Güncelleme Tarihi:
Albümün adı, Sinem Sal’ın şiir kitabından geliyormuş. Bu ifadenin nasıl bir karşılığı var sizde? Nelere rağmen ‘Yine de Amin’?
- Sinem’in kitabının adını duyduğumda vurulmuştum. Sonra bir vakit geldi ki çok kullanmaya başladım. ‘Yine de Amin’i birçok paylaştığım yazının son cümlesi olarak, hatta bazen gündelik konuşmalarımda eksik etmez oldum. Şarkıları yazdıkça nasıl bir ruh halinde olduğumun resmi de belirmeye başladı. Geçen albümde dünyanın haline daha küskün bir insan vardı. Bu albümün hissiyatı belli ki; sevgiyi, mücadeleyi, bir olmayı, vicdanı, hoşgörüyü, umudu yüceltmek üzerine olacaktı. Belki gelmeyecek bir vapuru bekliyoruz ama ‘Ütopyalar Güzeldir’ (ikinci albümünün adı) diye başka bir taraftan dillendirdiğimiz gibi... ‘Yine de amin’i bir aşk hikâyesine de koyabilirsin, bir memleket yarasına da... “Sen beni belki karanlığa boğuyorsun ama ben aydınlık bir tek dakika için bile umut doluyum, o dakikayı beklemekten de asla vazgeçmeyeceğim. Yine de amin!” diyerek kendimce bir dua ediyorum, her gün.
Albümü şöyle tanımlamışsınız tanıtım bülteninde: “Bir yanıyla hayata gülümseyen ve umutla tutunan; diğer yanıyla acıları, yalnızlıkları, korkuları taşıyan ve hiçbir zaman susmayan, durmayan, cesaretle yürüyenlerin dili ve sesi”. Kim bu insanlar? Neredeler? Ne yer, ne içerler? Biraz onların ruh halini anlatır mısınız? Kendinizi onlardan biri olarak görüyor musunuz?
- Bu tanımı ben yapmadım, birlikte çalıştığım Sony Music çalışanları kurmuş bu cümleyi aslında. Ne güzel… Değiştirmedim ben de… Kesinlikle bu tanımda bahsedilen kişi olmaya çalışıyorum. Ve öyle bir halkın, bir komünün hayalini kuruyorum.
Albümdeki şarkılardan ‘İnadına’nın oldukça etkileyici sözleri var: “Baksana bulanık sulardayız / Ama umutla sarılmaktayız / Uslanmaz yalancılarlayız / İnadına hayal kurmaktayız”. ‘Bulanık sularda’ mıyız sahiden? Nasıl görüyorsunuz dünyanın bugününü?
- Evet hatta bulanık demek az bile... Bazen gerçekten dönen dolaplara şaşırıp kırılmaktan, üzülmekten hastalanıyoruz. Sabah uyandığımda omuzlarımın ağrıdığını fark ediyorum, sebebi de kesinlikle bu ağır yük. Şarkının adı da o ağrıları geçirme yöntemi olarak çıkıyor karşımıza; inat etmek. Denemek, çalışmak, yenilmek, bir daha yenilmek ama tekrar denemek… Dünya yangın yeri. Hâlâ ırkçılık, doğa katliamları, hayvan cinayetleri, çocuk tecavüzleri haberleri aldığımız kocaman bir küre... İnsan da ‘Efsunlu Dünya’da (son albümdeki şarkılardan birinin adı) dediğim gibi hem zalim hem âlim, kocaman bir bilmece... İnsan; iyi yürekli, azla yetinen, nefesiyle ve nefsiyle barışmış bir yaratık olsa dünya da güllük gülistanlık bir gezegen olabilirdi belki. Zavallı yaşlı dünyanın sonunu ben bilemeyeceğim. Ama ne orman, ne deniz, ne hava bıraktık. Nasıl hâlâ dönüp duruyor, o da garip bir sır.
GÜNDELİK SIZILARIMI GİZLİ GİZLİ DİNDİRİYORUM
Gezi Direnişi’ne adanmış şarkılarınız var, bugünlerde olup bitenler de şarkılara dönüşüyor mu?
- Elbette dönüşüyor. Biri sana tokat atarsa çığlık atarsın, biri haksızlığa uğrarsa savunursun, biri kalbini parçalarsa ağlarsın, âşık olursan gülümsemeden duramazsın… Hayat devam ettiği sürece gördüklerim bana ilham olmaya devam edecek. Duyarsız kalmamızın imkânsız olduğu günlerse şarkı, türkü olup evreni dolaşmayı sürdürecek.
“Kişisel hayatımla ilgili hiçbir konuda dert yanamıyorum. Çünkü memlekette masum insanlar öldürülüyor” demişsiniz yakın zaman önce bir röportajda. Böyle bir ortamda aklınızı, kalbinizi nasıl koruyorsunuz? Devam etme gücünü nerede buluyorsunuz?
- Tabii insan ‘ah’ demeye utanıyor bazen. Öyle gönüller kırılıyor ki… Anneler yıllardır her cumartesi evlatlarını bekliyor Galatasaray Lisesi önünde, ben ne diyeyim ki şimdi... Ya da fakir fukara kardeşleri birbirlerine düşürüyorlar, çocuklar birbirlerini öldürüyor. Sadece Kürt diye, Türk diye, Laz diye, Roman diye düşmanlaştırılıyorlar. Klişe laflar ediyorum biliyorum ama nasıl olabilir bu devirde, bunca tekekkür etmişken tarih, nasıl bir ders almamaktır bu? Nasıl aynı acıları sonsuz kere tattırmaktır? Kendi gündelik sızılarımı gizli gizli dindiriyorum. Nazlanacak gün değil. Bu da bizim sınavımız işte…
“Acı, sancı, yara muhteşemdir korkma” diye bir söz var albümde. Biraz da bunu bilmek güç veriyor olabilir mi size?
- Evet, ‘Ay ya kırılırsam, ya üzülürsem’ diye doya doya yaşamaktan kaçmak olmaz. Baaam diye yaşamak lazım, cesurca. Elbette kendimize göre temkinlerimiz var ama küçük bir çocuk kadar meraklı olmalıyız, tepkimizi de sakınmamalıyız. “Ya beni sevmezlerse, cezalandırırlarsa” diye düşünmemeliyiz. Şarkıdaki o cümleden evvel şunu diyorum: “Kolaya kaçanlar sezemiyor asla”. Evet o harika deneyimi, sezişi, farkındalığı, yoğun hisleri yaşayabilmek için kolaya kaçmamak lazım.
Peki bugünlerde albüm çıkarmak neye benziyor? Yakın zamanda büyük acılara tanık olduk, travmaları henüz atlatamadık. Konserlerin iptal edilmesi, albüm çıkış tarihlerinin ertelenmesi… Nasıl etkiliyor bütün bunlar sizi?
- Beni, hem duyarlı bir insan olarak oldukça kötü etkiliyor bu acı olaylar, hem de bir müzisyen olarak manevi ve maddi anlamda da bir bilinmezliğe itiyor. Konser iptalleriyle ilgili çok uzun zamandır fikirlerimi paylaşıyorum, paylaştıkça linç ediliyorum ama geri de durmuyorum, susmuyorum. Biz zaten herhangi bir acı yaşadığımızda ağzımızı açacak hal bulamıyoruz çoğu zaman ve fakat hayatımızın da bir aşkı var, o da müzik. Linç edenlerin hepsi müziği ‘eğlence’ olarak tanımlayan bir kitle. Ben de geçenlerde dedim: Neşet Ertaş’ın, Aşık Mahsuni Şerif’in kemiklerini sızlatmayın kardeşlerim! Müzik hani başkaldırıydı, hani isyandı, hani ağıttı, hani dermandı? Ne küfürler kıyametler dönüyor etrafımızda. Hayır bir gün herkes işine gitmez, bir grev halinde olunur, ‘Olanlara duyarsız kalamayacağız, yarın işe gitmiyoruz’ diye bir karar alır kendi iradesiyle insanlar, ben de o gün konserlerimin hepsini iptal etmeye söz veriyorum. Ama sen evde televizyon karşısında çekirdeğini çitlerken bana ‘iptal et’ baskısı yaparsan, bozuşuruz. Albüm çıkarmak ya da konser çalmak, hepsi bizim şifamız, bizim deşarj yöntemlerimiz…Evet belki korkunç acılar yaşıyoruz ama ben konserlerde karşımda ‘Ütopyalar Güzeldir’ ya da ‘Yine de Amin’ diyerek tatlı tatlı bakan dinleyicimi gördükçe çürümüyorum, ölmüyorum.
ÇÜNKÜ YAVRUM, BURALAR DUTLUKTU O ZAMANLAR!
Albümün oluşum süreci epey ilginç. Gaziantep’te bir konser salonunda, beş günde kaydetmişsiniz…
- Albümü tek mekanda, bir çok müzisyenden kurulu, kocaman bir orkestrayla canlı kaydetmek fikrini bir önceki ‘Amansız Gücenik’ albümü biterken aklıma koymuştum bile. Ne mutlu ki gerçekleştirebildik. Aslında kurulum ve soundcheck iki gün, şarkıların kaydı sadece üç günde bitti. İnanılmaz heyecanlı ve yorucu bir deneyimdi, şimdi albümü dinlediğimde değdiğini düşünüyorum bunca çabaya. Umarım o biraradalık hissini herkes alır şarkıları dinlerken.
Sadece kadın şarkı sözü yazarlarının şarkıları var albümde sanırım. Neden böyle bir seçim yaptınız?
- Bu bir seçim değildi ama hoşuma gidiyor. Benim dışımda, çok sevdiğim kadın şarkı yazarları ve dostlarım Yıldız Abla’nın (Tilbe), Ezgi Altıner’in ve Sıla’nın sözleri dökülüyor ağzımdan. Kadın dili Türkçe müzikte yazık ki uzun süre oluşmamıştır, sebebi de kadınların söylediği çoğu şarkıyı erkek şarkı sözü yazarları yazmıştır. Bergen’in ‘Şimdi Perişanım Bir Erkek Yüzünden’ isimli şarkısı bile bir erkek şarkı yazarının kalemindendir! Ben uzun bir süredir kadın hikâyelerini, kadın kalemlerinden dinlemeyi seviyorum galiba.
Hep kadın meslektaşlarınızla dirsek temasında görürüz sizi: Sezen Aksu şarkılarını cover’larsınız, Yıldız Tilbe’den şarkı alırsınız, Sıla’yla, Dilara Sakpınar’la yan yanasınızdır… O ‘kadın kadınalık’ ne ifade ediyor sizin için?
- Cinsiyet ayırmayı sevmiyorum ama içinde çok fazla kadının olduğu büyük bir evde büyüdüm en başta. Kadınlara ve onların nazlarına, sözlerine, hallerine, gözyaşlarına, kahkahalarına her zaman çok yakın oldum. Benim büyüdüğüm evde zaten en çok Sezen Aksu dinlenirdi. Ben de halamlar teyzemler makyaj yaparlarken, bulaşık yıkarlarken, annelerinden gizli gizli sigara tellendirirlerken yaşamadığım aşkın acısını çekerdim onların yanında. Şimdi o dünyadan uzaklaşmam mümkün değil. Bir erkek kardeşim var ama bir sürü de kız kardeşim var kan bağım olmayan, sanki. Sıla’ da, Dilara da, Yıldız Abla da benim kız kardeşlerimmiş gibi hissediyorum. Ve açıkçası onlara dokunanı yakarım, bu da bir huy olarak kalmış galiba…
Erkek şiddeti haberlerini görünce ne hissediyorsunuz?
- Berbat hissediyorum. İki yıl evvel kıymetli arkadaşımız Değer Deniz’i tecavüz ve cinayete kurban verdik. Canımız fena halde sıkkın. Bazı paçavralar, Değer’in anısına saygısızlık ederek onun ölümünü ‘evinde yalnız yaşayan kadın şarkıcı’ olarak duyurdu. Hem medya, hem toplum, hem hükümetler bu konuda böylesi çirkin davranmaya devam ettikçe de iyi olmayacağım, siz de iyi olmayınız.
Genç kadın sesler bir süredir çok popüler: Kalben, Sena Şener, Deniz Tekin… Ne düşünüyorsunuz onlar hakkında?
- Bu saydığın isimlerin hepsini çok seviyorum. Alkışlıyorum. Sena’ya ayrıca bayılıyorum. O minik haline rağmen kocaman manalarla büyüttüğü şarkılarını herkesin dinlemesini tavsiye ediyorum.
Sizin kuşağa daha yakın olanlarla -Gaye Su Akyol, Yasemin Mori, Jehan Barbur- nasıl bir ilişkiniz var?
- Eğer Jehan ya da Yase olmasaydı bir önceki soruda bahsettiğimiz kadın ozanların yolu bu kadar açık olamazdı, burası kesin. Gaye öte yandan eskiyi ve yeniyi kendi ironik dünyasında tatlı tatlı resmediyor, ilgi de görüyor, üstelik dünyanın her tarafından. Ne hoş. Umarım peşlerinden gelenler bu ozanların neler başardıklarının farkındadır. Dilerim onlara payelerini veriyor, selamlarını çakıyorlardır. Çünkü biz de her zaman Selda’lara (Bağcan), Hümeyra’lara, Şebnem Ferah’lara teşekkürlerimizi sunarız. Biri bir başkasının önüne çiçek ekiyor bu yolda, bunun kıymetini bilmek lazım. Çünkü yavrum, buralar dutluktu o zamanlar!
Taner Ceylan'ı büyük bir hayranlıkla takip ederdim. Bir gün 'Kaçıncı Yarın' isimli şarkımı çok sevdiğini öğrendim ve tanıştık. Bu albümün kapağına 'Ten Kafesi' isimli eserini verdi.
ALLAH'IM İNŞALLAH SEZEN AKSU 150 YAŞINA KADAR YAŞAR
Sezen Aksu tribute konserleriniz çok seviliyor. Onun yeni albümüyle ilgili düşünüyorsunuz? Repertuvarınıza almayı düşündüğünüz şarkı var mı son albümde?
- Sezen Aksu Tribute uzun zaman önce bitti aslında. Çok ara sıra yılda bir iki konser belki çalıyoruz. Bu kadar ilgi görmesinden ve hâlâ bahsedilmesinden mutlu oluyorum. Sezen Aksu’nun yaşımın yettiği tüm albümlerini kasetçilerin önünde bekleyerek, kutudan ilk çıkaran olarak aldım. “Allah’ım inşallah 150 yaşına kadar yaşar” diye yıllarca dua ettim onun için çocukken. Böyle bir hayranlık, bir aşk olamaz. Ve elbette son albümünü de yayınlandıktan beş dakika sonra aldım, dinledim. Onun sesi, sözleri her zaman kalbimin en derin köşesini yangınlar. Bu albümde de ‘Ben Kedim Yatağım’ ve ‘Köz’ şimdiden kıymetlilerim oldu. Hayat o kadını başımızdan eksik etmesin.
Albüm kapağında bir Taner Ceylan eseri var; ‘Ten Kafesi’. Neden onu seçtiniz kapak resmi olarak?
- Taner Ceylan’ı yıllardır büyük bir hayranlıkla takip ederdim, bir gün ‘Kaçıncı Yarın’ isimli şarkımı çok sevdiğini öğrendim ve tanıştık. Her zaman bu kadar özel ve eşsiz işler üretmesine, başarmasına rağmen mütevazi kalabilen gerçek bir sanatçı o. Birkaç resmi vardı aklımda, ‘Sence şu nasıl, bu nasıl olur’ diye danıştığımda, Taner ‘Ten Kafesi’nin bana tercüman olan resim olduğu konusunda beni yönlendirdi. Ve kararımı verdim. Her zaman hayranı olduğum, büyük bir sanatçının eserinin albüm kapağımda olması inanılmaz bir mutluluk, tarif edemiyorum. ‘Bir’ olmak noktasında da bence çok önem taşıyor, farklı disiplinlerdeki sanatçıların omuz omuza vermesi de ‘biz’ olamayan güruha içten içe bir tepki belki de…