdan sonra size nasıl davrandılar?-Namaz bitince de “İkindi dört rekât, sen sekiz kıldın. Sen misafir” dedi. Ben de “Misafir ama ne kadar kalacağım belli değil” dedim. Ondan sonra kapıyı kilitledi ve gitti.
Başka esir gördünüz mü?
-Görmedim.
Korktunuz mu?-Korku olmaz mı? Nasıl bir örgütün elinde olduğumu biliyorum. Acaba bana ne yapacaklar diye düşündüm ister istemez. Ama orada dahi -bunu söylemeden geçemeyeceğim- dönüşte bana ne ceza verecekler diye düşündüm.
Ciddi misiniz?-Gerçekten. En çok ailemin durumu, ikincisi de ne ceza alacağım diye düşündüm.
Dört gün boyunca kaldığınız yer nasıl bir yerdi?-Beyaz boyalı, yerde sarı-mavi renkte plastikten hasır, tek kişilik sünger yatak. İki tane battaniye, 4-5 tane hasır yastık ve bir tane gardırop vardı. Evin başka odasını görmedim.
Temiz miydi?
-Temizlik durumu iyiydi.
Militanlar ne giyiyordu?
-Genelde şalvar ve gömlek tarzı koyu renk elbise, ayakkabı olarak mekap tarzı spor ayakkabı veya terlik.
Yüzlerini gördünüz mü?-Sürekli kar maskesi takıyorlardı, sadece gözlerini gördüm. Kalaşnikof ve tabanca vardı.
Ne yediniz, ne içtiniz?-İlk gün öğlen ve akşam tavuk ve bulgur pilavı verdiler. Daha sonra etli bezelye gibi genelde ev yemeği tarzında yemekler geldi. Bir akşam da kebap tarzı bir şey getirdiler. Kahvaltıda reçel ve eritme peynir veriyorlardı. Birkaç sefer de elma ve portakal verdiler. Porsiyonlar doyurucuydu. Suyu 1.5 litrelik şişeyle bittikçe veriyorlardı.
Sizin yanınızda kalıyorlar mıydı?-Onlar diğer odada duruyordu. Sadece
yemek ve
namaz vakitleri, bir de tuvalet ihtiyacım olduğunda benim bulunduğum odaya geliyorlardı. Onda da hep tek kelime konuşuyorlardı. “Namaz”, “Tuvalet”, “Yemek.” Sürekli ellerim kelepçeli bekliyordum.
Kendi aralarında nasıl konuşuyorlardı? -Kendi aralarında konuşmalarına hiç şahit olmadım.
Tuvalet peki? -Tuvaletim geldiğinde, kapıyı çalıyordum, gelip açıyorlardı.
Size kıyafet verdiler mi?-Teslim edilmeden bir gün önce gri bir eşofman takımı getirip giymemi söylediler. O zamana kadar hep üniformalıydım.
Esaretiniz nasıl bitti?-Dört gün sonra beni Akçakale sınırında teslim ettiler. Kimlerle, ne görüştüler bilmiyorum.
Sizi teslim ederken bir şey söylediler mi? -Yol boyunca hiç konuşma olmadı ama en son araçtan inerken biri “TC kâfir tövbe et” dedi ve beni teslim ettiler.
Sizi kim kurtardı?-Bilgim yok.
Nasıl yok?
-Beni Akçakale sınır kapısında MİT görevlisi olduklarını söyleyen iki kişi karşıladı. Bana MİT’in yürüttüğü operasyon sonucu kurtarıldığımı söylediler ve “Memlekete hoş geldin” dediler, daha sonra askeri yetkililere teslim ettiler.
Serbest kaldığınızda ilk yaptığınız şey?
-Dört gün hiç içemedim ya hemen sigara içtim. Sonra da eşimi aradım.
Ruh durumunuz nasıldı?
-Şaşkın ördek gibiydim, robot gibi oldum. Git diyorlardı gidiyordum, gel diyorlardı geliyordum. Sonra eve geldim, oğlumu kızımı çıkardım biraz kar oynadık.
Hakkınızda “O asker IŞİD’in canını sıktığı için kaçırılmış” diye bir başlık atıldı. Ne dersiniz?
-Bu olay, tamamen tesadüfiydi. Planlı değildi veya tuzağa çekme durumu da yaşanmadı. O gece orada geçiş olacağını, benim müdahale edeceğimi kimse bilemez. Benim o kadar o tarafa geçeceğimi de kimse bilemez. Mesele biraz, benim gözümüzün kararmasıydı.
TESLİM OLMAM DEĞİL ÖLMEM GEREKİYORMUŞ
Olay sonrasında TSK ve devletin itibarını zedelediğiniz gerekçesiyle re’sen emekli edildiniz...
-Bu, atılmanın kibarcası.
Emeklilik ikramiyesi, maaş ve sosyal haklardan yararlanabiliyor musunuz?
-Hayır.
Şu an geliriniz ne?
-Yeni bir işe girmediğim sürece şu an bir gelirim yok. Sıfır. Şu şartlarda iş seçme gibi bir lüksüm de yok. Benden ekmek bekleyen iki çocuğum ve bir karım var. İnşaatta bile çalışırım. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne yüksek disiplin kurulu kararıyla atılma işleminin iptali için dava açtık. 10 ay sonra duruşmam var. Ben olaylara hep iyi yönden bakmayı tercih ederim. Mesleğime geri döneceğimi düşünüyorum.
Kararı öğrendiğinizde ilk düşündüğünüz şey?
-“Bundan sonra çoluğumun çocuğumun geçimini nasıl sağlayacağım?” Dışarıdan, belki askerler çok para alıyor diye düşünülebilir ama şu 11 yıllık meslek hayatım boyunca sadece bir araba alabildim. Başka da bir birikimim yok.
Re’sen emekli edildiğiniz size nasıl söylendi peki?
-Kara.net diye bir site var. Önce orada re’sen emekliye sevk edildim diye gösterildim. Araştırdım ve ilişiğimin kesileceğini öğrendim. 10 gün sonra da yazılı karar geldi.
TSK’nın size isnat ettiği suçlardan biri IŞİD’e mukavemet göstermemenizdi.
-Kafama silah dayadılar, ben de yaşam hakkımı savundum. Bu yapılanlar aklıma şunu getiriyor: “Özgür sen neden ölmedin, ölmen gerekiyordu” diyorlar aslında. Kafana silah dayandığında refleks gösterirsin ya da göstermezsin. Aklıma çocuğum geldi, yapamadım.
Ve diğeri de basına yansıması ve örgüt propagandasına malzeme olmanız.
-Bu benim dışımda gelişen bir durumdu.
Astsubay değil de daha üst rütbeli olsaydınız, aynı süreç yaşanır mıydı sizce?
-Subay olsaydım Yüksek Disiplin Kurulu’na dahi sevk edilmezdim. Yüksek Disiplin Kurulu’na farklı suçlardan ifade vermeye gelen subaylar var, cinsel saldırı, rüşvet, tecavüz, hırsızlık. Bunlar atılıyor ama bulunduğu rütbeden atılıyor. Bir tecavüzcü yüzbaşı, yüzbaşı olarak terhis ediliyor. Ben, er olarak... Haksızlık.
Hangisi daha çok ağrınıza gitti, IŞİD’e esir düşmek mi yoksa bu gerekçeyle TSK’dan ihraç edilmek mi?
-Kesinlikle ihraç edilmek. Şartlar beni esir düşmeye sürükledi ama bu kadar ağır bir şekilde cezalandırılacağımı hiç düşünmemiştim. Hayret içindeyim.
VATAN SEVGİSİ OLMADAN BU İŞİ YAPAMAZDIM
Neden askerlik mesleğini seçmiştiniz?
-Öncelikle maddi imkânlardan dolayı. Asgari ücretle bir yerde çalışmaktansa, sosyal güvencesi var diye askerliği tercih ettim. 2004’te başladım, 2011’de astsubay oldum.
O arada ayrılmayı düşündüğünüz olmuş muydu?
-İlla ki. Askerlikle ne olacağını öngöremiyorsun. Bir an bir sinir patlaması oluyor ama iki gün sonra sakinleşiyorsun.
Ordudan atılana kadar, işinizi seviyor muydunuz?
-Bu iş, diğer devlet memurluğuna benzemiyor. Hafta sonu yok, doğru düzgün mesai saati yok, çoğu zaman bayram yok, resmi tatil yok. İşin ucunda bir vatan sevgisi olmadıktan sonra maaş için bu iş yapılmaz.
Karar iptal davasını kazanırsanız eskisi gibi çalışma motivasyonunuz var mı?
-Tabii ki. Şu an oraya gitsem, aynı durumla karşılaşsam, yine aynı şeyleri yaparım. Dört sene güneydoğuda çalıştım, bu işten kaçacak olsam orada kaçardım. Dört sene yatak yorgan görmedim ki orada. 15 Temmuz 2006’da 15 metreden PKK’nın pususuna düştüm, 15 metreden bana bir şarjör mermi attılar. Bıraksam, o zaman bırakırdım.
ESARET KAVRAMINI YENİDEN TANIMLAMALIYIZ
Avukatı Mehmet Erkan Akkuş
Görev yapma bilinciyle hareket eden müvekkilim Özgür Bey’in esir alınmasının basına yansımasının TSK ve devletin itibarını zedelediği iddiası kabul edilemez. Müvekkilimin TSK’dan atılması ve sıralı amirlerinin sorgulamalarına maruz kalması, esaret kavramını tekrar tanımlamamız gerektiğini düşündürdü. Bir milyonluk Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği camiası Özgür Örs’ün destekçisi. Biz atılma işleminin iptali için Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne (AYİM) dava açtık. Özgür alnına silah dayandığı için yaşam hakkını savunmuştur. Evrensel insan hakkı diplomasi ve siyasete meze yapılmaz.