Güncelleme Tarihi:
İstanbul’daki hayran buluşmanızda kıyametler koptu. Bu kadarını bekliyor muydunuz?
- Beni bu kadar tutkuyla sevdiklerini bilmiyordum. Ama Instagram’daki yorumlardan iyi kötü bir fikrim olmuştu. İlk başlarda anlamadım, fotoğraflarımın altına sürekli ‘Meriç’ yazıyorlardı. Bunun Türkçe’de ‘Selam’ ya da ‘Beğendim’ tarzı bir şey olduğunu sandım başlarda. Google Translate’e ‘Meriç’ yazdım, bir sonuç alamadım. Takipçilerim arttıkça merakım arttı. Sonra Mavi’den ve Büşra Küçük’ten mail aldım, durumun ne olduğunu anladım. Sonra da bildiğiniz gibi İstanbul’a geldim. Hayranlarımın çığlık çığlığa ismimi haykırdığını görünce neredeyse heyecandan ağlayacaktım. Benim için çok sürreal bir deneyimdi.
Popüler bir moda blogger’ısınız. Diğer ülkelerde de sizi bu kadar çok seven bir hayran grubunuz var mı?
- Ülkem Brezilya’da tanınıyorum. Avrupa’da da beni takip edenler var. Ama hiçbiri buradaki kitleyle kıyaslanamaz. Daha yeni Avrupa turundan geldim, İspanya, İtalya ve Fransa’ya gittim, asla böyle coşkulu bir kalabalıkla karşılanmadım.
Biraz aile hayatınızdan bahsedelim…
- Annem de babam da müzisyen. Sanatla iç içe büyütüldüm. Babamı sahnede izleyerek yetiştim.Bu yüzden her zaman sahneye, kostüm tasarımına ilgi duydum. Ama ne istediğimi de tam bilmiyordum. Gençliğe ilk geçiş yaptığım yıllarda, 13-14 yaşlarında kendimi bulmakta zorlandım. Neyse ki internet hayatıma girdi ve benim hayatımı kurtardı.
Nasıl yani?
- Kendimi ifade etmek için bana yaşam alanı açtı. 10’lu yaşlarımın başında internet kullanımı ülkemde patlama yaptı. Ben de her genç gibi selfie’ler çekmeye başladım. Sonra onları internete koydum. Stilimi ortaya koyan çekimler yapmaya başladım. Giysilerimi de farklı aksesuarlarla yeniden yorumladım. Tişörtlerimi kestim, jean’lerimi boyadım, zımbalar, metaller filan diktirdim. Tarz olarak ben de Meriç gibi bir asiydim. Aslına bakarsanız sadece tarz meselesi değil, ruhumda da Meriç’le ortak çok özelliğimiz var. Enteresan bir durum.
Siz de bir ‘Kötü Çocuk’sunuz yani…
- Bilmem, belki! (Gülüyor)
Kitapları okudunuz mu?
- Hikâyeyi biliyorum ama İngilizce çevirileri olmadığı için ne yazık ki okuyamadım. Şu an Mavi çevrilme işini üstlendi, o zaman okuyabileceğim. Ama filmi çekilirse mutlaka oynamak isterim. Bence çok harika olur. YouTube kanalından verebiliriz.
BENİ MERİÇ TUNA ZANNEDİYORLAR, OYSA BEN VİNİ’YİM
Peki ‘kendinizi bulma’ konusuna geri dönelim. Bir reality-show’da yer aldınız, o nasıl oldu?
- Moda üzerine eğitim almaya başlamıştım. Sao Paulo’da moda öğrencilerine yönelik bir yarışma düzenleneceğini duyduk. Ben de başvurdum. 500 bin kişi başvurduğu için pek umutlu değildim. Ama seçilen 17 kişiden biri oldum. Sonuçta kazanamadım ama olsun, tanındım. Sonrasında Lookbook.nu adlı siteye fotoğraflarımı koydum. Böylece daha da meşhur oldum. Şimdi o sitede en çok bakılan ikinci üyeyim. Neyse, orada endindiğim popüleriteden yola çıkarak anladım ki, ben bir moda bloggerı olmalıyım. Benim ülkemde fazla erkek moda blogger yok. O yüzden biraz riskliydi, alacağım tepkilerden emin değildim. Ama beni sevdiler. Filipinler’den, Avustralya’dan, Japonya’dan hayranlarım oldu. Sonra Türk hayranlarım devreye girdi ve bütün hayatım değişti.
Türkiye’den gelen bu ani ilgi patlamasını nasıl yorumladınız ilk zamanlarda?
- Biraz şaşırdım. Başta anlattığım gibi, çözemedim. İlk başta tarzımı beğendiklerini sanmıştım. Fotoğraflarımın çalınıp muhtelif Facebook profillerinde kullanılmasına alışkınım ama kitap kapağı olabileceğini hiç düşünemezdim. Takipçilerim ‘Meriç, Kötü Çocuk’ yazıp kalpler koyuyordu yanına. Ben de merakımdan ölüyordum. Ama dediğim gibi tercüme sitelerinde yazınca sonuç alamadım, çevremde de Türkçe konuşan kimse yok. Bir gün yine bir takipçim de benim ve Kayla karakterinin fotoğrafını yolladı. Benim gerçekten ‘Meriç Tuna’diye biri olduğumu zannediyordu. Sonra Büşra Küçük mail atıp anlattı durumu. Kitabının kapağında kendi kafasında yarattığı kahramana benzer birini kullanmak istemiş. Ama bu kişinin de Türk olmasını istememiş.
BİRİYLE BİRLİKTE DEĞİLİM VE BU BENİM SEÇİMİM
Özel hayatınızdan biraz bahsedelim. Sıradan bir gününüz nasıl geçiyor?
- Ben bir model değilim, blogger’ım. Ama günüm sürekli çekimlerde geçiyor. Blog’uma koymak için fotoğraflara ihtiyacım var. Bir stil danışmanım da yok, kıyafetlerimi de kendim seçiyorum. Çoğu markadan teklif geliyor, onlar için tasarım yapmamı ya da onların markalarını giyerek çekim yapıp, bloguma koymamı istiyor. Stil oluşturmak, çekim konsepti derken günün belli bir kısmı geçiyor. Beş farklı fotoğrafçıyla çalışıyorum. Onun dışında binlerce mail alıyorum, onların da cevaplanması gerekiyor. Böyle günüm geçiyor. Başka bir hobim yok çünkü işimi çok seviyorum. Bu işi hayatım boyunca yapacak mıyım bilmiyorum ama şundan eminim moda her zaman en büyük tutkum olacak. Şimdi kendi markamı da çıkardım. Sadece Brezilya’da satışta şu an ama uluslararası bir marka olması için elimden geleni yapacağım.
Sizi İstanbul’a davet eden Mavi için de bir koleksiyon hazırlayacak mısınız?
- Şu an bu konuda görüşüyoruz. İçimden bir ses işbirliğimizin süreceğini söylüyor. Zaten İstanbul’a taşınmayı düşünüyorum. Burada yaşamak çok zevkli olabilir. Çünkü hayran kitlem büyüyecek. Belki bu süreçte beni daha çok tanımak isterler. İstanbul’da olursam ilişkimiz kopmaz, hatta daha da kuvvetlenir diye düşünüyorum. Onlar beni tanıyor, ben de onların yüzünü görmek, onları tanımak istiyorum.
Şu an biriyle beraber misiniz?
- Hayır, bir ilişkim yok. Zaten bu kadar çok çalışırken, birine zaman ayırmak çok zor olur. Kaldı ki bizim neslimizde illa ki ‘biriyle beraber olma’ zorunluluğu yok. Biriyle birlikte olmamak da bir seçim.