Cansu ÇAMLIBEL/ Fotoğraflar: Rıza ÖZEL
Oluşturulma Tarihi: Kasım 10, 2014 01:13
Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 10 sene önce kesilen söz gerçek bir izdivaca dönebilecek mi orası hayli karanlık. Ancak son dönemde birliğin temsilcisi olarak Türkiye’ye atanan Avrupalı bürokratlara, Ankara adeta uğurlu geliyor. Bir önceki AB Türkiye Temsilcisi Jean Maurice Ripert, Fransa’nın Moskova Büyükelçisi olarak atandı. 2014 Nisanı’nda Ripert’in koltuğuna oturan Stefano Manservisi ise henüz altı ay geçmeden, AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin kabine şefi olarak Brüksel’e dönüyor. Manservisi’ye veda ziyaretinde bulunduk.
Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan’ın ‘Erasmus değil Orgasmus projesi’ başlıklı yazısında “Erasmus projesi, eğitim projesi değil, yozlaşma, cinselliği putlaştırma, cinsellik peşinde koşturan ‘ahmaklar sürüsü’ yetiştirme projesidir!” dediğini okumuşsunuzdur. Ne düşündünüz?
- O tür bir makaleyi okumak adeta Orta Çağ edebiyatı okumak gibiydi. Orta Çağ edebiyatı da daima çok enteresandır, karanlıktır. Tabii ben o makalede Erasmus’la ilgili yazılanlara epey güldüm. Yazılanlar günümüzde yaşanan bütün gelişmelerin inkârı gibi adeta. Erasmus; insanların serbest dolaşımıyla, yaratıcılığın ve kültürler arası ilişkinin desteklenmesiyle ilgili çok önemli bir araç. Kendi tarihi de Osmanlı gibi çoğulcu bir toplumdan geçen Türkiye’de çoğulculuk felsefesi üzerine kurulu Erasmus programı hakkında böyle şeyler duymak şaşırtıcı.
Bu tür bir tartışma üzerine özellikle muhafazakâr kesimdeki ailelerin çocuklarını Erasmus programına göndermekten imtina edeceği yönünde endişeniz var mı?
- Ahlak o gençlerin kendileriyle ilgili bir şey. Anne babalar üniversite yaşına gelmiş çocuklarına ahlak empoze etmekten vazgeçmeli. İnsanlar kendi hayatlarıyla ne yapmak istediklerine kendileri karar verebilmeli. Ben bütün bunları çocukları Erasmus’la okumuş bir baba olarak söylüyorum. Erasmus beni İtalyan-Fransız ve Tayvanlı karışımı melez bir torun sahibi yaptı. Ben İtalyanım, eşim ise Fransız. Ben 1979’da Fransa’ya okumaya gittiğimde henüz Erasmus falan yoktu. Küçük bir burs alarak gitmiştim. O dönemlerde daha kimse birbirinin dilini konuşmuyordu. Bugün ulaştığımız çokkültürlü toplumsal aşamada kendisi de çokkültürlü gelenekten gelen bir ülkede bunların yazılabildiğini görünce gülesim geliyor.
Yaz aylarında Diyarbakır, Mardin, Doğubeyazıt, Gaziantep’in de aralarında olduğu pek çok şehri ziyaret ettiniz. O şehirlerin bir kısmında 6-7 Ekim’de büyük gerilim ve şidet yaşandı. Görünce ne hissettiniz?
- Ben Türkiye’de olduğum süre boyunca hiçbir zaman kendimi tehlikede hissetmedim. İnsanların günlük hayatlarıyla bir şeyi protesto etmek için sokaklara döküldüğü anlar arasında ayrım yapmak şart. Onları sokağa çıkaran nedir buna bakmak lazım. O günlerde gördüklerimiz için tipik bir Diyarbakır görüntüsü diyemeyiz. O insanlar kimliklerine çok bağlı ve bu ülkenin en önemli meselesi olan çözüm sürecinden beklentileri var. Kobani’de kardeşlerinin acısını hissettiler ve hükümetin yeterli bir çaba göstermediğini düşündüler. Ha bu arada adil olmak şunu da söylemeyi gerektirir: Hükümetin de o noktada daha fazla şey yapması çok zordu. Biz her koşul ve şartta şiddeti kınıyoruz. Ama şiddet o bölge halkının tipik karakteri falan değil. Hatırlayın Soma’da maden kazası olduğunda da insanlar öfkeliydi, haklı olarak.
Kürtlerin sokağa çıkmasından daha genel bir trende işaret ediyorsunuz.
- Bütün bunlara bakınca ben Türkiye’de sivil toplumun hiç de pasif olmadığını söyleyebilirim. Kürtlerden ya da Alevilerden bahsetmiyorum. Sivil toplum herkesi ve her kesimi kapsar. İşte o sivil toplum bugün kaderi üzerinde söz sahibi olmak istiyor. Eğer adil olmayan ya da kötü bir muameleye maruz kaldılarsa protesto etmek istiyorlar. 1 Mayıslarda yaşanan da bu, Gezi’de yaşanan da bu. Sivil toplum bu ülkenin geleceği.
Erasmus’la ilgili yazılanlara epey güldüm. Yazılanlar günümüzdeki bütün gelişmelerin inkârı gibi. Erasmus insanların yaratıcılığın ve kültürler arası ilişkinin desteklenme-siyle ilgili çok önemli bir araç.HDP, Kürtleri sokağa protestoya davet ettiği için çok eleştirildi. Protestonun şiddete dönüşmemesinin sırrı nedir, o bıçak sırtı denge nasıl bulunur?
- Bu, bütün dünyada tanık olduğumuz bir durum. Muhalefet eyleme çağırır, hükümet “yapmayın” der. Bu tür ortamlarda daima şiddete dönebilecek durumlar oluşur ve her ne olursa olsun şiddet daima kınanmalıdır. Ben bir Kürt olsaydım mutlaka sınırın öte tarafında yaşananlara karşı çok hassas olurdum. Ama sokaklarda taş, molotof mu atardım? Elbette hayır! Bu durumlarda hükümet elbette kamu düzeninden yana tavır alır. Ama bizim Türkiye ile ilgili tespitimiz çoğu zaman kamu düzeninin sağlanması için orantısız güç kullanılıyor. Bir de sivil toplumun eylem hakkını düzenleyen yasalar çok kısıtlayıcı.
AB-TÜRKİYE BİRLEŞMESİ 1945 SONRASI FRANSA-ALMANYA UZLAŞMASI KADAR KRİTİK
Osmanlı döneminde Avrupa ile çok yakındınız. İmparatorluğun çöküşünden sonra ilişkilerde türbülanslı bir dönem yaşandı. Şimdi yeniden birleşme zamanı. Bu birleşme Almanya ve Fransa’nınki kadar güçlü bir birleşmeyi temsil ediyor. Bugün bize düşen bu ilişkiyi güçlendirip ilerletecek bir yol izlemek. Sonra yurttaşlar kendileri karar verecek. Şunu unutmayın: Tüm sıkıntılara ve başarısızlıklara rağmen AB hâlâ farklı kültürlerden insanların birlikte yaşamasını sağlayan en iyi model.
Avrupa toplumları kendileriyle babaları gibi konuşan siyasetçi asla kabul etmez
Bizim kamuoylarımızın hiç hoşlanmadığı bazı şeyler var. Türk siyasetçilerin her ağızlarını açtıklarında toplumla bir baba gibi konuşmaları Avrupa için kabul edilmez bir durum. Avrupa’da hiçbir siyasetçi bu şekilde konuşamaz. Avrupa’da devlet burada olduğu kadar kutsal değil, bizde kutsal olan yurttaşlardır.
‘Stefano’nun Türkiyesi’nden notlar...
İstanbul’un taksicileri İstanbul’da eğer gideceğiniz yeri bilmiyorsanız taksiye binmeyin. Çünkü çoğu zaman onlar da nereye gitmeleri gerektiğini bilmiyor.
Ankara’nın balıkçıları Balık lokantalarının çokluğuna bakarsanız Ankara adeta bir sahil şehri gibi, çok şaşırtıcı. Zaten balık severim, buradaki basit pişirme usullerini de çok sevdim. Favorim hamsi, bir de Karadeniz levreği.