Güncelleme Tarihi:
Hamed hafif İran aksanlı Türkçesiyle anlatıyor: İlber Ortaylı yıllar önce İran’a geldiğinde “Beni Kazvin’de kaleye götürün” demiş.
“Kazvin’de kale yok ki” diye yanıtlamışlar.
Hoca, “Cahil olduğunuz için bilmemeniz normal. Beni Kazvin’e götürün” diye üstelemiş!
Kahkahalarla anlatıyor Hamed.
Hoca, meşhur Alamut Kalesi’nden söz ediyormuş.
Tarihin en korkunç ölüm makinesinin, ilk teröristlerinin mabedinden...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cemaat’çileri ‘Haşhaşiler’e benzetmişti ya...
Terörizmin atası, Hasan Sabbah’ın fedaileri Haşhaşiler’in merkeziydi Alamut Kalesi.
‘Haşhaşilerin inine girdik’ başlığını atma fikri bile kendimizi İran’ın dağlarına vurmaya yetti...
ARABA BİLE KORKTU
KALEYE TIRMANIŞ
Cüstani Kralı Vahsudan yıllar önce bölgede avlanırken bu sarp ve tüyler ürperten kayanın önünde durmuş.
Bir kartal avlanmak için kayanın tepesini mesken edinmiş.
Adını vermiş: Ala-mut yani ‘Kartal Yuvası’...
180 metrelik kayayı oymuş ve işgal edilmesi tek kelimeyle ‘imkânsız’ kaleyi inşa etmişler.
-“Bugün Acemler Türklerin uşağı durumunda ve Nizamülmülk bu uşakların en aşağılık olanı.”
Hasan Sabbah
(Amin Maalouf, Semerkand s. 83 çeviri: Esin Talu Çelikkan)
HASAN SABBAH KALEYİ NASIL ALMIŞ?
Hasan Sabbah, 17 yaşına kadar İslam bilimi, astronomi, matematik her şeyi hatmetmiş. Muazzam bir entelektüel ve din âlimi olmuş.
Şii tarikatı İsmaili öğretisini de benimseyince Sünni nizamın sembolü Selçuklu Devleti’ni yıkmak ve Nizamülmülk’ü yok etmek hayatının hedefi olmuş. Nizamülmülk’ü Türklerin emrine giren hain ilan etmiş. Ortadoğu’yu karış karış gezmiş, mürit toplamış. Onlara kılıktan kılığa girme, casusluk ve cinayet sanatını öğretmiş. Ve en önemlisi emir verdiğinde gözlerini kırpmadan canlarını feda etmeyi...
Bir gün Alamut Kalesi’ni görmüş ve kafaya koymuş. Önce adamlarını bölgeye sızdırmış, kalede işçi, asker olmuşlar.
Adamları kaleye hâkim olduğunda gitmiş ve kalenin hükümdarına “Kaleni istiyorum” demiş. Adama 3 bin altın verip göndermiş...
Haşhaşilerle barış yapmaya yanaşmayan vakur Sultan Sencer uyandığında baş ucunda yere saplı bir hançer görür. Hasan Sabbah’tan bir mesaj gelir: “O hançer taş yerine yumuşak göğsüne saplansın istemez miydim?”
ALAMUT’UN KAPISINDA
Dar patikadan canımız çıkmış halde tırmanıyoruz. Yol, katırların zorlukla geçebileceği genişlikte. Yolun sonunda ahşap, yüksek bir kapı... Eskiden siyah, dev bekçi köpekleri beklermiş. Burası dünyanın en korkutucu katillerinin, tarihin ilk teröristlerinin evi. Odaların, depoların duvarları, sarnıç görülüyor.
Hasan Sabbah’ın evi en tepede olmalı.
Bir kere girip 35 yıl boyunca sadece iki kez çıktığı rivayet edilen ev... Burada okumuş, yazmış, ibadet etmiş ve örgütü yönetmiş.
Bir fedainin kesik başı, kanlar içinde yerdedir. Hasan Sabbah fedaileri odada yalnız bırakır. Kelle onlara dağın şefine itaat etmelerini söyler. Oysa kelle ölü taklidi yapan, vücudu zemine gömülü bir fedaidir. Sonra oyun ortaya çıkmasın diye onu gerçekten öldürür, kellesini kazıkta sergiler.
NİZAM, HAİN OLUNCA...
Rivayete göre şair Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ın veziri Nizamülmülk aynı hocanın öğrencisiymiş.
İran tarihinin unutulmaz üç figürü gençken birbirine söz vermiş... Kimin durumu iyi olursa diğerlerine o bakacakmış.
Nizamülmülk Türk istilasından sonra Selçuklu’ya vezir olunca Hayyam ondan sadece şarap içebileceği, rahat edeceği kadar altın istemiş. Hasan Sabbah ihtiraslıymış, devlette önemli bir görev talep etmiş.
Ama bir süre sonra Melikşah’ı Nizamülmülk’ten soğutmaya, ayağını kaydırmaya çalışmış. Can düşmanı olmuşlar. Sonunda Selçuklu Sarayı’ndan sürülmüş.
Sabbah can düşmanından intikamını Haşhaşiler sayesinde almış. Onu müritlerine öldürtmüş.
NEDEN ÖLMEK İÇİN CAN ATIYORLAR?
Kanallardan alabildiğine şarap, süt, bal ve su akmaktadır. Dünya güzeli kadınların ve genç kızların ellerindeki çalgılardan en hoş tınılar, dudaklarından en hoş şarkılar dökülür. Dans figürleri izleyenleri büyüler. Şeyh’in gayesi, tebaasını buradan öte bir cennet olmadığına inandırmaktır... Bu civarda yaşayanların gözünde vadi cennetin ta kendisiydi!
(Bernard Lewis, Haşhaşiler s. 25-26 çeviri: Kemal Sarısözen)
Kont Henry, ordusunun 10 kat büyük olduğunu söyleyince Büyük Usta Reşit fedaisine bir işaret yapar. Fedai kendini kalenin tepesinden aşağı atar.
ŞERİATI YASAKLAYAN ŞEYH
Sabbah’ın takipçileri arasında en ilginç figür Usta Hasan olmuş. 35 yaşında şeyh ilan edildiğinde bir odaya girmiş. Beyaz bir kıyafet giymiş ve yeşil, kırmızı, beyaz, sarı bayraklar astırmış ve konuşmaya başlamış:
“Görevinizi yaptınız, mümin olduğunuzu kanıtladınız. Artık şeriat baskısına gerek kalmadı.”
Namazı yasaklamış, Katiller Vadisi’nde şarabı serbest bırakmış. Hatta İslami kurallardan vazgeçmeyenleri öldürtmüş. Böylece bir safahat dönemi başlamış.
ALAMUT NASIL DÜŞTÜ?
Selçuklular kaleyi ilk kuşattıklarında Hasan Sabbah 60-70 kişiyle direnmiş.
Selçuklu ordusuna sultanlarının öldürüldüğü haberi gelince hepsi çil yavrusu gibi dağılmış.
Suikastı kafaya koyduklarında engellenmeleri söz konusu değilmiş. Bir daha da kimsenin gücü, onbinlerce askere, tüfeğe, mancınığa rağmen bu kartal yuvasına girmeye yetmemiş. Ta ki dünyayı kasıp kavuran Moğol istilasına kadar.
Cengiz Han’ın torunu Hülagü kaleyi yakarak ele geçirmiş.
Alamut’un meşhur kütüphanesini de yakmışlar.
Sadece tarihçi Cüveyni’nin bazı kitapları almasına izin vermişler. İnsanlık mirası pek çok eser yanıp kül olmuş. Amin Maalouf’un ünlü romanı ‘Semerkand’ bu yangından kurtulduğunu hayal ettiği bir kitapla ilgilidir: Ömer Hayyam’ın ‘Rubaiyat’ı.
Haşhaşiler İsmaili öğretisini Hindistan’a kadar yaymış, kimi kılıçtan geçirilmiş, kimi farklı yerlere dağılmış...
Ama Alamut tüm sırları, efsaneleriyle tarih sahnesinden çekilmiş.
Hasan Sabbah’ın evi diye hayal ettiğim tepeden vadiye bakıyorum.
Burada yaptığı korkunç planları hayal ediyorum, ama bir yandan ateşli devrimci ruhunu anlamaya çalışıyorum.
Gökyüzündeki kuşlar, dağdaki kokular, şırıl şırıl akan nehir, hepsi aynı olmalı...
Galiba insan da...