Güncelleme Tarihi:
1- Saklı Yıllar
Lalenin ana yurdu Orta Asya’dır. Anadolu’ya gelmeden önce Hindistan ve Uzakdoğu diyarlarında insanları ne kadar etkilediğini o dönem ki sarayların duvar ve kapı işlemelerinden anlayabiliyoruz. Bir rivayete göre de isminin ‘tulipan’ olmasının sebebi o dönem devlet erkanının başına taktığı tülbente ya da türbana benzemesidir.
2- Anadolu’ya Giriş
Selçukluların Anadolu’ya taşıdığı çiçek Bizanslılar tarafından çok farkedilemedi. Bu dönemde Türkler saray bahçelerinde bu çiçeğin güzelliği ile keyif çatarlardı. Bir nevi zenginlik ve refah göstergesi olan lalenin Anadolu serüveni Osmanlı etkisiyle hızlandı ve Avrupa’ya doğru yol almaya başladı.
3- Avrupa’nın Fethi
Osmanlı Devleti sınırlarını geliştirdikçe kendine ait kültürü de yaymaya devam etti. Sultan Süleyman döneminde elçilerin hediye olarak yanlarında götürmesiyle lale Avrupa diyarlarında büyük ilgi gördü. Bu dönemde kısa boylu ve yaprakları farklı boyutlu yabani lale türü, melezleme yoluyla badem biçiminde, sivri uçlu yapraklı hale getirildi. İstanbul lalesi olarak bilinen bu tür Osmanlı coğrafyasında garip bir çılgınlığa yol açtı.
4- Tulipmania
Sadrazamlardan paşalara kadar herkeste bir lale çılgınlığı başladığı bu dönemde lale soğanlarına servet ödenmeye başlandı. En farklı soğanı yaratabilmek için gizli bahçeler kuruldu, gizli araştırmalar yapıldı. Yeni bulunan türlere özel isimler verildi. Kimi sevgilisine ithafen ‘gönül yakan’ diye isim koyarken, kimisi de şansına güvenerek ‘talih yıldızı’ ismini takmıştı. Bu çılgınlığın zirve noktası Lale Devri diye bilinen zevk ve sefa dönemidir. Bazı kaynaklara göre Çırağan Sarayı’nın bahçesindeki en özel lale olan Taç-ı Kayser çalınmış ve uzun süre aranmasına rağmen bulunamamıştı. Ayrıca bazı lale soğanları için 1000 altından fazla fiyatlar biçilirdi. Bunun nedeni de lale tek başına bir görsellik olmanın yanında musikiyi, zevki ve keyfi getiren bir kültürün sembolü olmasıydı.
İşin en garip hikayesi şimdi başlıyor. Bu kadar özene ve meraka rağmen Osmanlı lale üretimi ve ticareti konusundaki liderliğini bir yüzyıl kadar sonra Hollanda’ya kaptırdı. Çok geçmeden de lale soğanı alımını tümüyle Avrupa’dan sağlamaya başladı. Ama tek bir fark vardı, Avrupa’dan gelen bu laleler bir kere çiçek veriyor ve ölüyordu. Laleleriyle İstanbul bir anda lalesiz kalmış ve lale kültürü 18.yy’ın sonlarına doğru da neredeyse o rengarenk yıllar yaşanmamış gibi azalmaya başlamıştı.
Günümüzde artık her ülkenin özel üretim sahalarında birbirinden farklı birçok çeşitli lale ürettiği biliniyor. Şöyle söyleyelim, Japonya’dan Kanada’ya, Türkiye’den İran’a kadar sayısız ülkede lale festivalleri düzenlenmektedir. Tulipmania bitmedi, çoğalarak sürüyor.