Güncelleme Tarihi:
Birkaç ay önceydi. Gazetenin spor salonunda CNN Türk Spor Müdürü Cem Yılmaz’la karşılaştım. Yekten konuya girdi: “Ironman’a katılacak bir takım kuruyorum. Yüzer misin?” Ironman’in tam olarak ne olduğunu bilmesem de “Olur, yüzerim” dedim. Böylece koşu, bisiklet ve yüzmeden oluşan triatlon dünyasına adım atmış oldum. İlk elde ettiğim bilgiler kabaca şöyleydi: Ironman, uluslararası bir organizasyon. Bir etabı ilk kez Türkiye’de yapılacaktı. Ve biz, (yüzme, bisiklet ve koşu için) üç kişiden oluşan takımla yarışa katılacaktık.
Ironman için insan Formula 1’i denebilir. Aradaki fark birinde 350 km. hıza çıkan araçlar kullanılırken, diğerinde koşarak, yüzerek, bisiklete binerek bu hıza ulaşabileceğini zanneden insanların yarışması. Yani pek akıllı insan işi sayılmaz. Keza bir kişi önce 3.8 km. yüzüp ardından 180 km. bisiklet kullandıktan sonra 41 km. de koşuyor.
“Sebebi neydi ki” derseniz, profesyoneller için “Para” cevabı verilebilir. Ama herhangi bir âdemoğlunun sadece para için böyle cefayı çekmesi beklenemez. Kayyum olsun daha iyi.
Geçen hafta Belek’te düzenlenen Ironman 70.3 yarışı ise bunun yarı mesafesi kadar. 1.9 km. yüzme, 90 km. bisiklet ve 20.5 km. koşudan oluşuyor. Profesyonel, amatör ve takım olarak üç ana kategori var.
Bizim takımda görev dağılımı şöyleydi: Yüzme bende, koşu Cem Yılmaz’da, bisiklet Agit Salman’da... Açıkçası Antalya’ya ulaşana kadar bu olayı çok ciddiye aldığımı söyleyemem. İşten güçten fırsat bulduğum zamanlarda yaptığım rutin spor dışında ekstra bir Ironman çalışması yapmadım.
Yarıştan üç gün önce Antalya’ya gittiğimde ise dünyam değişti. Yedi iklim dört bucaktan 1400 atlet Belek’e gelmiş. Bir olimpiyat köyünün ortasına düştüm. Öyle ki 8-9 aylık çocuğu kucağında koşu pistinde turlayan anne de var, eşine “Gel hanım, şurada az biraz ağırlık çalışalım” diyen adam da... Dünyamın değişmesi tamamen bununla alakalı.
Biz günlük kavga dövüşün içinde “Acaba bugün hangi dertlerle uğraşıp ne kadar gerileceğim” diye düşünürken bir kısım dünyalı, dibimizde, Antalya’da, çoluk çocuğunu almış koşuyor, yüzüyor, bisiklete biniyordu.
İster istemez gaza geliyor insan. Benden önce olay yerine giden takım arkadaşlarım çoktan havaya girmiş. Son üç gün kamp halindeyiz. 1400 kişiyle birlikte sadece spor yapıp, yemeğimizi yiyip dinleniyoruz. Ama atletlerin form durumu sinir bozucu. Çünkü bizim aksimize üç günlüğüne memleketin gündeminden kopup gelmemişler Belek’e. Hayatlarını Ironman yarışlarına göre organize etmişler. Daha 10 gün önce bir yarıştan çıkmışlar. Şimdi buradalar. Üstelik bu seyahat-spor rutinine girmiş olanlar arasında Türkler de var.
Atletler sıkı sporcu olunca, umudumuz hava şartlarında. Cem’e “Hava bozarsa avantajımıza olur, dalgalı denizde iyi yüzerim” diyorum. Hay söylemez olayım. Ertesi sabah fırtına kopuyor. Üç metre dalga var ve yüzme etabının iptali gündeme geliyor. Bu sırada Cem’in sağ bacağında ödem oluşmuş, Agit de akşam antrenmanında bisikletten düşüp iki lastiğini patlatıp jantları kırmış. Tam bir felaket senaryosu! Isparta’dan yeni jant siparişi veriliyor. Yarış sabahına yetişmesini umuyoruz. Cem’in bacağına lazer tedavisi yapılıyor. Deniz akşam saatlerinde biraz duruluyor. Neyse ki yarışa sağ salim başlıyoruz.
TERS YÖNE GİREN YÜZÜCÜ
Start bende. Önce profesyoneller suya giriyor. 5 dakika sonra biz. Su çamur gibi ama yarış fena değil. Finişe doğru, nasıl olduğunu anlamadan ‘karşı yönden’ gelen bir yüzücüyle çarpışıyorum ama sorun yok. Bayrağı Agit’e devrediyorum. Fena gitmiyoruz. Agit, bisiklet etabında uçuyor ve birinci tamamlıyor. Kan ter içinde bayrağı Cem’e getiriyor. Cem, bir deparla çıkıyor, birkaç profesyoneli geride bırakıyor. Kendi deyişiyle ‘fazla aşka gelmiş’, bir süre sonra temposu düşüyor ama pes etmek yok. 20 kilometrenin sonunda stada giriyor, bacağı fena durumda. Son 100 metreyi takım olarak koşuyoruz. Cem “Beni sürükleyin” diyor. Bitmiş vaziyette. Alkışlar arasında geçiyoruz finişi. Cem yığılıp kalıyor. Üçüncüyüz! Bizim için büyük başarı.
Evet, spor dostluk, barış, kardeşlik. Fakat memleketçe biz formumuzu harala gürele yaşayarak koruyoruz. Hepimiz kavgadan besleniyoruz. Ya da böyle avunuyoruz. Başka türlü nasıl başarırız bilmiyorum ama şurası kesin; demir-adamlığı onlardan öğrenecek değiliz!