Güncelleme Tarihi:
Estetik operasyonlar insanın duygularını da değiştirebilir mi? İşte tüm bu soruları Op. Dr. Yakup Avşar’a sorduk.
Dönemden bağımsız değişmeyen “güzeller” var mı?
Tarih boyunca güzel hep güzel olmuştur. Mesela Afrodit, geçmişte de güzel kabul ediliyordu şimdi de öyle. Ancak farklı coğrafyalar, kültürel yapılar ve hatta sınıflara göre değişen bir güzellik algısı var. Örneğin Avrupa’daki güzellik anlayışıyla Ortadoğu’daki farklı. Hatta ABD’nin değişik bölgelerinde dahi farklılıklar var. Ama mesela Çariçe 1. Katerina… Tarih boyunca güzel kabul edilmiş. Oysa kendi döneminin bile güzellik ölçütlerinden uzak… Bu nasıl oluyor? Çünkü toplumlar değişik motivasyonlarla ortak bir güzellik algısı yaratmışlar. Bu bazen gücün bazen de baskın kültürlerin dayatmasıyla ortak algılar oluşturur. Yani işin psikolojik boyutu var. Tarih boyunca toplum tanrıçalar yaratmış. İşte Katerina bunlardan biri! Birçok kişi Katerina’nın tablolarına baktığı zaman onu bugünün yargısıyla güzel bulmayabilir… Ama yine de güzellik denildiğinde o bir ikondur. Nefertiti’de de aynı algıyı gözlemleriz…
Aslında güzel bir kadın değilmiş. Ama onun heykelini yapanlar onu güzel yapmış. Yani çirkin olsalar bile biz onu güzel görmeye başlamışız. İkon olmuş birçok güzellik hayal ürünü. İşte işin en can alıcı kısmı da burada başlıyor, o hayali kuran kim! Bunun en genel cevabı sanatçılardır.
Yani binlerce yıl öncesinden bugüne kadar ulaşan güzellik algısı toplumun değil, sanatçının hayali mi?
Evet, güzelliğe ressamlar, heykeltıraşlar biçim vermiş. Aslında güzelliğe sanatçı güzüyle bakmak harika bir şey. Sıradan insan yüzeysel bir bakış açısıyla bakıp geçebilir. Oysa sanatçı gözü başkadır. Bir sanatçı yaşlı bir insanın da güzelliklerini görebilir ya da hayal edebilir. Güzellik doğada saklı. Her dönem için bunu söyleyebilirim. Doğal şeyler bize güzel gelir. Doğal bir gülümse, ağlama…
Bunlar duygularla da ilgili… Duyguların estetiği söz konusu olabilir mi?
İnsanın içindeki enerji onun en önemli unsurudur. Evet, somut olan bir bedenimiz yani fiziksel bir yapımız var. Ama bu yapıyı harekete geçiren işte o malum enerjidir. Bu enerjinin en iyi, güçlü olduğu dönem çocukluk yıllarımızdır. Çünkü o yaşlarda rahat ve özgür bir biçimde o enerjiyi dışa vurabiliriz. Ama yaşlılıkla birlikte onu kaybetmeye başlarız. İçimizdeki enerjiyi bedenimize aktaramayız, bir kopukluk olur. Bazı insanlar vardır, ruhundaki enerjiyi bedenine aktaramaz. İşte sorun da burada başlar. Bir insanın güzelliğini belirleyen sadece fiziksel durumu değildir, içindeki enerjiyi bedenine aktarabilme
potansiyelidir.
Ama yüzünde kabullenemediği bir ifade var. Yüzü düşmüş, yorulmuş. Sanki yaşlılık günlerine hazırlanan bir yüz. İşte demek istediğim bu. Orada bedeniyle, içindeki enerji arasında bir kopma meydana gelmiş. İçimizdeki enerjiyi yüzüne yansıtamamış ve yüzünde onu rahatsız eden bir ifade oluşmuş yıllar içinde. Bakın Kuzey Avrupa ülkelerine gittiğinizde sokakta gördüğünüz çoğu kişi dış görünüş olarak manken gibiler. Ama manken olamazlar asla. Çünkü iyi bir manken enerjisini bedenine kusursuz bir şekilde aktarmayı başarır. Bu yüzden, bazı insanlar beden görünümü zamanın güzellik kriterlerinin çok uzağında olsa da çekicidir. Afrodit ya da Nefertiti’ye de böyle bakabiliriz. Belki de enerjileriyle onlara bakan gözleri etkilemişlerdir. Yani içimizdeki enerji güzelliğimizin sınırlarını çiziyor.
Kim niye estetik yaptırıyor? İnsanlar güzel olmak için estetik yaptırıyor, demek yeterli bir açıklama mıdır?
Değişiyor. Kimisi ne yaptığını biliyor, kimisi ise ne yaptığını bilmiyor. Bazı kişilerse sadece bir şey yaptırayım diye harekete geçiyor. “Ben de yaptırayım. Ama ne yaptırayım, nereden başlayayım, ne olacağım?” sorularına cevap bulmadan geliyorlar.
Peki doktorlar hastayla ilk karşılaşmanızda ne düşünüyorsunuz?
Benim cevabını aradığım ilk soru “Bu kişinin estetiğe ihtiyacı var mı?” oluyor. Bu kişi estetik olgusunun farkında mı ve hedefi ne? Örneğin yüzünde hafif simetri sorunları var ama çok uyumlu. Onun rahatsız olduğu yer aslında çok doğal. Yani hastanın sıkıntı gördüğü şey aslında o kişiye doğal bir güzellik katıyor. Bunu ona anlatmaya çalışıyorum. Hâlâ ısrar ediyorsa o zaman psikolojik destek almasını öneriyoruz. Çünkü bazen kişide takıntı oluşur ve
ne yapsanız bunun üstesinden gelemiyorsunuz. En tehlikeli durum ise estetik bağımlılığı. Dünyada bunun örnekleri var. Birine benzemek için 40-50 ameliyat olan kişiler… Ya da başarısız bir estetik ameliyat sonrasında zincirleme devam eden ameliyatlar. Bunun tersi de var tabii. Başarılı bir estetik ameliyat sonrasın da bedeninin her bölgesine müdahale etmeyi aklına koyan ve seri ameliyatlar geçirmek isteyenler… Çünkü şöyle düşünüyor bu zihinler:
Her türlü bedensel sorunuma estetik çözüm olabilir.
Belki de akılları karıştıran altın orandır… Altın oranda bir yaklaşım değil mi?
Sanatçı ve mimarlar, yarattıkları kompozisyonlar, heykeller ve resimlerde altın dikdörtgen ya da altın oranı temel almışlar. Bu terim henüz tanımlanmamışken bile, birçok büyük şaheser altın oranla yaratılmıştı. Leonardo da Vinci ve Botticelli’nin bu teoriden, eserlerini zamansız birer hazineye çeviren bir şey anlamış oldukları aşikârdır. Altın oran matematikte, müzikte, sanatta, mimaride doğadaki nesneler ve insan vücudu aracılığıyla tanımlanır. Altın oran, aynı zamanda Fi’nin de temeli olan beş sayısı üzerine kurulu… Ben de çalışmalarımda kendi geliştirdiğim özel geometrik üç kenarlısına içtenlikle inanıyorum ve tasarımların her aşamasında yararlanıyorum. Söz konusu altın üç kenarlı, hepsi simetrik ve sabit altı daireden
oluşan yumuşak bir üçgendir. Bu modeli tüm mekanik ve sanatsal tasarımlarda kullanmıyorum. Bu model benim için bir güç, denge, ergonomi ve estetik sembolü. İnsan vücudu standartları bu altın üç kenara uyduğu için vücut yapısını bu üç kenara yerleştirerek oranları incelemek mümkün. Tabii ki şu soru çok önemli: Niye böyle çiziyoruz ve hangi arayışın peşindeyiz? Tüm bu arayışlar doğal güzelliğe ulaşmamızda sonuç verecek mi? Tüm bu sorular cevaplanmaya ve üzerinde çalışılmaya değer.
Kimdir?
Op. Dr. Yakup Avşar, 1969 yılında İran’ın Tebriz kentinde doğdu. Tıp Fakültesi eğitimini Tebriz Tıp Bilimleri Üniversitesi’nde 1996 yılında tamamladı. Tıp doktorası tezini “cilt greftleri ve flep cerrahisi” olarak aynı yıl sundu. Estetik plastik ve rekonstrüktif cerrahi uzmanlığını Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 2003 yılında tamamladı. Uzmanlık tezini “üç boyutlu kıkırdak otogreftlerinin yapılandırılması ve interperikonderiyel implantasyon üstünlüğünün saptanması” başlığı ile 2003 yılında sundu. 2006 yılında mikro-rinoplasti yöntemini geliştirerek dünyada çekiç kullanmadan endoskopik burun estetiği alanında öncü oldu. 2009 yılında Fransa’da robotik cerrahi eğitimi aldı. 2015 yılında 3D printing maske tekniğiyle ameliyat öncesi-sonrası simülasyon tekniğini geliştirdi. Bu teknik dünyada bir ilk olarak Reuters’de yayınlandı ve şu an dünyanın dört bir köşesinde kullanılıyor. Avşar’ın yayınlanmış birçok makalesi bulunmakta.