Savaş ÖZBEY/ Fotoğraflar: Emre YUNUSOĞLU
Oluşturulma Tarihi: Ocak 12, 2015 01:14
İstanbul geceleri dilsiz bir devi ve aynı zamanda gürültülü bir DJ’i ağırladı: ‘Game of Thrones-Taht Oyunları’ dizisinin ‘Hodor’u, Kristian Nairn ‘Raw of Thrones’ turnesi için geçen hafta Garajİstanbul sahnesindeydi. 2 metre 10 santimlik boyuyla araçlara sığmayan bu adamın kabinine konuk oldum, o yüksek rakımdan dünyanın nasıl göründüğünü sordum.
Kasım ayında 40 yaşında olacaksınız...
- Amma yaşlanmışım! İnsanın suratına pat diye söylenmez ki böyle...
Game of Thrones hayatınızda ne değiştirdi?
- Diziye 35 yaşında başladım. 19’umdan beri zaten DJ’lik yapıyordum. Hayatım baştan sona değişti. Hiç bu kadar seyahat edeceğimi, bu kadar çok insan tanıyacağımı, Twitter’da bu kadar takipçim olacağını düşünmemiştim.
Beklemediğim bir şeydi, bütün bunlar inanılmaz.
Sadece “Hodor” diyerek kariyer yaptınız. “Kolay oldu” diyebilir misiniz yoksa konuşmadan bir karakterin duygusunu vermeye çalışmak daha mı zor?
- Evet karakter konuşmadığı için her şeyi beden diliyle anlatmak zorundasınız. Bu da zor bir şey tabii. Hayatta yaptığım en zor şey değildi tabii ama kolay da değildi.
Sizce dizinin bu kadar başarılı olmasının formülü ne?- Kan, ölüm ve meme!
Yüzünüzdeki yara makyajının yerinde yıldız dövmeleri var. Yara makyajı onları saklamak için miydi?
- Evet, o yıldızlar bir sarhoşluk anından kalma. Dizi için saklamaları gerekti tabii. Ama bugüne kadar dövmelerimden hiç pişman olmadım hatta haftaya yenilerini yaptıracağım.
Memleketiniz İrlanda’da sokakta insanların size Hodor dedikleri oluyor mu?- Suratının ortasına yumruğu indirirdim! O iyi bir çocuk ama ben Hodor değilim ki, konuşabiliyorum...
Bu sezon dizide yoksunuz. Rol arkadaşınız Bran de yok. Birbirinizle hiç görüşüyor musunuz? O neler yapıyor şu anda?
- Tabii tabii, görüşmez olur muyuz? En son Noel yemeğinde birlikteydim. Keyfi yerinde.
Dizide onu sürekli sırtınızdaki sepette taşıyordunuz. Kaç kilo? Zaman zaman ağır geldiği oluyor muydu?
- Evet çok! Sırtta taşımak yine iyi. Bazen kollarımda taşımam gerekiyordu ve saatlerce süren çekimlerde epey zorlanıyordum.
İstanbul’da olmak nasıl? İlk gelişiniz mi?
- Harika. San Francisco gibi ilginç bir havası var bu şehrin. Ama etrafı hiç göremeden hemen yarın döneceğim. Tekrar gelmem lazım.
Baharda ya da yazın gelmelisiniz. Sokakta bana ‘Hodor’ diyen olursa suratının ortasına yumruğu indiririm. O iyi biri ama ben Hodor değilim.
BENİM DE PRENSES ZAMANLARIM VAR AMA GAY’LER ÇOK GÜÇLÜ VE ERKEKSİ OLABİLİR
Twitter’da yazdıklarınızdan anlıyorum ki seyahatten de otellerden de nefret ediyorsunuz. Yataklara mı sığmıyorsunuz yoksa Belfast’ta bir an önce kavuşmak istediğiniz bir kıymetliniz mi var?
- Maalesef şu anda bir sevgilim yok. Oteller bana çok zor geliyor. Prizi bulamıyorum. Hele o duşların karmaşıklığı! Ya soğuk suyun altında kalıyorum ya da haşlanıyorum.
Gay olduğunuzu açıkladınız. Sizce dizide kapıları söken bir karakter olarak izleyicilerin kafasını karıştırmış mısınızdır?
- Dizideki karakterle oyuncunun farkına varamıyorsanız belki evet. Benim de prenses zamanlarım vardır ama bir gay de son derece erkeksi ve güçlü olabilir. Kendim olabilmek hep önemli oldu. Anladım ki bu başka insanlar için de önemli. Çünkü gay olduğumu açıkladıktan sonra bana teşekkür eden çok insan oldu.
Bu akşam cumartesi. Şovdan sonra İstanbul’un meşhur gay gecelerine akacak mısınız?
- Gay gecesi oteldeki yatağımda olacak!
DJ OLMAM KADERİN BİR CİLVESİ
‘Raw of Thrones’ turnesiyle dünyayı dolaşıyorsunuz. Sizi hiç dinlememiş birine müziğinizi nasıl tarif edersiniz?
- Karanlık ama enerjik. Yoğun ritimlerim insanları terletiyor diyebilirim. Bu da birazdan çok dans edeceğimiz anlamına geliyor.
Çocukken duyma bozukluğu olan birinin sonradan DJ olması biraz tuhaf değil mi?- Kaderin cilvesi demek lazım. Ama o duyma problemi genç yaşlarımdayken tedavi edildi.
Game of Thrones’un çirkin karakteri olmakla DJ kabinindeki ‘star’ olmak arasında nasıl bir fark var?
- Birbirinden çok farklı tabii. Ama Game of Thrones temalı bu turneyle, sanki ikisini birbirine yakınlaştırdım biraz.
Siz kimi dinlersiniz?- New York’ta Danny Tenaglia diye bir DJ var. Yunan galiba. O da benim gibi derin ve karanlık bir müzik yapıyor. Eric Prince’in de yeri her zaman ayrıdır bende. Hem progresif hem akıcı. Fransız DJ’lerin ‘house sound’unu da seviyorum.
Bildiğiniz Türk müzisyenler var mı?
- Bir DJ var, gerçekten çok başarılı: Ahmet Şendil.
HODOR'UN TÜRKİYE'YE MESAJI