Zeynep MİRAÇ
Oluşturulma Tarihi: Mart 10, 2015 01:18
Zaten mızmız ve iştahsızdı. Üstüne, damak tadını hepten kaybetmesine neden olan bir kansere yakalandı. Hastalığa inat, dört elle yemeğe sarıldı; restoran restoran gezip bir gastronomi blog’u yazmaya başladı. Bir haziran günü beklenen son geldi. Şimdi o blog’u ailesi devam ettiriyor. İsterseniz siz de yazabilirsiniz.
Hep söylenen, basmakalıp bir laf: Hayat sürprizlerle dolu. Ama kimse bu sürprizlerin her daim neşe getirmeyeceğini söylemez.
Marifet, o kötü sürprizlere virajı döndürüp geride güzel anılar bırakabilmekte... Anlatacağım hikâye, çok erken karşılaştığı acı bir sürprizle mücadeleyi yeni tatlarda bulan Sinan Eler’in hikâyesi...
Hastalığın teşhisinden iki hafta önce, yeğeni ile (2008)Yemek seçen, iştahsız, ufak tefek bir çocuktu Sinan. Peynir yemezdi, domatesi ağzına koymazdı. 20’lerine geldiğinde bu müşkülpesentliği de devam etti, çocuk ruhu da... Ailenin ‘küçüğüydü’ o. Keyfi yerindeydi. İyi okullarda okumuş, önemli bir yatırım kuruluşunda çalışıyordu.
Her şey yolundaydı. 28 yaşına kadar... 2008’in ekim ayında bir teşhis kondu ona: Fibrolamellar. Gençlerde görülen bir karaciğer kanseri.
Hiçbir işaret vermeyen, teşhisi çok zor konan, en fazla orta yaşa kadar yaşatan bir kanser türü. Yılda bütün dünyada 200 kişide görülüyor, araştırması çok az. Sinan’ı buldu.
Hemen tedavilere başlandı. İlk birkaç yıl bilinen tedavi yöntemleriyle yol alınamayınca ABD’deki doktorlar, henüz deneme aşamasında bir tedaviyi önerdiler. Sinan hastaneye yattı, çok kilo kaybetti ve tat alma duygusu yok oldu.
Hayatı boyunca yemek konusunda seçici olan Sinan, ağzına attığı hiçbir yiyeceğin tadını alamadığı işte o gün değişti. Ve hiçbir zaman geri gelmeyeceğini düşündüğü o ‘tat’, yeniden kendisini gösterdiğinde tutkuyla yemeğe sarıldı.
Artık varsa yoksa yemekti onun için. Çok zayıftı, enerjisi çok azdı ama her gün yeni bir lokanta keşfetmeyi görev haline getirdi. Belli saatlerde azar azar yiyebiliyordu ama ne gam.
MUTFAKTAN ÇIKMADI
Bodrumda (2010)Sürekli televizyondaki yemek programlarını seyrediyor, aile üyelerini karşısına alıp birbir seyrettiklerini anlatıyordu. Gittiği restoranlarda çektiği fotoğrafları Instagram’a, Facebook’a koyuyor, altlarına da yorum yazıyordu. Yıllardır uzakta yaşadığı bütün tatları, önünde kalan kısa zamana sığdırmaya çalışıyordu.
Annesi ile Yorgundu, vücudu ona karşı mücadele ediyordu ama yemek yapmaya başladı. Kendine bıçaklar, kesme tahtaları, yemek kitapları aldı. Ayakta durmakta zorlansa da ısrar etti.
Çoğu zaman öğle yemeklerini tercih ediyordu çünkü akşam yediğinde rahatsızlanıyordu. Gündüzleri arkadaşları çalıştığı için yemek arkadaşı annesi Hülya Hanım olmuştu. Oğlunu mutlu edebilmek için işini gücünü bırakıp o lokanta senin bu lokanta benim geziyor, Sinan fazla kaçırmasın diye tabakları silip süpürüyordu.
AZ ZAMANI OLAN İKİ SEVGİLİ
32 yaşında, hastalığının dördüncü yılında âşık oldu Sinan. Tıpkı abisi gibi, bir Aslı’ya... Annesi Hülya, babası Sabih, abisi Emre, Emre’nin eşi Aslı’nın yanında bir de ailenin ona taktığı isimle ‘Küçük Aslı’ vardı artık.
Aslı büyük bir yüreklilikle girdi Sinan’ın hayatına. İkisi de birlikte fazla zamanları olmadığını biliyorlardı, ‘zor’u birlikte yüklendiler.
‘Son’ olduğunu ne Sinan’ın ne de ailesinin bildiği o son yılbaşında sağlığı gittikçe kötüleşmişti. Bilmek neye yarar ki zaten? Doktorlar “Artık zaman geldi” dediklerinde, annesiyle Sinan bilgisayar almaya gidip “Hangisi daha iyi? Bunu beş sene kullanırım, bunu alalım” diye konuşmamışlar mıydı?”
Arkadaşlarına chicken wings hazırladığı geceAbisi Emre ve Aslı Londra’da yaşıyorlardı, “Hadi buraya gelin, değişik yerlerde yemek yeriz” dediler. Sevgilisi Aslı ile birlikte gitti Londra’ya. Gitmeden önce lokantaları seçmiş, rezervasyonları yaptırmıştı. Yürümekte, merdiven inip çıkmakta zorlanıyordu. Gidilecek yerler Sinan’ın koşullarına göre planlandı hep.
İlk akşam, o zamanlar popüler olan Peru lokantası Coya’ya gittiler. Sinan yemeklerin fotoğraflarını çekerken Aslı Avcıoğlu Eler, “Bir blog yazsana” dedi birden. Ve Aslı’nın dudaklarından dökülen bu cümle, bir anda Sinan’ın yaşama amacı oldu.
O GECE YAZMAYA BAŞLADISinan Eler gezdiği restoranları bir gurme titizliğiyle blog'unda değerlendiriyordu.
O gece sinaneler.wordpress.com adresini aldı ve ‘Sinan’ın Yemek Turu’nun ilk satırlarını yazdı. İstanbul’a döndükten sonra da sabahlara kadar oturup daha önce tattığı lezzetleri ekledi blog’a. Londra’daki Oblix de vardı listesinde, Fatih’teki Öz Kilis Kebap Salonu da.
Annesi Hülya Eler, “Sinan’ın hayatında iki satır not yazdığını bile görmemiştim” diye anlatıyor: “Yemek ve yazı, Sinan’la yan yana getiremeyeceğim iki kelime, bugün onu tarif ediyor”.
Geceleri sonu beklemek yerine oturup hayatının en güzel anlarını blog’da anlatıyordu artık. Sinan değişmişti. Annesinin deyişiyle “altı yılda 30 yaş büyümüştü”.
Son hafta birkaç restoran daha gezdiler Küçük Aslı ile. Bir gün Aslı telefon etti Hülya Hanım’a, “Sinan pek iyi değil” dedi. Hastaneye gittiler. Gidiş o gidiş. 34 yaşındaydı. Ve bir haziran günü beklenen son geldi.
Sinan’ın kaybının ardından birkaç ay geçtikten sonra Aslı onun ağzından birkaç yemek deneyimini yazdı blog’a.
NOMA’DA SİNAN’SIZ BİR GÜNSinan’ın en son gitmek istediği yer, dünyanın en iyi lokantası olarak anılan Noma’ydı. Aile, Sinan’ın doğum günü olan 9 Eylül’de oraya gitmeye karar verdi. Aslı ve Emre Londra’dan, Hülya ile Sabih ise İstanbul’dan Kopenhag’a uçtular. Önceden arayıp bilgi verdikleri Noma onlara özel bir oda ayarlamıştı, servisi de kardeşini kaybetmiş bir garson yaptı. Yemek boyunca Sinan’ın fotoğrafı masada durdu. Ve Aslı Avcıoğlu Eler oturdu, geçirdikleri günü Sinan’ın blog’unda yazdı. Bu, yeni bir başlangıçtı.
Sinan’ın Yemek Turu’nu Sinan’sız da sürdürmeye karar verdiler. Artık farklı yerlerde farklı lezzetleri tadanlara açık bu blog. Sinan’ı tanımamış, hayatında karşılaşmamış olanların da katkılarını bekliyorlar.
Eğer bir lokantada güzel bir yemek yediyseniz ve bunu paylaşmak isterseniz,
sinanileyemek@gmail.com’a yazabilirsiniz.
Duymuşsunuzdur, “İnsanlar ancak onları anan son insanla birlikte ölür” derler. Böylece hem Sinan’ın ‘ömrünü uzatmış’ hem de ağzınızın tadına şükretmiş olursunuz.