Elden ele şiirlerin dolaştığı bir köy

Güncelleme Tarihi:

Elden ele şiirlerin dolaştığı bir köy
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 01, 2017 10:37

New York Üniversitesi’nde (NYU) davranışbilim ve istatistik dersleri veren, eğitimden mültecilere geniş bir alanda bilimsel çalışmalar yöneten Prof. Selçuk Şirin, New York’a uzanan serüvenindeki ilk durağını, doğup büyüdüğü Ardahan Göle’deki Türkeşen Köyü’nü yazdı: “Çocukken biz burada balık tutar, çayırda yuvarlanır, çamurdan evler yapardık... Legomuz yoktu, Minecraft’ı bilmezdik ama yaparak öğrenmenin her halini yaşardık biz bu coğrafyada...”

Haberin Devamı

New York’tan İstanbul’a gelince, içimde tam bir memlekete vardım hissi olmuyor. İlla bir yol bulup bu köye, köyüme, Türkeşen’e (yeni adıyla Yiğitkonağı) geleceğim. Çünkü başka bir memlekettir çocukluk. Hele dünyaya gözünüzü bizimki gibi yazı ayrı kışı ayrı bir köyde açtıysanız, çocukluk bir değil iki ayrı memlekettir. Ol sebep her sene yolumu düşürüp geliyorum buraya. Hatta bazen bir yazın, bir de kışın...

Bizim köyü, kıvrım kıvrım akan, başıbozuk bir dereyle çocukken bana deniz hissi veren koca bir nehrin buluştuğu yere kurmuşlar. Burası bir Rum köyü. Çocukluğum, eski Rum kiliselerinin kalıntılarında oyun oynayarak geçti. Komşu köyün adı ‘Dört Kilise’. Bizim tarlaların olduğu muhit, ‘Kilisenin Boynu’. Bizimkiler şimdiki Gürcistan’dan buralara 93 Harbi’nde gelmiş.

Haberin Devamı

Çocukluğum nenemden dinlediğim ‘kaça kaç’ hikâyeleriyle geçti. Hem de ne hikâyeler... Rusya’da evlenen büyük nenem ilk eşini kaybedince geçiyor sınırın bu yanına. Büyük amcam Ruslara esir düşüp unutulduktan yıllar sonra çıkıp geliyor... Babam bu hikâyeleri yeni kitabında (A’dan Z’ye Türkeşen, Yaz Yayınları) araştırıp yazdı. Belki de beni mülteciler üzerine çalışmaya zorlayan bu hikâyelerdir. Çünkü her yaptığımızda çocukluktan kalan bir iz vardır. Bizim köyden kalan bir iz...

Elden ele şiirlerin dolaştığı bir köy

Köyden ayrılmayan Cengiz Amcamız ocağımızı söndürmedi.

Burada herkes okulluydu

Doğduğum ev eski bir Rum evi aslında. Şimdi küçücük duran bu ev ben çocukken, içinde işleyen koca bir taş fırını olan devasa bir malikâneydi. Burada nenem, dedem, beş amcam ve üç halamla yaşardık. Herkes evlenip de çoluk çocuk sahibi olunca 20-30 kişi yaşadığımız dönemler oldu. Hepsi aynı çatı altında! Şimdi her yaz, amca, yeğen, kuzen, hala, o şöleni yeniden yaratmak için geliyoruz Cengiz Amcam sağolsun! Bizim hikâyenin coğrafyası ona emanet. Köyden hiç çıkmadı, ocağımızı hiç söndürmedi...

Genç Cumhuriyet buralarda açtığı ilk okullardan birini 1930’larda bizim köye kuruyor. Bunda köyün coğrafi olarak merkezi bir konumda olması önemli bir rol oynamış muhtemelen. Benim oturduğum sıralarda babam, dedem de ders görmüş. 1940’lar bitmeden köyde her çocuk okula gitmiş. Öyle olduğu için de Cilavuz Köy Enstitüsü açılınca onlarca çocuk oraya devam etmiş.

Haberin Devamı

O çocuklardan biri olan Enver Avcı ‘Başardın Çocuk’ adlı kitabında, nasıl babasının itirazlarına rağmen yürüyerek köyden Susuz’a gidip okula kendisini kaydettirdiğini anlatır... Ol sebep, okuyanı çoktur bizim buraların. Ben çocukken elden ele şiirler, evden eve romanlar dolaşırdı bu köyde...

Elden ele şiirlerin dolaştığı bir köy

Dedemin, babamın ve benim okuduğum okul artık kapalı.

Babamın yıllarca öğretmenlik, sonra müdürlük yaptığı, iki binadaki 12 sınıfta 300’den fazla çocuğun ders gördüğü bir köydü burası. Ya şimdi? Belki köye dair beni en çok hüzünlendiren manzara işte bu gördüğünüz terk edilmiş binalar. Çocuk cıvıltılarının olmadığı, sahipsiz binalar... Evet inanması zor hâlâ ama bizim köyde artık okul yok. Bir daha okuyun şu cümleyi lütfen: Burası artık okulsuz bir köy... Çocuk yok değil, az da olsa var ama buralarda taşımalı sistem çıkmış. Körpe çocukları alıp bir arabayla başka köylere taşıyorlar. Köy okulunun en güzel yanı olan, yürüyerek okula gitme, konu komşu beraber öğrenme özelliğini yok etmişler. Yazık etmişler. Birleştirilmiş sınıflarla, ne yapıp ne edip bu okulları yeniden açmalı. Her köyde bir okulun bacasını tüttürmeli...

Haberin Devamı

Şu an köydeki gençlerin çoğu bayramdan ötürü burada. Benim gibi onlar da köy çocukları. Tatil bitince çoğu kentlere dönecek. Köylerin kaderi bu... Gençler durmuyor buralarda. Oysa ben çocukken burada her mahallenin bir futbol takımı vardı. Forma giyerlerdi, bildiğiniz lig! Sonra 12 Eylül oldu. Ne olduysa o zaman oldu. Ben diyeyim üç yıl, siz deyin beş, boşaldı gitti koca köy... Şimdi 40 hane kaldı. Terk edilmiş...

Elden ele şiirlerin dolaştığı bir köy

Köpeğimiz ‘Kömür’ evlerimizin sadık bekçisi.

Göğe bakma durağı

Ormanlar, yeşil bir çerçeve gibi sarsar köyümüzü ama köy içinde ağaç yoktur. Hayvancılık tek gelir kaynağı olduğu için meraya, tarlaya özen gösterir bizim buranın köylüsü... Ama dedemin babası Molla Veli kendine iş edinip ağaçlandırmış köyün içini. Ben doğduğumda evimizin önünde onlarca söğüt ağacı vardı. Bütün köyün oyun bahçesiydi o ağaçlar. Her birinde ayrı bir dünya kurardık. O ağaçların önünde, çayın ortasındaki minnacık ada benim göğe bakma durağımdı. Orada balık tutar, çayırda yuvarlanır, çamurdan evler yapardık... Legomuz yoktu, Minecraft’ı bilmezdik ama hani bir dönüp bakınca yaparak öğrenmenin her halini yaşardık biz bu coğrafyada...

Haberin Devamı

90’ların başında elime bir kamera alıp gelmiştim köye. Biliyordum yiten bir ülkeydi benim çocukluğumun coğrafyası. Bir sevgiliyle vedalaşır gibi dolaşıp çekmiştim köyü, köyün insanlarını. Şimdi YouTube’da duran o videolara bakınca geriye ne kadar az şeyin kaldığını görüyorum. O videolardaki evlerin bir kısmı artık harabe, yaşlılar gitti. Babamı da çekmiştim birinde. Köyün bir ucundan diğer ucuna yürüyen o yakışıklı adamı minareden filme almıştım. Bendeki bu köy sevdasına sebeb-i hikmet olan babam hâlâ yürüyor.

Elden ele şiirlerin dolaştığı bir köy

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!