Güncelleme Tarihi:
Yıl: 1991. 15 yaşında bir kız, yanında annesiyle Unkapanı Plakçılar Çarşısı’nda... Çamaşırsuyu yüzünden parçalanmış ellerini yumruk yapıyor, gözlerini yumuyor, başlıyor okumaya: “Unuturum diye yorma kendini...”
Aynı kız, çok değil, bir buçuk sene sonra ekran karşısında: “Demir attım yalnızlığa / Bir hasret gemisinden...”
“Bir Ebru Gündeş kolay yetişmiyor” tiradını çok değil, 1 milyon 400 binli kaset satışlarından hemen sonra işitmeye başlıyoruz. İsminden ‘üçüncü tekil şahıs’ olarak bahsetmek, basit bir şöhret oyunu. Fakat Gündeş’teki farklı bir yaklaşım, bir tür yabancılaşma durumu. Her magazin kaydında, konser çıkışında hep aynı kararlılıkla: “Ebru Gündeş bu sene biraz daha modern olacak...”, “Ebru Gündeş böyle polemiklere girmez.” En şahaneleriyse “Sizi ne bitirir?” minvalindeki magazin sorularına, sonsuz bir ciddiyetle “Ebru Gündeş kendi isterse biter” demesi... Hıncal Uluç’un bir eleştirisine “Bir Orhan Gencebay’lar, Sezen Aksu’lar, Ebru Gündeş’ler kolay doğmuyor” demekte sakınca görmemesi. Kısmen de olsa doğru. Bir Ebru Gündeş hakikaten kolay doğmaz çünkü...
Fatih, Esnaf Hastanesi doğumlu. Babasız, zor bir çocukluk. Aile sofrası, oyuncak, bayramlık kıyafet, kaplı defter, gençlik flörtü... Yok öyle şeyler. Şirinevler’de yaşıyor, overlokçu olarak çalışıyor. Anne Müjgan’ın tek bir derdi var: Kızını bu hayattan kurtaracak görücü bir evlilik. 16’sında gelin olur, Brüksel’e gider. Plan tutmaz, 3 ay sonra gerisingeriye İstanbul’a. Neyse ki tünelin ucunda bu kez Unkapanı gözükür. Sonrasında satış rakamı milyonu geçen kaseti de var (‘Demir Attım Yalnızlığa’, 1992, 1 milyon 400 bin); albüm isminden türeyen şöhret dizileri de (‘Tanrı Misafiri’ 1993, ‘Fırtınalar’ 1995, ‘Deli Divane’ 1996); şov programları da...
YÜREK KADINIYIM
“İstediğim kotu hiç giyemedim diye şimdi 100’e yakın kotum var” cümlesini ekranlarda sarf ettiği sene 2001. “Açlığımı şimdi doyurmaya çalışıyorum” diyecek kadar da açık/kendiyle barışık. Müthiş bir doymaya çalışma, mağaza kapatmaca, Bülent Ersoy’laşma hali.
Kendi tabiriyle tam bir yürek kadını. ‘Dokuz kasete dokuz sevgili’ başlıkları atılıp tüm eski sevgililer (Abdullah Gencal, Kerem Alışık, Atilla Saral, Levent Akkaş, Hakan Altun, Ömer Gürsoy...) için tek tek altbaşlık açılırken, gocunmadan hepsini tek tek anlatır.
En büyük aşkı, bir barışıp bir ayrıldığı, aynı zamanda ikinci evliliği. Avukat Ömer Durak’ı bir anda içinden gelip yanağından öpmesiyle başlayan bir aşk bu. Aşırı kıskanç, herkesle kavga halinde, sinirli bir halde yaşadığı iki buçuk yıllık ilişkinin bitimi Gündeş’i komaya sokar. İki-üç ay sonra: ‘Dön Ne Olur’ albüm tanıtımı sırasında, kameralar karşısında bakışlarının donması, beyin kanaması sonucu yere yığılması... İki-üç yıl sonra: Durak ile üç ay sürecek bir evliliğe “Evet” demesi. İki büyük aşkının (diğeri Universal Plak şirket sahibi Süha Yavuz) bir ortak özelliği, aile tarafından şiddetle istenmemeleri.
ARAMIZDA KONUŞTUK
Reza Zarrab sonrası anlaşılabilir bir etten duvar. Ağzını büzemediği tek bir tayfa var: Eve sürekli girip çıkan, kılık-kıyafet, saç-makyaj ekibi. Eve girip çıkanlardan duyuyoruz: Kaşı her daim kalkık Ebru’nun evde nasıl bir iktidar kurduğunu, Reza Bey’in eşinden nasıl da çekindiğini, evdeki gizli gücün Gündeş olduğunu...
Porsche, yalı, yazlık, rezidans derken âşık eş, hanımı hediyelere boğdukça; magazin mikrofonları daha bir iştahla sormaya başlıyor: “Ebru Hanım, hediyeleriniz çok konuşuluyor...” ‘Göz yumduğu’ hesapların, defterlerin ne olduğunu bilse, yine de şöyle bir espriyi patlatır mıydı, çok değil birkaç sene evvel: “Reza’yla aramızda konuştuk. Mars’ı da alırsa tamamdır.”
‘Mars’ esprisiyle 17-25 Aralık Operasyonları arasında dokuz ay var. Memleketin meşhur iletişim uzmanlarıyla birlikte hazırlandığı açıklamasına “Çocuğumun üzülmesini istemiyorum” ile başlaması da tesadüf değildir, hayatta her şeyden çok istediği kız çocuğuna sahip olduktan sonra onu babasız bırakmama kaygısı da.
Aynı gözler yaşlı/alkışlar kuvvetli tiratta geçen “Biz birbirimizi severek evlendik” cümlesinin sahiciliğinden şüphe duyanlaraysa küçük bir soru: Hayatı boyunca durmadan, ısrarla evlilikten, çocuk sahibi olmaktan bahseden, hayalindeki erkeği ‘güçlü ve Ebru Gündeş’i taşıyacak’ olarak tanımlayan Ebru Gündeş’in masalında Reza Zarrab’dan daha uygun bir prens çıkabilir miydi?
GÖZ YUMDUM
Geçen sene Mali Şube polislerine verdiği resmi ifadeden şunları biliyoruz: Kayıtlara göre savcıya verileceği iddia edilen 200 bin dolar için abisi Cengiz Kumartaşlıoğlu ile arasında tartışma yaşanıyor: “Eşimden abim için para almak istemediğimden, abimin bu şekilde eşimden para almasına göz yumdum.”
Her, kendisine (ve ailesine) düşen hikâyeyi beğenmeyip kadere kafa tutan, standardını yükseltmek için müthiş bir azim ve hırsla ilerleyen bireyin çok kolay yapabileceği bir eylem: Göz yummak.
Etrafında, memleketinde olanlara göz yumuyor; Ebru Gündeş’i yaşatabilmek, sırtına yüklediği koloniyi babasının yaptığı gibi yüzüstü bırakmamak için kendisini göz yummak zorunda hissediyor. Hele de bu koloniye kızı Alara eklenince...
NEDEN REZA?
Reza Zarrab, ‘çocuğunun babası’ ve ‘Ebru Gündeş’in eşi’dir. Dahası: Bir kez olsun delikanlı ceketini asıp prenses elbisesi giymek, kollamak değil kollanmak istediği anda karşısına çıkan. “Suya yakın bir yerde, birinin omzunda ağlayabilmek istiyorum” diye dert yanmışlığı var Can Tanrıyar’a: “Suyun tüm günahları temizlediğine inanıyorum.”
Tam da muradına ermiş, Kanlıca’da bir yalıya yerleşmişken... O çok sevdiği Ataol Behramoğlu şiirindeki gibi ‘yaşadıklarından öğrendiği bir şey var’...
Yaşadı mı ‘büyük’ yaşıyor bir kere. Sıradaki mısraysa belki de en zor olanı: “Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle.”