Güncelleme Tarihi:
SÖYLEŞİNİN PERDE ARKASI
Sordukça lafını esirgemeyen adama dönüşüyor
*Armağan Çağlayan’la Levent’te buluşmak üzere sözleşiyoruz. Burası onun ‘krallığı’... Oldukça rahat karşılıyor beni. O sivri dilli Armağan’dan adeta eser yok.
*Konuştukça açılıyor. Odasındaki geniş koltuğa rahatça oturuyor. Ben sordukça ‘lafını esirgemeyen adam’a dönüşüyor.
* Sözleri çok iddialı. Ama o, bunları “Küçük dağları ben yarattım” havasında söylemiyor, gerçekten mantıklı açıklamalarla geliyor. İşte atışmalı, bazen takışmalı bir Armağan Çağlayan portresi.
Aslında avukatsınız. Ama meslek olarak yapımcılığı seçtiniz. Bizse sizi ekranda jüri üyesi olarak tanıdık. Ardından tiyatroda oyunculuk yaptınız. Köşe yazdınız. O da yetmedi, röportajcı oldunuz. Şimdi de televizyonda gündemi masaya yatıracağınız bir işle karşımızdasınız. Kafanız mı karışık?
-Yo! Ben her şeyi yapabiliyorum.
Bu özgüven patlaması mı yoksa popüler kültürün kaçınılmaz sonu mu? Oyuncu da ol, kitap da yaz, televizyona da çık...
- Madem kitap yazmak dedin... O ünlülerin hiçbirinin, kitapları kendilerinin yazdığına inanmıyorum. Popüler figür olan insanlar, gölge yazarlara para verip kitap yazdırıyor. Bana gelirsek, bu özgüven değil. Mesela bu program yerine, “Gel, şu programda jüri ol deseler” o koltuğa oturmazdım artık.
Gölge yazarlardan bahsettiniz, gazete yazılarınızı kendiniz mi yazıyordunuz?
-Tabii. Köşe ve kitap yazmak arasında fark var. Kitap yazmak zaman ve büyük emek isteyen bir şey. Benim de aklımda kitap yazmak var ama vaktim yok.
Son zamanlarda işi gazetecilik olmayan ama gazetecilik yapan ünlüler furyası var. Nedir bu gazetecilik sevdasının sebebi?
-Benimki bir sevda değildi. Sevda, bir şeyin peşinden koşturarak olur. Ben çeşitli gazetelerin kapısına giderek “Bana burada haber yaptırın” desem, o sevda olabilir. Ama sizden talep edilirse bu bir tekliftir, yapar ya da yapmazsınız.
Ekranda göründüğü gibi agresif bir adam mısınız, yoksa bu sizin ‘ambalajınız’ mı?
- Benim adım çıkmış! Ayrıca kötülük ve iyiliğin genelgeçer kuralları yok. Kişiye göre değişir. Sonuçta yastığa başımı koyduğumda huzurluyum. Zaten herkes bana iyi dese, benden star olmazdı. Herkesin sevdiği insandan ev kadını olur.
Antipatik bulunmaktan korkmuyor musunuz?
Hayır, bir ürün satmıyorum ki! Bunu ürün satanlar düşünsün.
Bip’lenen ‘gay’, sansür değil otosansürden
Yeni programınızda Türkiye gündemini yorumlayacaksınız. Sahi gündemi nasıl yorumluyorsunuz?
- Hepimize geldiği kadar bana da karmaşık geliyor. Herkes gibi anlamak için çaba sarf ediyorum.
Karamsarlığa kapıldığınız oluyor mu?
- Tabii, olmaz mı? İtiraf edeyim, arada ‘Buradan gitsem mi’ diye düşündüğüm bile oldu. Ama ben başka bir ülkede yaşayamam. Türklük benim genlerimde fazlasıyla var sanırım. Bir de 50 yaşımdayım artık, bu karar için geç.
Gitme isteğinizin sebebi ekrandaki sansürler, kadına şiddet ya da siyasi iklim mi?
- Hepsi.
Umut var mı?
İnşallah! Herkes gibi umutsuzluğa kapıldığım zamanlar oluyor ama sonra bir şey okuyor ya da görüyorum, fikrim değişiyor, içim umut doluyor. İnşallah hepimizi daha iyi günler bekliyordur.
Peki Türkiye’de yaşananlar sizce ekranı nasıl değiştirdi?
Ötekini berikini bip’ler olduk!
O halde sansüre, ekrandaki dekoltenin azaltılmasına, öpüşme sahnelerinin yasaklanmasına gelelim..
.- Mesela geçen hafta Çağatay Ulusoy’un ‘Delibal’ filminde söylediği ‘gay’ ve ‘rakı’ kelimeleri bip’lenmiş. Aslında bence RTÜK’ten ceza alacak kelimeler değil. Bu bir kanalın otosansürü. Zaten yapımcılar, ekran yüzleri, kanal yönetenler giderek daha fazla otosansür yapar hale geldik.
Neden böyle olduk?
- Baskı, otosansüre döndü. Muhtemelen benim de sabah toplantılarında “Yok onu yapmayalım” gibi şeyler dememin bir sebebi bu.
Ön sevişmenin nesi kötü olabilir
Otosansür olmasa ve o kelimeler yayımlansa ahlaksızlaşır mıyız?
- Hayır canım. Mesela bip’lenen ‘ön sevişme’ kelimesi var. Bunun nesi kötü olabilir? Hiçbirimizi leylekler getirmedi.
Geçmişte ‘Huysuz Virjin Şov’u yaptınız. Bugün yapabilir misiniz?
- Hayır. Biz yapmayı bırakalı çok oldu. Seyfi Bey’e de (Dursunoğlu) sonra yaptırılmadı bildiğim kadarıyla. Mesela Hülya Avşar, şovunda Ricky Martin’in poposunu ellemişti. Eğer şimdi aynı programı çekseydik, yapımcı olarak o bölümü yayımlar mıydık emin değilim.
Peki ekrandaki işler bizleri ne kadar etkiliyor? Biz mi dizi ve programları yönlendiriyoruz, onlar mı bizi?
- Ekranı halk yönlendiriyor. Gerçi reyting sistemi başlı başına tartışılması gereken bir konu. Bir önceki reyting sistemini kuranların çoğu tutuklandı, sonra takipsizlik kararı alındı. Ona rağmen reyting yolsuzluğu yapılıyor diyerek yeni bir reyting sistemi kuruldu. Şimdi de o sistemi kuranlar tutuklu... Bu panel Türkiye’yi yansıtıyor mudur, bilmiyorum. Ama böyle giderse ben ve benim gibi birçok yapımcı herhalde yedi sene sonra falan işsiz kalırız. Çünkü sistem bizi dışına iter.
ONUN HAKKINDA BİLMENİZ GEREKEN 4 ŞEY
*Çocuğum olsun isterdim. Ama bu eğitim sisteminde okusun istemezdim. Onu iyi yetiştirmek için çok çaba harcamam gerekirdi. Belki de çocuğun olmaması şimdilerde daha büyük şans.
* Duygusal değil, mantık adamıyım. Her şeyi akılla çözerim. Ama çalışırken çekilmez olurum.
* Zaten çok sosyal biri değildim. 50 yaşındayım, şimdi iyice asosyal oldum. Artık gürültüyü kaldıramıyorum.
* Geçmişime baktığımda düşünüyorum; bugünkü aklım olsa hayatıma savcı olarak devam ederdim...Merak etmediğim insanları konuk almak istemiyorum. Bazı insanlar röportaj kabızı zaten. Kendilerini saklamayı star olmak zannediyorlar. Ama bence star öyle olunmuyor.