Gezi'de barikatları görünce “Yazmak zorundasın” dedim

Güncelleme Tarihi:

Gezide barikatları görünce “Yazmak zorundasın” dedim
Oluşturulma Tarihi: Ekim 11, 2014 01:17

Son dönemin en parlak yazarlarından Emrah Serbes ‘Deliduman’ yayımlandıktan sonra hiçbir yere röportaj vermeyeceğini açıkladı. Aradan birkaç ay geçti, bir gün arayıp “Erdal Beşikçioğlu’nun Ankara’daki Tatbikat Sahnesi’nde benimle söyleşi yapmak ister misin?” diye sordu. İşte okuyacağınız bu söyleşi, Ankara’daki Tatbikat Sahnesi’nde, Emrah Serbes’in en sadık okurlarının önünde gerçekleşti.

Haberin Devamı

Son romanınız ‘Deliduman’ üç ayda 85 bin sattı. Ancak kitapla ilgili hiç konuşmadınız. Nedir bu sessizliğin nedeni?
- Bugüne kadar o kadar çok konuştum ki, bir baktım konuştuklarımın sayfa sayısı yazdıklarımı geçmiş. O yüzden “Bu kitaptan sonra çıkıp konuşmayayım” dedim. Okurla kitap arasına kimsenin girmemesi gerektiğini düşünüyorum. Tabii kitap eleştirmenlerinden bahsetmiyorum. Ama özellikle yazarın çıkıp konuşmasına gerek yok gibi geldi bana. Zaten yazmışsın, bir derdin var ki onu yazarak ifade etmişsin.

‘Deliduman’ı ne kadar sürede yazdınız, yazarken nasıl bir süreç yaşadınız?
-Yalnız yaşayan bir insanım. Bu kitabı yazarken Yalova’ya annemin yanına gittim, bir yıl boyunca kitabı orada yazdım. Örneğin o süreçte hiç içki içmedim. Çünkü bir şey yazmaya çalışıyordum, ona gerçekten tutkuyla bağlanmışım. Dedim ki bugüne kadar hayatını yeterince mahvettin, şimdi yine inandığın bir kitap var, onu yazacaksın. “Bir roman yazayım bari” diye kitap yazamam. Lüzum görünce yazarım.

‘Deliduman’da Gezi olaylarına çok farklı bir açıdan bakıyorsunuz. Gezi’yi yazmaya nasıl karar verdiniz?
-Gezi’den 15 gün önce çok kötümser bir ruh haline bürünmüştüm. 1 Mayıs’ta çok sert bir polis müdahalesi oldu, sonra polis Beşiktaş–Gençlerbirliği maçına da gazla müdahale etti, Emek Sineması eylemleri vs. derken moralimiz iyice bozuldu. Ben biraz kafamı dağıtayım, dağda bayırda gezeyim diye İğneada’ya gittim. Tam 31 Mayıs’ta İstanbul’a geldim. Beşiktaş’ta evde otururken bir baktım evin üstünde polis helikopterleri uçuyor. O sırada bir arkadaşım aradı, “Biz Kabataş’ta çay bahçesinde otururken polis gaz attı, motorla karşıya geçiyoruz” dedi. “Nasıl ya?” dedim. Evden çıktım, sonra hadiselerin içinde buldum kendimi. Sokağa ilk çıktığım andan itibaren caddelerde o barikatları görünce kendi kendime dedim ki “Oğlum sen bunu yazmak zorundasın.” Bir de o günlerde herkes bir şey yapıyordu, müzisyen beste yapıyor, ressam bir şey çiziyor; ben yazarım, bunu yazmak zorundayım hissi oldu bende.

Haberin Devamı

Gezide barikatları görünce “Yazmak zorundasın” dedim


Peki İstanbul dışında küçük bir şehirde yaşayan ve Gezi’ye lanet okuyan 17 yaşında bir gencin gözünden anlatma nedeniniz ne?
-Aslında yaptığım şey sadece şu: Tanıklık. Yani tespit tutanağı yazmaktan faklı değil. Gezi Parkı dağıtıldıktan ve insanlar geri çekildikten sonra ilk yaptığım Gezi Parkı’ndayken aldığım notlara göz gezdirip “Şimdi ne yazabilirim?” diye düşünmek oldu. Bu işin nüvesi 17-18 yaşında çocuklardı, ana karakter olarak bu yaşta bir çocuğu seçeyim dedim.

Gezi’den sonra toplumun yaşadığı süreci nasıl okuyorsunuz, şu andaki ruh haliniz nasıl?
-Ben hiçbir zaman politik olarak kimseye “Şöyle yapın, böyle yapın” demedim. Bu, benim alanım değil. Bu, siyasetçilerin işi. Benim işim tanıklık. Sadece sorulduğunda içimden geçeni söyledim. O süreçte kimi zaman sert konuştuğum da oldu ama biraz da insan psikolojisi tabii, polis sürekli gaz atıyor, su sıkıyor; bu, sinir bozucu bir şey, etkileniyorsun. Gezi direnişi gibi olaylar ülkelerin tarihinde kolay gerçekleşmez, çok nadir olurlar. Bu tarz süreçlerin şöyle bir tehlikesi vardır: Eğer başlangıç olamazlarsa bir son olma tehlikesi içine de girebilir. Gezi, şu an ikisinin arasında bir noktada. Gezi sürecinin toplumsal muhalefeti kuvvetlendirmesi bekleniyordu ama aradan geçen 1-1,5 yıla bakınca şunu görüyorsun: Kimsenin birbirine toleransı kalmadı, toplumsal muhalefetin farklı kolları bile şu anda birbirine düşmüş durumda.

Edebiyatta başarının kriteri nedir? Çok satmak bir kriter midir?
-Geçenlerde şöyle bir e-mail aldım: Bir okur “Emrah Bey, kusura bakmayın, kitabınızı çok geç okudum” diyor. Kitap çıkalı zaten üç ay olmuş, bir romanı eğer 10 sene sonra da okumayacaksan o romanın ne anlamı var? Yani şimdi herkes Deliduman okuyor diye illa sen de okumak zorunda değilsin. O zaman bu, bir tüketim alışkanlığına dönüşüyor. İnsan zaten kendi kendini tüketir, tüketemezse başka insanlar onu tüketir. Ama bir romandan bahsediyorsak, romanın biraz daha yaşaması lazım. Bu açıdan bakarsak Türkçe’de yazılmış en iyi roman Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ı, ikincisi de Yaşar Kemal’in ‘İnce Memed’idir. Bunları defalarca okudum.

Haberin Devamı

ROMAN YAZMAM İÇİN BİR LÜZUM GÖRMELİYİM

Gezide barikatları görünce “Yazmak zorundasın” dedim

Böylesine yüksek ilgi bekliyor muydunuz?
- İlk kitaplarımı düşünüyorum, o zaman 1000-1500 satıyordu, Behzat Ç. dizi olmamıştı. ‘Erken Kaybedenler’ çıktı, yayınevinden “Çok sattı” dediler. Ki o zaman çok sattı dedikleri 2000 falandı. Ama sonra Behzat Ç. dizi oldu, derken kitaplarımın satışı arttı. Hiç kimse bulunduğu yere gökten zembille inmez. Bazen gökyüzüne çıkıp buharlaşmak isteyebilir ama bu ayrı bir konu. 17 yaşından beri roman yazmak istiyorum, bunun için uğraşıyorum. İğrenç şeyler yazdım, denedim, denedim, olmadı. Sonra 25 yaşında Behzat Ç’yi yazdım. O zaman kimse benden Behzat Ç. gibi bir roman beklemiyordu. Yayınevlerinin kapısından beni süpürgeyle kovaladılar. İçeri bile giremedim. En sonunda Tanıl Bora okudu da İletişim Yayınları bunu basmaya karar verdi. Diziden sonra da yeni kitabım beklenir hale geldi. Ben ‘Deliduman’ı yine yazardım, 2000 kişi de okuyabilirdi. Orada mühim olan şu: Sen bir kitabı bir lüzum üzerine mi yazdın? Ben her zaman böyle yaptım, o yüzden de bütün kitaplarıma kefilim. Şimdi Deliduman çok sattı, önümüzdeki sene bir roman daha yazayım desem de yazamam ki. Bunun için bir lüzum görmem lazım.

TWİTTER KIYMA MAKİNESİ Mİ?

Haberin Devamı

Gezide barikatları görünce “Yazmak zorundasın” dedim


Deliduman’da bazı markaların adı geçiyor, o markaların reklamını yaptığınıza yönelik eleştiriler oldu. Bunlar reklam mıydı gerçekten?

- Aslında ben kitapla okur arasına girmemek için konuşmama kararı almıştım ama bunun gibi o kadar saçma şey söylendi ki artık içim şişti. Bana de ki, “Romanın berbat.” Bu beni yaralamaz, çünkü ben ne yazdığımı biliyorum. Maalesef bu ülkede her insanı nasıl yaralayacağını çok iyi bilen bir insan tipolojisi var. İşte beni de “Emrah Serbes kitabına reklam aldı, ürün yerleştirme yaptı” denmesi üzer. Çünkü benim hayatta reklamla işim olmaz. Sonuçta Behzat Ç. diye bir iş yaptık, bir sürü büyük marka gelip “Biz Behzat Ç.’yi reklamda kullanmak istiyoruz” dedi. Hatta bir tanesi senaryoyu da yazıp getirmiş. Ben dedim ki; “Behzat Ç.’nin reklamı olamaz, ben bunu satamam.” Öyle bir şey yapsak okuyucu, izleyici “Amirim ne yapıyorsun ya?” demez mi? (Gülüyor...) Mesela Deliduman romanının son üç sayfasına bakın, boş basıldı. Onun nedeni şu: Son üç sayfaya benim eski kitaplarımın tanıtımını koymuşlardı. Ben dedim ki bu kitabın duygusal bir finali var, okuyucu o finalden sonra sayfayı çevirip de eski kitaplarımın reklamını görmesin. Kendi kitaplarımın bile tanıtımını kitaba koydurmazken benim için “reklam alıyor” demek çok ayıp.

YENİ ROMANIN KONUSU AHLAKİ ÇÖKÜNTÜ!

Haberin Devamı

Gezide barikatları görünce “Yazmak zorundasın” dedim


Erdal Beşikçioğlu’nu Behzat Ç. karakterine herkes çok yakıştırdı. Hatta seyirci, onun profesyonel bir oyuncu olduğunu unutup bu sezon yeni başlayan Reaksiyon dizisinde canlandırdığı karakter yüzünden sosyal medyada tepki gösterdi...

- Bu tepkiler saçma sapan şeyler. O zaman ömrümüzün sonuna kadar Erdal Abi Behzat Ç.’yi oynasın, ben de Behzat Ç.’den başka bir şey yazmayayım. Doğal olarak ben başka bir roman yazdım, Erdal Abi de başka bir rolü oynayacak tabii ki. Twitter’ı kıyma makinesi zannedenler var, sürekli bir olumsuzluk, eleştiri, herkese bir laf çakma vs. Adam Twitter kullanıcısı, öyle şeyler yazıyor ki zannedersin hayatında hiç yanlış yapmamış, doğru yoldan hiç ayrılmamış gibi, herkesi eleştiriyor. Ben bunun arkasında çok derin bir mutsuzluk görüyorum. Sosyal medyayı böyle kullanmak bana doğru gelmiyor. Ben mesela bir eyleme gittim, bana “Abi neredesin, eyleme niye gelmedin” diye mesaj attılar. Ben o eylemle ilgili tweet girmeyince sanki oraya gitmemiş gibi gözüküyorum. Şu an sosyal medyanın öyle bir kullanılma biçimi var ki, adam gözaltına alınsa “Vatan emniyet” diye Foursquare’den check-in yapacak; “Hizmet yetersiz, polisler kaba vs.” diye...

Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz, kafanızda bir şey var mı?
-Türkiye’de bugün çok net iki sorun var: Biri ahlaki çöküntü, diğeri de çürüme. Bu ikisinin üstüne gidecek, bunu karakterlerle anlatacak bir roman olabilir. Romanda sevimli bir karakter olmayacak yani, belki okurken “Bu nasıl insan?” diye nefret edeceksiniz. Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama düşüneceğiz.

Haberin Devamı

SAVCILIĞI KINIYORUM: 4000 SAYFALIK ÇARŞI DOSYASININ SADECE İKİ SAYFASINDA ADIM GEÇİYOR

Gezide barikatları görünce “Yazmak zorundasın” dedim


Koyu Beşiktaşlısınız. Birkaç hafta önce Beşiktaş’ın taraftar grubu Çarşı’nın tribün liderleri hakkında darbe girişimi suçlamasıyla dava açıldı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Öncelikle savcılığı kınıyorum, Çarşı davasında sekiz klasör dosya var, toplam 4 bin küsur sayfa. Benim ismin sadece iki sayfada geçiyor. O iki sayfada da Cem Abi’yle (Yakışkan) telefon konuşmamızı almışlar, çok da komik: “Alo abi?” “Hee?” “Ne yapalım, nasıl yapalım?”, “Bilmiyorum ki, ne yapalım?” Böyle gidiyor konuşma. Öte yandan suçlamalar da inanılmaz: “Bir şahıstan 24 bin lira aldılar, darbe yapacaklardı” diyorlar. Ya 24 bin liraya darbe yapılabiliyorsa eğer, bankalar o zaman darbe kredisi versin vatandaşa, böyle saçma sapan bir şey olur mu? (Gülüyor). Baştan sona sakatlık var. Tabii bunun arkasında aslında “Bütün toplumsal muhalefeti bitirelim” mantığı var. İyi de Çarşı’dan ne istiyorsun? Ben Gezi olayları sırasında Cem Abi’nin yanındaydım. Başbakanlık Ofisi’nin önündeki arbede sırasında kalabalıktan bira şişesi atanlar oldu, bizim yaptığımız onlara “Dur” demekti. Gezi deyince “Kamu malına zarar verildi” denmesin diye en dandik bankaların önünden geçerken bile “Sakın kırmayın” dedik.

SAHİLDE DELİDUMAN

Gezide barikatları görünce “Yazmak zorundasın” dedim


Deliduman çıktıktan sonra ilk üç ayda çok sattı, hatta yazın çıktığı için plajlarda en çok okunan kitaplardan biri oldu. Siz yazdığınız roman türünü popüler edebiyat sınıfına sokuyor musunuz?
-Bir kitabın popüler olması demek, o yazarın popüler edebiyat yaptığı anlamına gelmez. Bu ikisinin arasındaki ayrımı okuyanlar fark eder zaten. Plajda okuyanları ben de gördüm, sayfaların arasına kumlar girmiş, güneş yağı falan karışmış. Dedim ki ben o sayfayı yazmak için sabaha kadar uğraşıyorum, iki paket sigara içiyorum, ciğerlerimi mahvettim, sonra şu hale bak. Tabii ki bir kitap her yerde okunabilmeli. Ama en azından sayfaların arasında güneş yağı, kum falan olmasa daha iyi olabilir tabii.… (Gülüyor.)

Gezide barikatları görünce “Yazmak zorundasın” dedim

2006’da ‘Her Temas İz Bırakır’ı yayımladı.
2008’de İkinci romanı ‘Son Hafriyat’ı yazdı.
2009’da ilk öykü kitabı ‘Erken Kaybedenler’i yazdı.
2011’de Behzat Ç. adlı dizinin 10 bölümünün senaristliğini yaptı.
2012’de aforizmalarını ‘Hikâyem Paramparça’yla duyurdu.
2014’te Yazarın yeni romanı ‘Deliduman’ çıktı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!