Güncelleme Tarihi:
Göletler ve bahçelerle çevrili bu Normandiya şatosunun Avrupa’nın en can yakan fantezilerine ev sahipliği yaptığına inanmak zor. Siyah tayyörlü, bu çıtı pıtı hanımın yaşlı kıtanın en ünlü sado-mazo kraliçesi olduğuna da... Ama inanın, ‘Grinin 50 Tonu’, şimdi 80 yaşında olan bu kadının hayatının yanında Disney filmi gibi kalır.
Sado-mazoşizm deyince sakın aklınıza erotik sitelerden fışkıran lateksler ya da ikinci sınıf Londra barlarındaki partilerden taşan deri fetişizmi gelmesin.
Daha rafine mizansenlerden, mesela bir sarayın bahçesinde aksesuarları, kokuları, müzikleri, yemekleriyle bir 18. yüzyıl tablosunu cinsel fanteziye dönüştürmekten bahsediyoruz.
“Bu işi para karşılığı yapan bir dominatriksin gecesinde, boyunlarındaki tabelalarda ismi, yaşı, nelerden hoşlandığı yazan, diz çökmüş çıplak adamlar vardı. Bunlar beni sıkar. Para karşılığı bu işi yapan dominatrikslerle karıştırılmak istemem” diye buyuruyor Marie Antoinette’ten kalma şatonun Efendiçesi...
SADO-MAZO TAPINAĞI
‘Yeni Roman’ akımının, aykırı edebiyatçı ve sanatçıların, Fransız sado-mazo âleminin tapınağı bu şatoda yıllarca eşi Alain Robbe-Grillet ile beraber yaşadılar, sıradışı hayatlarını. Zaten Efendiçe’deki sado-mazo cevheri keşfedip, onu bu dünyayla tanıştıran da şimdi merhum olan ve mutfaktaki bir kavanozun içinde külleri yatan Mösyö Robbe-Grillet... Fransa’da bile kitapları yakılan; kimilerine göre deli ve sapık, kimilerine göre bir roman ve sinema dâhisi... Karı-koca hakkındaki bu karşıt düşünceleri, “Bizi sapık olmakla suçlarlar, bu beni rahatsız etmiyor. Hiç karşılık vermiyorum çünkü fanatiği olduğum tek bir şey var: Benimkilere katılmasalar bile herkesin kendi fikrine sahip olmaya hakkı!” diyerek eşitlikçi bir söylemle göğüslüyor Efendiçe. Eşitlik deyince abartmamak lazım tabii. Hatırlayalım, neydi sado-mazo ilişkinin tarifi: “İki eşit kişi arasında bir kereliğine veya düzenli olarak buyuran-buyurulan ilişkisi yaratmak için yapılan kontrat.”
KADERİMİ İSTANBUL BELİRLEDİ
Ben, babamın hep söylediği ‘Üsküdar’a Giderken’ şarkısıyla büyüdüm. Çünkü Fransa’ya göç etmeden önce 1920’li yıllarda Kadıköy’de Saint Joseph Lisesi’nde okumuş. Bana bildiğim her şeyi öğreten, dominatriksliğin kapısını açan eşim Alain Robbe-Grillet ile yine bir İstanbul seyahati sırasında tanıştım. Sonra ‘L’Immortelle-Ölümsüz’ filmini çekmek için 1962’de tekrar geldik İstanbul’a. O şehir hayatımın akışını değiştirdi, kaderimi belirledi. Taksim’e yakın Ayazpaşa Sokağı’nda oturduk. Tabii ne artık o ahşap evler ne de Tahtakale’de o çok sevdiğim hamallar kalmış. Ama ızgara palamut kokusu hâlâ duruyor. Ankara ve Konya’yı da çok iyi bilirim. Konferans ve festivaller için defalarca geldim. En son geçen sene, Türkiye’den bir yayınevi Alain’in son kitabının yayın haklarını istediğinde çok şaşırdım. İçinde pedofili, sadomazoşizm ve ensest var. Eğer basılırsa hakikaten sürpriz olur.
ŞEFKAT DUYGUM YOK
Sado-mazo törenlerinizde cinselliğin yeri ne?
Birinci amaç cinsellik değil tabii. Asıl amaç erotik heyecan.
Bu seanslar sırasında favori bir oyuncağınız var mı?
Yok. Çünkü ben değişikliği severim. Ama ille de bir şey söylemek gerekirse ellerim ve dişlerim. Göz bandından vazgeçemiyorum.
Siz emirler buyurur, karşınızdaki de bunları yerine getirirken tam olarak ne hissediyorsunuz?
Bunu anlatmak zor. Bir özgürlük hissi kaplıyor içimi. Ama kendini sunan kişinin de bundan heyecan duyması ve karşılıklı duygu alışverişi lazım.
Seanslarınıza katılan Türkler oldu mu?
İnsanlara uyruklarını sormuyorum ki.
Ama tanımadan, bilmeden kimseyle seans düzenlemediğinizi söylemiştiniz... Türkiye’ye birçok defa geldiniz. Bu ziyaretlerinizde insanlarla tanışmadınız mı?
İlk gelişlerimde henüz dominatriks değildim. İstanbul’u son ziyaretimde Karaköy’deki Vault Otel’de ‘Diner Noir-Kara Yemek’ adında bir sanat etkinliği düzenledik. O geceye katılan Türkler olmuştu. Fakat davetlileri benim seçtiğim bir etkinlik değildi. Dolayısıyla davetliler emirlerimi yerine getirip getirmemek konusunda özgürdüler.
Getirdiler mi?
Sence?
Seanslarınıza katılacak insanları nasıl buluyorsunuz?
Yayıncıma yazıyorlar. Para kabul etmiyorum ve kişi gelip kendini ispat etmeli. Fotoğraf görmeye ihtiyacım yok, fiziksel görünümle de ilgilenmiyorum. Bir keresinde olağanüstü alımlı bir kadın geldi ama bir tahta parçası gibiydi, bedeninden tek bir kıpırtı bile çıkmadı. Biz de kibarca evine gönderdik. Diğer taraftan öyle insanlar var ki, fiziksel görünümleri çok dikkat çekici olmamasına rağmen arzuları o kadar muazzam ki onlarla olmayı heyecanlı hâle getiriyorlar.
Onlara acı çektirmeyi mi seviyorsunuz?
Kötü kadın değilim. Ama bundan zevk alıyorum. Farklı bir karakterim var. Kimsenin eksikliğini hissetmem. Şefkat duygumun olmadığını söylerler.
TAVAN ARASINDAKİ İŞKENCEHANE
Sevgilisinin ona nasıl hayranlıkla baktığını görmelisiniz. Söyleşi boyunca uysal bir kedi gibi dizinin dibinde oturdu. Sol elinin 2-3 noktasında sigara yanığı gibi su toplamış yerler fark ettim. Bir türlü soramadığımı anladı; “Hayır o yapmadı. Geçen gün şöminede küçük bir kaza oldu” dedi Beatrice kendiliğinden.
Şatonun tavan arasındaki işkencehane efsanesini soruyorum. “İstersen görebilirsin ama fotoğraf çekemezsiniz” diyor. Merdivenin ahşap basamakları sadece üst kata çıkmıyor. Ayaklarımızın altında gıcırdaya gıcırdaya Marie Antoinette’in cicili bicili taşra fantezisinden, Marquis de Sade’ın ağrılı-acılı zevk âlemine yükseliyor. 20-25 metrekare bir oda... İnsan bedeninde can yakmaya, ruhunda aşağılanmaya sebebiyet verecek türlü hinlik, icat, tasarım... 12 Eylül işkencecileri halt etmiş. Tavandan sarkan ucu kelepçeli makaralar, zincirler; ortasından tutup çekince içinden kırbaç çıkan baston...…
SEVGİLİSİ BEATRICE ANLATIYOR
Kendisinden 30 yaş genç sevgilisi Beatrice’in eşi ve iki çocuğu durumu kabullenmiş: “Kalbimi ve ruhumu ona verdim. Bana istediği zaman, istediği şeyi yapabilir. Bir keresinde bir halka takıp Seine Nehri boyunca kamçılayarak gezdirdi. Bazen ağladığım oluyor ama pişmanlık duymadan. Bazı haftalar beni üç gün üst üste hırpaladığı oluyor, haftalarca dokunmadığı da. Onsuz hayata nasıl devam ederim bilmiyorum.