Güncelleme Tarihi:
Karanlık bir gündü. Türkiye yine mideme kramp sokan cinsten gündemlerle boğuşuyordu. Çocukların, tecavüzcüleriyle evlendirilmesini öngören tartışmalar yapılıyordu. Her gün birkaç ölüm haberi geliyor, düne kadar vizesiz girmeyi konuştuğumuz Avrupa Birliği bize büyük harflerle ‘Hayır’ diyordu. Zihinsel olarak yorulmuştum ve insanın böyle günlerde yapacağı en iyi şeyi yaptım. Farklı insanlarla tanışmak ve yaşadığım evden kilometrelerce uzakta kendimi keşfetmek üzere yola düşmeye karar verdim. Amacım, Amerika’nın istilasına uğramış, Güneydoğu Asya’da yer alan Vietnam ve Kamboçya’ya gitmekti.
Sinan’ı aradım. Sinan benim arkadaşım. “Hem tur gibi hem değil” sloganını şiar edinmiş, kendini dünyayı keşfetmeye ve bizleri gezdirmeye adamış, bunu da kendine ‘iş’ yapmış bir adam...
Vietnam-Kamboçya için aynı yaşlarda şahane bir ekip ve program oluşturdu bizim için. Asya’yı gezmek, Amerika ve Avrupa’yı gezmek kadar para gerektirmiyor.Zira, 1 Vietnam Dong’u 0.0002 Türk Lirası. Yani sayılı gün de olsa kendini zengin hissediyorsun.
İstanbul’dan yola çıktık. İlk durağımız Kuzey Vietnam’da yer alan Hanoi, Mai Chau, Halong Bay’dı. Ardından Güney Vietnam’da eski adı Saigon, yeni adı Ho Chi Minh City’ye gittik. Sonrasında da uçakla Kamboçya’ya geçtik, Siem Reap’e giderek Monkların yaşadığı tapınakları ve en görkemlisi Angor Wat’ı gördük. Bence bir yere turist olarak gittiğinizde en iyisi oranın yerlilerini takip etmek. Biz de en çok bu anlardan keyif aldık. Vietnam’da insanlar doğal ve kibar. Sabahın ilk ışıklarında, şehirdeki sayısı 42 milyondan fazla olan motorlarla vızır vızır ilerliyorlar. Biraz kısa boylu ve ufak tefek olduklarından aynı motora 3-4 kişi binebiliyor. Aynı motorları, eşya taşırken de kullanıyorlar. Burada karşıdan karşıya geçerken bile adrenalininiz yükseliyor. Motor kullandığımda da aynı heyecanı yaşadığımı söyleyebilirim. Trafik ışıkları neredeyse yok ama nasıl oluyorsa bu sıkışıklığa rağmen kaza görmek çok zor. İnsanlar birbirlerine şemsiyeyle vurmuyorlar.
KÖLE OLMAKTANSA TEHLİKE İÇİNDE ÖZGÜR OLMAK
Karşıdan karşıya geçmenin bile heyecanlı olduğu trafikte bir günüm motor üstünde geçti. Trafik ışıklarının neredeyse olmadığı bu yerde, bu kadar sıkışıklığa rağmen kaza görmek çok zor. İnsanlar birbirlerine şemsiyeyle vurmuyor. Tek yaptıkları korna çalmak ki bu da bizdeki gibi tepki değil uyarı mahiyetinde...
Vietnam’da hava nemli ve yağışlı. Dolayısıyla yeşili bol. Güzelliğin tarifini sorsalar, uçsuz bucaksız pirinç tarlalarıyla yapabilirim. Sabah 6’da bisiklete atlayıp, doğanın orta yerinde müthiş bir nefes alıp, buranın samimi, bakışlarıyla, dokunuşlarıyla çok şey anlatan Vietnamlılarıyla tanıştım ki şahanelerdi. Bu arada biliyor muydunuz? Dünyada en çok kahve üreten ülke Brezilya’dan sonra Vietnam... Bizim içtiğimiz Amerikan kahvelerine ‘kahve aromalı şekerli su’ diyorlar ki çok haklılar.
Burada halkın yüzde 18’i Budist ve nüfusun büyük çoğunluğu ateist. Ülkede komünizm düzeni hâkim. Ancak 1965’ten 1973’e kadar süren savaş sonrası, Amerikan şirketlerinin ülkeye yerleşmesinin önüne tam olarak geçilememiş. İstihbarat elemanlarının ülkeye girmesinden itibaren 17 yıl süren savaş sonunda, Vietnam topraklarını istila ederek rejimi değiştirmek isteyen Amerika hüsrana uğramış. Vietnam askerlerinin direnişini, savaş taktiklerini gördüğümüz, eski adı Saigon, yeni adı Ho Chi Minh City’de yer alan Cu Ci tünelleri, insanın zor durumlarda sınırlarını ne kadar zorlayabileceğinin göstergesi. Köle olmaktansa, tehlike içinde özgür olmayı seçen, kısa boylu ve zayıf Vietnam askerleri tarafından yapılan tünellerde savaş sırasında 17 bin kişi yaşamış. Hastaneden mutfağa, dikimhaneye kadar her ayrıntıyı düşünüp, yüzlerce metre tünel kazmışlar. Örneğin, tünellerin birinde yer alan mutfağın bacası, mutfağın yeri bulunmasın diye metrelerce ötede. Bacanın çıkışı yine anlaşılmasın diye doğal bir taşla kapatılmış. Taşın yüzeyinde delikler var. Bu deliklerden çıkan duman dikkat çekmesin diye, havanın sisli olduğu gündüz vakitlerinde yemek yapılıyormuş.
Savaş mahallini gezebildiğiniz Ho Chi Minh City’de ayrıca daha detaylı bilgi alabileceğiniz müzeler de var. Burada, savaştan yıllar sonra doğmuş çocukların, savaş sırasında kullanılan bombalarda yer alan kimyasallar sonucu nasıl sakatlandıklarının fotoğraflarını görüyorsunuz.
Savaşın Vietnamlılara yaşattıkları hafızamızda, Kamboçya’ya uçuyoruz. Kamboçya’da yer alan Siem Reap şehri, Vietnam’daki şehirlere göre daha Batılı. Avrupalı çok sayıda genç, tatil için burayı tercih ediyor. Bazılarıysa tamamen yerleşmiş. Restoranlar daha lüks ve Asya mutfağı Batı ile harmanlanmış. Kamboçya için anlatılacak çok şey var ama özellikle tapınaklar bölgesi büyüleyici. Angkor Medeniyeti’nin izlerini taşıyan onlarca tapınağın en tanınanı ise Angkor Wat. Güneşin en güzel doğduğu sayılı yerlerden biri. Gerçekdışı bir manzara ve turuncu kıyafetleriyle Monklar merak uyandırıyor.
TA PROHM TAPINAKLARINI MUTLAKA GÖRÜN
Tapınağın içinde, yaşı oldukça küçük olan Monklardan biri dua tarzında anlamadığım bir şeyler söyleyerek bileğime kırmızı bir ip bağlıyor. Güzel dilekleri hoşuma gidiyor. Memnuniyetle gülümsüyorum.
Size bir tavsiye: Asırlar boyunca terk edilip, 1858’de Fransız doğabilimci Henri Mouhot tarafından keşfedilen, büyük ve görkemli ağaçların sarmaladığı Ta Prohm tapınaklarını görmeden ölmeyin.
Bunca doğal güzellik ve büyüleyici atmosfer bizde olduğu gibi Kamboçya’da da kötü insanların dokunuşlarıyla bozulabiliyor. Küçük çocuklar, büyük ve çirkin adamlara satılıyor. Kamboçya’da fuhuş yaygın ve en kötüsü ailelerin küçük çocuklarını satarak para kazanmaları. “Bu nasıl olur” diye söylenirken bizi en iyi Ayşe anlıyor. Türkiye’den çıkıp Kamboçya’ya yerleşmiş genç bir kadın. Kamboçya’da yer alan ölüm tarlalarının hemen yanındaki bir köye aşevi açmış. Burada köyün çocuklarının yemek masraflarını karşılıyor, onlara eğitim veriliyor. Ayşe, “En çok korktuğum; bu pisliğin onlara da bulaşması. Aklım çıkıyor köye biri geldiğinde. Çocuklar gelenlere güveniyorlar, oynuyorlar, sarılıyorlar. Hep tedirginim. Tek istediğim onların kaderinin diğerleriyle bir olmaması.”
Aynı Ayşe gibi, yaşadığımız bu güzel ülkeyi güzelleştirmenin yollarını biliyoruz. Bunun için çalışmaya devam...