Güncelleme Tarihi:
Nevada eyaleti, çölün orta yeri. Saatlerdir sıcağın dibinde, karavanın içinde; beynim hafif erimiş, hissediyorum. Festival kapısının önüne dayanmışız, karavandan inmemiz rica ediliyor. “Of”, “puf” derken... O hisle sarsılıyorum. Sarılma hissi. Var gücüyle sarılıyor kız. Kemiklerimiz çarpışıyor, kenetleniyor. Yıllardır bu anı beklermiş gibi. Kardeş sıcaklığı, dost özlemi gibi. Bir insan, birkaç saniye öncesine kadar hiç tanımadığı, görmediği birine karşı nasıl böyle hisli sarılabilir? Zaten bu sorunun cevabı, festivalin ta kendisi.
Kızın ve kapıda dizili onlarca kişinin işi bu: Burning Man festivaline gelen 70 bin küsur kişiye sarılmak, onları kucaklayarak, “Evine hoş geldin yavrucuğum” demek ve “Bakir/bakire misin?” diye sormak.
O kapıdan ilk kez geçiyorsan ritüel şu: Önce kendini yere atıp birkaç tur kumda yuvarlanacaksın. İyice toza battığında sana uzatılan çubukla önündeki çana var gücünle vurup şöyle avazın çıktığı kadar bağıracaksın: “I’m not a virgin anymoreee!!!!” (Artık bakir/bakire değilim)
KURAL ÇOK, SINIR YOK
Kurucularından Larry Harvey’nin 2004’te yazdığı ‘Burning Man’in 10 prensibi’ bildiğin festival kuralları gibi gözükebilir; değil. Daha fazlası. Kimisi, bu prensipleri yaşam felsefesine dönüştürmüş, hayatını toptan değiştirmiş durumda. “Burning Man: Yeni bir din” gibi iddialı ve parlak etiketler de buradan geliyor. Kamp yerine yerleştikçe, her prensibi tek tek deneyimlemeye başlıyorsun, “Belki de dünyanın böyle bir akıma ihtiyacı var” diye ciddi ciddi düşünüyorsun:
Gerçek hayattaki rütben sökmüyor, paran geçmiyor. Kullanımı yasak. İstesen de bir şey alamazsın parayla.
Tüm kurulu düzen gönüllülük ve karşılıksız bir ‘hediye’ kültürü üzerine kurulu. Biri susayanlara soğuk kahve yapıyor, diğeri kahve yapmaktan yorulanlara masaj yapıyor. Masörün süslenmeye vakti yok, o işi yanındaki dövmeci yapıyor. Böyle halka halka uzayıp giden bir saadet zinciri bu. Hemen yerleşiyorsun kendiliğinden.
Önemli olan karşılıksız olması. Sonsuz iyiliklerle karşılaşıyorsun. Karşılığında tek yapman gereken sıkı sıkı sarılmak.
Arkanda çöp bırakmayacaksın. Bir hafta boyunca koskoca çölde yerde bir izmarite bile rastlaman mümkün değil. Herkes müthiş bir sorumlulukla arkasında çöp bırakmıyor. Cebinde çiğnenmiş sakız, bira kapağı, izmarit geziyorsun mutlu mutlu.
Düzen seni kendin olmaya zorluyor. Üzerinden kendini tanımladığın tüm kimliklerinden uzakta, özünle baş başasın. “Ne iş yapıyorsun?” diye başlamıyor muhabbetler. Kimsenin de umurunda değil zira.
Asıl amaç insanlar arasındaki bariyerleri kaldırmak, insanları kendi konforlu alanından çıkarmak. O noktada empati devreye giriyor, mutluluk çıkıyor.
Yaratıcı işbirliği ve sivil sorumluluk: İki anahtar kavram.
HER ŞEYİN TOZ BULUT OLDUĞU ZAMANLAR
Bir hafta boyunca çölün ortasında yaşadığım olağanüstü karşılaşmaları, gerçeküstü deneyimleri kabaca tarif etmek için kısa bir bisiklet turuna çıkmalı. Gündüz sürekli bir kum fırtınası içindesin; gördüklerin sürreallik sınırlarını zorluyor. Sonsuz bir coğrafyada hayal meyal görebildiğin tek şey dönen tekerlekler. Yolunu çoktan kaybetmişsin, karşına ne çıkacağına dair en ufak bir fikrin yok. Listesini tutsam şöyle bir şeye benzerdi: Toz - bulut, hooop karşında canlı bir “Ted Talks” konferansı, toz – bulut, hooop karşında bir sosisli arabası servis yapıyor, toz – bulut, hoop bir düğünün tam ortasına düşmüşsün ve düğündeki herkesin kostümü gelinlik. Damat dahil! Toz – bulut, hoop karşısında alev alev bir parti, Paul Oakenfold çalıyor, hooop bu kez karşıdan Katy Perry geliyor sana doğru über fantastik kostümüyle.
Gecesi daha farklı, akıl kaçırtıcı. Çöl karanlığında sonsuzluğa yayılmış 300’e yakın sanat işleri, heykeller, sanat arabaları rengârenk dönüyor, hareket ediyor. Çimdiklemek nafile. Tokatlıyorum kendimi. Yok, yetmiyor.
70 BİN KİŞİLİK AİLE
Patrondan gelen uyarı maili, hep aklımın bir köşesinde:
1. Bol bol su iç.
2. Ölmeden gel.
İlki en zoru. Çölde hayat zor. Kamp alanı çok büyük. Bir noktadan diğerine gitmek birkaç saatini alabiliyor. Bir parti, bir gün sürebiliyor. Çoğu zaman partiyi yarıda bırakıp kamp evine dönme sebebin suyunun bitmesi olabiliyor. İkincisi kolay. 70 bin kişi gözünün içi gibi bakıyor sana. Vücudunun kuruduğunu gören sana sormadan güneş kremiyle, nemlendiricisiyle bir güzel cilalıyor seni. Sümüğün mü kurumuş? Dert değil, biri dans ederken temizlene yardım bile eder.
HERKESİN KAFASI KENDİNE
Dert etmeyin. Sapıtmak, saçmalamak zorunlu değil. Herkes istediği kafayı yaşamakta özgür. Etkinlik kitapçığını hafifçe bir taramak, çeşitliliği hissetmek için yeterli. Herkes için bir kamp alanı, her ruh için bir beslenme noktası var. Güzelliği de bu. Bir grup toplanmış, dini meseleleri tartışıyor, diğeri sevgiliye orgazm yaşatmanın uygulamalı çalışmasını yapıyor. Gece partileri de insanları gibi çoktan seçmeli: Transa geçip çatır çutur dans edenler bir kampta, defileden fırlamış bir poz ve dozla dans eden Los Angeles aktörleri diğer kampta. Birbirinden alakasız ruhlar, bedenler müthiş bir ahenk ve uyum içinde yaşıyor, eğleniyor.
YENİ ZENGİN MERAKI
Karavanla kampa yaklaşırken uzaktan tuttuğumuz “16 dakikada 9 özel uçak” hesabı azmış bile.
Festival, milyonerlerin, günümüz jet set kalabalığının, über şöhretli yaşamların son yıllardaki yeni seks oyuncağı tadında. İşin felsefesine hiç dokunmadan, son dakika tepeden inip sadece ‘fantezi’ kısmını bandıra bandıra yaşayan ekip bu. Çöl alan ve heybetli dağlar bir doğa harikası değil Instagram dekoru; kostümse kendini ifade etme biçimi değil, salt fetiş objesi. Dertleri aynı: Kucaklaşmayalım, ‘like’laşalım.
Olsun. Onları da anlıyor, oldukları gibi kabulleniyorsunuz. Daha da mühimi: ‘Like’lıyorsunuz.
Tüm o yardımlaşma çarkı, ortak hassasiyetle doğaya gözün gibi bakma bilinci, kendin gibi olmayanla bile tatlı bir uyumla yaşamanı sağlıyor.
Peki, ya sonra?
Bir hafta sonunda sonsuz bir iyimserlikle, umutla, ayrılıyorsun kamp alanından. Elinde olsa 70 bin kişiye sıkı sıkı sarılıp düşeceksin yola. Bir yıl boyunca ihtiyacı olacak sevgiyi dökmek istiyorsun hepsinin üstüne.
Paranın ve kartvizitin yerine sevginin gücüyle ve salt yardımlaşmayla ikame etmişsin yaşamını. Varlığını bile unuttuğun fabrika ayarlarına dönmüşsün.
Gerçek hayatla nasıl başa çıkacaksın?
Adım adım şöyle oluyor...
İlk günler, sokaklarda anlamsız gülerek, insanlara sebepsiz yardım tekliflerinde bulunarak, yerdeki çöpleri mutlu mutlu toplayarak geçiyor. Kibre, öfkeye, hırsa çarpınca arada doğuştan ‘burner’ bir arkadaşımızın dediği gibi söylenmeye başlıyorsun: “Beni Burning Man çizgimden uzaklaştırmayın, adamı hasta etmeyin.” Sonra arka arkaya kan, ölüm, şehit, saldırı haberleri alıyorsun. En ümitsizliğe kapıldığın, insanlığa küstüğün anda hatırlıyorsun: Çok uzakta, çölün ortasında, senin yeni bir evin, 70 bin kişilik bir ailen var. Kollarını açmış seni bekliyorlar. Umudun var. O aile her geçen gün biraz daha büyüyor. Üstelik sponsorlarla, markalarla, promosyonlarla değil –Hepsi yasak- saf sevgiyle, el ele tutuşarak. Hepsi birbirinden farklı olmasına rağmen... Bulunduğu doğaya gözü gibi bakarak... Şu an 70 bin kişilik, 1 haftalık, ütopik bir macera gibi gözükse de ‘Burning Man’ fikri gelecek için umuttur. İnsanlık için. İnsanlığımız için.
NASIL DAHİL OLABİLİRSİN
Kâr amacı gütmeyen bir organizasyon. Herkes gönüllü.
Adını, festivalin son gecesi meydanın tam ortasına dikilen dev tahta adam heykelinin yakılmasından alıyor.
Etkisi tek haftayla sınırlı değil. 220 temsilciliği var. Yıl boyunca, 60 ülkede aynı felsefeyle farklı karnavalları yapılıyor.
Ocak ortasında, belirlenen nüfus sayısına göre biletler satışa çıkıyor. 390 – 800 dolar arasında değişiyor. burningman.com