Güncelleme Tarihi:
NERGİS CANEFE KİMDİR?
Doç. Dr. Nergis Canefe 1967’de Ankara’da doğdu. Lisans öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi’nde bitirdikten sonra aynı üniversitede Osmanlı Tarihi konusunda yüksek lisans derslerini tamamladı. ABD’de Binghamton Üniversitesi’nden Tarihsel Sosyoloji dalında yüksek lisans derecesi, Kanada’da York Üniversitesi’nden Siyasi ve Toplumsal Düşünce Kuramları dalında doktora derecesi aldı. Londra Üniversitesi Tarihsel Araştırmalar Enstitüsü’nde ve London School of Economics Avrupa Çalışmaları Enstitüsü’nde görev yaptı. 2003’ten beri York Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde öğretim üyesi. Çalışma alanları arasında karşılaştırmalı vatandaşlık ve milliyetçilik, aidiyet kavramı, zorunlu göçler, hafıza ve göçmenlik durumu, azınlık haklarının hukuksal ve normatif temelleri ve insanlığa karşı işlenen suçlar var.
Ülkesini terk eden her insan ‘beyin göçmeni’ midir, kavramı kimler için kullanıyoruz?
- 1960’lardan itibaren küresel güneyden kuzeye zaten çok organize bir göç var ama bu daha ziyade ekonomik nedenli, işçi sınıfını oluşturan bir göç. Batı toplumlarının, 3. dünyadan gelenlerle problemli bir ilişkisi var bu yüzden, hepsine parya gözüyle bakıyorlar. Vatandaş, toplumun üyesi muamelesi görmeleri için 2-3 kuşak geçmesi gerekiyor. Şu anda küresel kuzey, elleriyle tek tek seçerek dünyanın fakir güneyinde en okumuş, en zeki, en gelecek vaat eden ve 40 yaşının altında insanları topluyor. İşte bu, beyin göçü.
29 yıldır yurtdışında yaşayan Canefe, “Kimseye gitme demeye hakkımız yok ama gidiyorsanız bile sistemde gölgeniz kalsın” diyor.
Bu insanlar kendi ülkelerinin de geleceği aynı zamanda. Bırakıp gittikleri için onlara kızmalı mı?
- Elbette hayır. Kendine gelecek görememek gidenlerin suçu değil. Bunun planlı programlı yaratılan siyasi tarafı var. Örneğin Baas rejimi sırasında Irak’ta, komünist rejim sırasında Rusya’da, devletin derin siyasi kurumlarına ait değilsen, genç ve yetenekli bir insan olarak büyük kararların verildiği devletin kurumları içerisinde kendine gelecek göremezdin. Hastaneler ve eğitim kurumlarında bile geçerlidir bu. Siyasi seçim yapmaya zorlandıklarında, büyük sayılarda insanlar kendilerine gelecek göremez hale geliyorlar.
Sorunlu bölgelerden göçün bir şablonu var mıdır? Suriye’den ilk ayrılanlar sanatçılardı mesela.
- İlk çıkanlar siyasi elitler oluyor. Çünkü yaşam alanları kısıtlanabiliyor. Bunlar da çoğunlukla eğitimli insanlar; sinemacılar, yazarlar, siyasi parti liderleri, sendika liderleri, öğrenci liderleri... Bunlar gittikleri yerde diaspora oluşturuyor. 1980 sonrası Türkiye’den gidenlere bakılırsa aynı eğilim görülür. Ancak siyasi elitlerin yüzde 80’den fazlası ülkesine döner. Tüm dünya için geçerlidir bu, çünkü esas meseleleri kendi ülkelerindedir. Af olur, rejim değişir, döner. Dönmese bile yurtdşında ülkesiyle ilgili iş yapar. Bu kesim ile şu anda Türkiye’den çıkmakta olan ya da hazırlanan kesim arasında çok ciddi fark var.
DÖNMEYİ PLANLAMIYORLAR
Nedir o fark?
- Beyin göçüne dahil olan bu kesim, çıktıkları yerle ilgili bir şey yapmak istemiyor. Öyle bir siyasi istekleri, beklentileri yok. Dönmeyi de planlamıyorlar. Uzun vadede bir entegrasyon hedefleri var. Varsa mallarını mülklerini satıp çıkıyorlar. Ekonomik nedenlerle çıkanlar, mutlaka memleketlerine para gönderir, siyasi nedenlerle çıkanlar ülkeleriyle ilgili gittikleri yerde yazıp çizmeye devam eder. Yani bu iki kesim ülkesiyle bağını korur. Evlerinde ana dillerini konuşmaya devam ederler, yurtdışında doğan çocuklarına ana dillerini öğretirler örneğin. Ancak son dönemde beyin göçüyle çıkanların büyük bölümü bu bağı korumak istemiyor. O yüzden büyük kayıp.
Siz dünyanın çatışmalı, sorunlu pek çok coğrafyasını çalıştınız. Kitleler halinde göç yaşanan ülkelerde geriye ne kalıyor?
- Gidenler dönmezse, mekanizmalarda çok büyük boşluklar oluşuyor. Türkiye bu sorunu yaşamayacak, çünkü bize Suriye’nin, İran’ın, Rusya’nın en iyileri geliyor ve o boşluğu dolduruyor. THY’ye çok iyi yetişmiş Doğu Avrupalı pilotlar başvuruyor mesela. Bunun dışında, çok partizanlaşan bir devlet yapısı ortaya çıkabiliyor. Tek sesli insanlar devlet mekanizmasında çok yukarılara yükseliyor. Eşleri dostları da onların altına yerleşiyor. Devlet tabanında toplumsal çeşitliliğin kendini aksettirmesi beklenir ki, kamu servisi partizanlığa geçmesin. Mesela bir ülkenin tüm belediye başkanlarının bir tek partiden olduğunu düşünün. Toplumun tamamı tek partiden değil oysa. O zaman kamu hizmetinde çatırdama başlıyor. Muhalif olan, kendine gelecek göremeyen insanlar ülkeden çıkarak, güç pozisyonlarından da uzaklaşmış oluyorlar. Dolayısıyla siyasi yapıda çeşitlilik kalmıyor. Toplumsal izdüşümü de oluyor bunun. Bugün çıkan tıp öğrencisi, 20 yıl sonra sağlık sisteminin başına geçebilir oysa. Kimseye gitme demeye hakkımız yok ama gidiyorsanız bile sistemde gölgeniz kalsın.
TOPLUMSAL HAFIZA DA GİDİYOR
Gölgeniz kalsın derken, toplumsal hafıza kaybından mı bahsediyorsunuz?
- Belirli bir bilgiye sahip veya belli siyasi görüşten bir grubun hepsinin ülkeyi terk ettiğini düşünün, bir daha geri dönmeyecek. Bu insanlar aynı zamanda bir bilgi deposu, hafıza. Sadece geçmişe dair bir hafıza değil, bugünü de kendi görüşleri çerçevesinde kaydediyorlar. Çıktıklarında, sadece onlarda bulunan bilgi de çıkıp gidiyor. Gittikleri yerde ülkeye dair hafıza bir iki yemek tarifi haline geliyor. Afganistan mesela... O zaman da o ülke Atlantis gibi batıyor.
Bizim de Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin çıkışıyla kaybettiğimiz bir hafıza var...
- Elbette. İstanbul’da mesela şehirli orta alt sınıf hafızaları silinmeye başladı. İstanbul’da büyüdüm. Dar gelirli bir ailenin çocuklarıydık. İki kız çocuk olarak bizim özgürlük alanımız, İstanbul’un kamusal alanlarıydı. Parklar, bahçelerdi. Benim bildiğim İstanbul’u bilen hatırlayan kalmadı. Mekânlar herkese açık değil, her şey parayla. Kamusal alanlar demirlerle çevrilmiş, girmek yasak. Muhafazakârlık artıyor. Artan muhafazakârlık döneminde kadınların kamusal alanda varoluşu zorlaşıyor.
Beyin göçü yapılır mı, yaptırılır mı?
- Baskıcı dönemlerde, örneğin Kenya gibi derin devletlerin yaptığı en etkili şeylerden biri bulanık, sis gibi bir korku yaratmaktır. Mesela şu anda gençler için verilen mesajlara bakalım: Otobüste bir kadının kafasına şort giydiği için tekme atılıyor, öteki spor yapıyor diye parkta tekmeleniyor... Bunların yapan insanların büyük ihtimalle akıl sağlıkları yerinde değil. Fakat böyle münferit olaylar üzerinden “Kamusal alanda artık güvende değilsiniz” mesajı yükseliyor. Sinsi bir ses kulağına fısıldayıp duruyor: “Git buradan, güvende değilsin.”
KÖPRÜLERİ YAKMAMAK LAZIM
Siz uzun zamandır yurtdışında yaşıyorsunuz, öğrencilerinizin büyük bölümü göçmen... Göçmenlik halini hem tecrübe etmiş hem de her gün gözlemleyen birisiniz. Nasıl bir haldir bu?
- Orada bir zor durum bırakılıp burada bir zor duruma giriliyor. Öyle hikâyeler var ki... Kenya’nın en iyi göz cerrahı, hastane temizliği yapıyor mesela. Bu da çocukların üzerine çok fazla baskı yüklüyor. “Senin baban profesördü, burada senin geleceğin için temizlikçilik yaptı. En tepeye kadar okuyacaksın” deniyor. Kariyer sahibi kadınlar için işler daha zor. Çocuklar için koşullar ve güvenceler daha iyi olduğundan, genç çiftler gelir gelmez çocuk yapıyor ve kadın eve kapanıyor. Türkiye’deki gibi bir bakıcı sistemi yok burada. Erkek de zaten zor koşullarda çalıştığından, Türkiye’de sahip oldukları standart düşüyor. Evlilik içinde tartışmalar başlıyor. Göçmen hayat denklemlerinde evdeki hesap hiçbir zaman çarşıya uymaz. Elbette herkesin yurtdışında yaşam deneyimlemeye hakkı var ama köprüleri yakıp çıkmamak lazım.