Güncelleme Tarihi:
10 bin nüfuslu Stuer’in huzurlu Danimarka’nın en sessiz, en yeşil şehri olmasına bakmayın. Kasaba halkının üçte ikisinin aynı fabrikada çalıştığını göz önünde bulundurarak Stuer’e ‘işçi şehri’ etiketi yapıştırmak gayet mümkün. Minik bir farkla... Bahsettiğimiz ‘fabrika’ Bang&Olufsen, bahçesinde kendisine ait koyun sürüsünün otladığı, öğlen paydosunda iki adım ötedeki ıssız plajda serinleyebileceğiniz, girişteki dev piyano dışında boydan boya cam, tepeden tırnağa ferah bir binanın içinde. Karşılaştığımız ‘işçilerse’ atıyla, tarlasıyla, çevre dostu arabası ve üstündeki sörf tahtasıyla maaile yeşil ve sükûnet içinde yaşamını sürdüren İskandinavlar... Bir Akdenizli olarak bu kusursuz tablonun sırrını çözmek zor. Biz de popüler kültürün her köşesinden püfür püfür esen kuzey rüzgârının sırrını akımın kilit oyuncularından Bang&Olufsen’in CEO’su Tue Mantoni’ye sorduk, memlekete cebimizde birkaç hayat dersiyle döndük...
Yıllardır değişmeyen kural: “İskandinavlar daha iyi yapıyor.” Neden?
- Hayat malzemesi burada çok temiz, basit ve sağlam. Aldığın bir televizyonu 10 yıl evinde tutarsın. Öyle bir anlayışla tasarlanmıştır ki 10 sene sonra yine gıcır gıcır, modern ve havalı durur.
Basitliğin sırrı nasıl olmuş da özellikle bu topraklarda çözülmüş?
- Tasarımın içinde doğmuş bir toplumuz. Bebekken eline ilk tutuşturulan oyuncak bile öyle cafcaflı ve plastik filan değil, bildiğin beyaz, basit ama fonksiyonel bir araba. Odanda, mutfakta gereksiz tek bir eşya yok. Anne bile kelimeleri tasarruflu kullanarak büyütüyor bebeğini.
Her şeyi sadece olması gerektiği kadar. Doğayla uyum içinde bir yaşam var bu topraklarda. Doğayı kendi çıkarlarına göre değiştirmek yerine kendi hayatını doğaya monte etmeye çalışıyorsun. İyi tasarım kuralı ne?
- Dürüst olacaksın. Gerekmeyen süslemelerle, tuşlarla göz boyamaya kalkmayacaksın. Sadece ‘aç/kapa’ tuşu gerekiyorsa, tek bir tuş kullanacaksın. ‘-mış’ gibi görünme devri çoktan kapandı. Plastikse plastik gözükmeli, camsa hakikaten cam gibi durmalı. Tasarım, bizim için nasıl gözüktüğü değil ne hissettirdiğiyle alakalı. Ürünün de nasıl gözüktüğünden çok, siz kullanırken size ne hissettirdiği önemli.
- ‘Sound’ dediğimiz kavram yıllar içinde çok farklı aşamalardan geçti. Karşınızda hoparlör, bir sandalyeye oturmuşsunuz ve ses sizin tutkulu bir sevgili gibi her yerinizi sarıyor. ‘Sound’ artık daha somut, daha gerçek.
- Evlerin mimari yapıları da zamanla değişti. Eskiden mutfak, banyo, oturma odası ve yatak odası ne, nerede olmalı belliydi. Şimdi hepsini karıştırabiliyorsun. Esnek olmak, yeni kural. Televizyondan hoparlörlere tüm teknolojik ürünlerin tasarımı bu esnekliğe sahip. Varlığı yokluğu belli değil. Ne olduğunu kestirmek zor. İyi olan da bu.