Güncelleme Tarihi:
Kitaba ve size bakınca insan şöyle düşünüyor; bu evde ortalık hiç dağılmaz, işler hiç kontrolden çıkmaz, siz ne olursa olsun hep bakımlı kalırsınız, hayat hep belli bir renkte ve ritmde akar... Öyle mi sahiden?
- Yok. Bir kere üç çocuğum var. 13, 11 ve 6 yaşlarında... Evin arka odalarına baksanız şimdi, buradan farklı olduğunu görürsünüz. Ama evet, çok organize bir tipim ben. Belli bir rutinim var. Sabah altıda kalkarım. Her yere yetişirim. Düğün, dernek, davet dışında pek berabere de gitmem. Saçlarım dümdüz zaten, yıkayıp çıkıyorum genelde. Ama mümkün olduğunca dağınık, özensiz görünmemeye çalışırım. Yoksa kötü bir fotoğrafınız çekiliyor, altına kötü bir yorum yazılıyor...
Nasıl karar verdiniz bu kitabı çıkarmaya?
- Benim Noel yemeklerim, Paskalya davetlerim olur. Çok özenirim, davetlilere mutlaka çok özel hediyeler hazırlarım. Bu da öyle bir hediyeydi aslında. Sonra iş büyüdü.
‘GURU’YUM DİYE BİR İDDİAM YOK
Bugün beslenme deyince kinoa, tam buğday, chia... Hareket deyince de yoga, pilates... Siz de kitabınızda bunlara yer veriyorsunuz...
- Evet, artık bunları bilmeyeni dövüyorlar neredeyse! Her yerde bir organikçi, bir beslenme uzmanı... Biraz bu işin gerçekten uzmanı olan doktorlara haksızlık oluyor gibi bence. Ben de beslenmeme dikkat ediyorum. Ama takıntılı değilim. Herkes kadar iyi besleniyorum, herkes kadar spor yapıyorum. Belki biraz fazla yoga yapıyorumdur ama o da YogaŞala’da yoga dersleri verdiğim için... Kitapta tarifler var ama ben ne bir sağlık uzmanıyım, ne de bir şef... Sadece 42 yaşında, üç çocuk doğurmuş, onlara hamileyken aldığı kiloları vermiş, şimdi de güzel yaşamaya çalışan normal bir insanım. İnsanlar bakıp ilham alsın istedim. Yoksa ‘guru’yum diye bir iddiam yok.
İZMİR BENİM İÇİN ÖNEMLİDİR
Anneannenizin çok özel bir yeri varmış hayatınızda...
- Çok. Annemle babam ayrıydı. Anneannemin evinin üst katında benim bir odam vardı. Orada kaldım uzun süre. Levanten evleri büyük büyüktür, tipik azınlık mantığıyla, komün halinde yaşanırdı biraz. Üniversiteye kadar orada kaldım, anneannem baktı bana.
Neler değişti Levanten evlerinde?
- Çoğu el değiştirdi bir kere. Yeni sahipleri genelde Levanten aileler değil. İkinci, üçüncü jenerasyonlar yurtdışına gitti. Bir de Levanten Levantenle evleniyordu eskiden, artık böyle değil.
İzmir’e de özel bir teşekkürünüz var kitapta...
- Evet, İzmir benim için önemlidir. Denizi, güneşi, insanı güzeldir. Güzel yaşar İzmirli... Benim gençliğim de orada çok güzel geçti. Çok eğlendik biz.
‘YAŞAMAK, İSTEDİĞİNİ, İNANDIĞINI TECRÜBE ETMEK SENİ MUTLU EDENDİR’
‘Kendi değerinizi bilin’ mesajının altını çiziyorsunuz kitapta...
- Evet, ben pek bilmem çünkü. Hemen her şeye evet derim, herkes mutlu olsun isterim. Ama bu kötü bir şey. Dedemin öğüdüdür: “Önce hayır de.” Hayırdan evete dönmek pozitif bir şey ama evetten hayıra dönmek çok zor, çok ayıp... Ama ben bir türlü bunu yapmayı beceremiyorum. Tadımız bozulmasın istiyorum. Böyle olunca da bir değer sapması oluyor.
Özellikle de Türkiye’de kadınlar pek kendi değerlerini bilmiyor galiba...
- Evet, ben o yüzden bunu hem kendi kızıma hem de diğer kadınlara söylüyorum. Kendi ayaklarımızın üstünde durmalıyız. İlla bir eşle ya da başka biriyle var olmamak lazım. Biz de bir bireyiz, bizim de bir adımız, soyadımız var. Özellikle boşandıktan sonra bende kadınlararası dayanışma bilinci oluştu; farkında olmadan daha çok kadın sanatçıların işlerini toplamaya başladığımı fark ettim mesela...
“Doğru olduğuna inandığınızın arkasında durun. Sadece kalbiniz için yaşayın. Ben öyle yapıyorum” diyorsunuz...
- Evet, tabii ki bir toplumda yaşıyoruz ve toplumun getirdiği mecburiyetler var. Onlara uymak durumundayız. Elimizden geldiği kadar uyuyoruz da... Terbiyesizlik yapmadan, normlardan, ahlaki değerlerden uzaklaşmadan yaşıyoruz. Ama bunların dışında inandığım şeyin arkasından gitmekte tereddüt etmem ben. Öyle böyle değil! Olsun isterim, oldurmak için uğraşırım. O yüzden kitapta da “Sadece ve sadece kalbiniz için yaşayın ben öyle yapıyorum” diyorum.
DANS EDECEKSEM DE MASANIN ÜSTÜNE ÇIKIP ÖYLE EDİYORUM
Bunun bedelini ödemek gerekmiyor mu kimi zaman?
- Gereksin... Bir şey kalpten geliyorsa tamamdır benim için. Bu iyi bir şeydir demiyorum ama. Çünkü bedelini öderken bazen gerçekten çok acı çekiyorsun. Ama hiç önemli değil. Pişman olmaktan iyidir. Yaşamak, istediğini, inandığını tecrübe etmek seni mutlu edendir. Ben hiç şekil insanı değilim. Üzgünsem üzgünüm, kavga ediyorsam kavga ediyorum. Dans edeceksem de masanın üstüne çıkıp öyle ediyorum.
40’tan sonra ne değişti sizin için?
- Benim 38’den sonra, yani boşandıktan sonra değişti. Bir anda tekrar tek başıma kaldım, işe başladım tekrar. 28 yaşındaydım evlendiğimde. Boşandıktan sonra tekrar 28’e döndüm. Kendime yani...
Kendinizi ihmal mi etmişsiniz o arada?
- Yine harika bir hayatım vardı. Bizler şanslı insanlarız, bunu kabul etmek lazım. Ama evet, kendini ihmal edebiliyorsun. Kimse de dayatmıyor üstelik bunu sana. Sen kendi kendine yapıyorsun. Boşandıktan sonra kendime ve çocuklara daha çok vakit ayırabildim.
SÖYLEŞİNİN PERDE ARKASI: ANNEANNESİNİN KIZI...
** Yemek tarifleri üzerinden tipik bir gününü anlattığı kitabını konuşmak üzerine Edwina Sponza’nın evine konuk oluyoruz. Fotoğraf çekimi sırasında biraz gergin, hemen bu faslı atlatmak istiyor. Yine de yüzü bir an için bile olsa asılmıyor. Muhsin (Akgün) “Hep böyle gülümser misiniz, sanki bir çeşit kaçış yolu bu sizin için” diyor bir ara. “Galiba haklısınız” diye karşılık veriyor. Gözleri uzaklara dalıyor...
** Onunla tanışmaya giderken nedense mesafeli biriyle karşılacağımı düşünüyordum. Oysa çok enerjik, kameraya muzırlıklar yapan, etrafındakilere ‘Aşkım’ diye hitap eden, dokunmaktan, sarılmaktan kaçınmayan, samimi birini buluyorum karşımda.
** Tam bir ‘anneannesinin kızı’. Ona; titizliğe, düzene, görselliğe önem vermeyi aşılayan anneannesini, genç kızlığının İzmir’ini, Levanten evlerini, boşandıktan sonra değişen hayatını konuşuyoruz. Herkes için ama en çok da kadınlar için güçlü mesajlar veriyor.