Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz

Güncelleme Tarihi:

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz
Oluşturulma Tarihi: Ocak 19, 2015 07:15

Hocaların hocası Nermin Abadan-Unat günümüze ışık tuttu: Türkiye ayak sürüyerek de olsa ilerliyor.

Haberin Devamı

‘Hocaların hocası’ diyorlar ona. Memleket siyasetinde, sosyal bilimlerinde kimi biliyorsanız ya onun öğrencisidir ya da onun öğrencisinin öğrencisi. Hukukçu, siyaset bilimci, iletişim bilimci, sosyolog… Nermin Abadan-Unat, Cumhuriyet’i kuran neslin en önemli temsilcilerinden biri. Unvanları saymakla bitmiyor. Türkiye’nin ilk kadın siyaset bilimcisi, ilk kadın senatörlerden, ilk kadın gazetecilerden, Mülkiye’nin ilk kadın asistanı, ilk kadın doçenti, ilk kadın kürsü kurucusu, Basın Yayın Yüksek Okulu’nun ilk kadın müdürü... Göç ve kadın hakları konusunda tartışmasız bir uluslararası otorite. Kendini sıfırdan inşa eden bir kadın… Babasını kaybetmesinin ardından daha 13 yaşındayken, sıfır Türkçeyle, Budapeşte’den bir başına kalkıp geldiği İzmir’de hayatını ilmik ilmik ören bir kahraman… Bugün 94 yaşında… Boğaziçi Üniversitesi’nde hâlâ ders veriyor. Her seneye hâlâ hepimizden daha umutlu giriyor. Bu sene ‘2015’te daha güzel bir yarına bakabilmek için’ evinde verdiği yemeğin davetiyesine “hedef daha fazla demokrasi” yazan ‘hocaların hocası’nın kapısını çaldık, 94 yıldan süzdüğü bilgeliğinden yararlandık.

Siz ne araştırdıysanız bugün Türkiye de dünya da onu tartışıyor. Siyasi sistemler, hukuk, göç, kadınlar, medya… Nasıl değerlendiriyorsunuz gündemi?
Dertler hep vardı. Bugün de var. Hatta bugün dünden daha zor. Çünkü artık yeni, farklı bir âlemde yaşıyoruz. İnternetin dünyasına girdik. Uyum sağlayamıyoruz. Ben bugünleri 19. yüzyılda İngiltere’de yaşananlara benzetiyorum. Dokuma tezgâhlarında makineleşmeye geçilince işçiler gidip makineleri kırmıştı. Eski düzende devam edebilmek istiyorlardı.

Haberin Devamı

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz


Türkiye’ye bakalım. Yeni yıl davetinizde “2015’te daha fazla hoşgörü, daha fazla demokrasi” vurgusunu yapma ihtiyacını duymanızın nedeni bu söyledikleriniz mi?
Stres var ve ben bu stresli hale üzülüyorum. Gerginlik yoruyor. Mizah anlayışında bile zorlanıyoruz. Bizde biri ‘A’ deyince artık öteki ‘B’ bile demiyor, ‘Z’ diyor. Uçlara gidiyor toplum. Benim özlemim böyle yaşanmaması. Kim zıtlık ister? Bakıyorsunuz, insanlar tek tek özel ilişkilerinde barışçıl; gruplar haline gelince birbirine saldırıyor. İnsan benim kadar yaşayınca itişmenin ne kadar boş olduğunu görüyor. Bakıyorsun “Barışmaz” denilenler barışmış, “Yan yana durmaz” denilenler durmuş. Hayat nedir ki zaten? Bu güzel dünyada biraz zaman geçiriyoruz. Ben bütün hayatım boyunca bilimsel araştırma yaptım. Bir tuğla koymaya çalıştım. Her birimiz birer tuğla koymak zorundayız. Ve şunu unutmamalıyız: Hiçbir zaman son söz yoktur…

Haberin Devamı

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz

Hocaların Hocası’na öğrencilerinden hediye bir karikatür.

Nedir bu gerginliğin sebebi peki?

Sebep modernite. Daha birkaç gün önce kaybettiğimiz, çok kıymetli Alman sosyolog Ulrich Beck, ‘Riziko Toplumu’ diye bir kitap yazmıştı. Çok şeyin sebebi orada. “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” demişti Beck. “İnsan bir memuriyete girdiği zaman oradan emekli olurdu. Öyle de düşünürdü. Bu bugün garanti değil” diye yazmıştı.



Neden garanti değil?
O meslek ortadan kalkabilir. Siz başka yere gitmek zorunda kalabilirsiniz. İklim değişebilir. Çok sebep var. Sonuç, artık kimsenin mesleğini her zaman yapabileceğine inanmaması. Faks kullanıyor musun sen mesela?

Hayır.
İşte daha birkaç yıl önceye kadar faks üreten, tamir eden, hayatını bunun üzerine bina eden insan ne yapacak? Başka bir meslek öğrenmesi lazım. Bu ‘riziko toplumu’dur. Hepimiz bu gerçekle yaşıyoruz. Sorunlarımızın çoğu bundan, güvensizlikten.

Haberin Devamı

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz

İskenderun, 1955... Nermin Abadan, büyük aşkı, ilk eşi Yavuz Abadan’la.

Nasıl çıkacağız buradan?
Benim bir kehanetim var. Kehanet büyük bir söz tabii ama matrak olsun diye söylüyorum. Ne zaman başka dünyalardan ufolar gelir, o zaman hepimiz bir safa gireriz! Ben işte sanatkârın büyüklüğünü bu yüzden Avatar filminde görüyorum. Filmin kusurları var elbette ama en azından Avatar’da çok uzak bir gelecekte ne olabileceğini anlıyoruz. Gıda kıtlığı çekersek ne yapacağız, üç aşağı beş yukarı kavrıyoruz. Şaka bir tarafa, insanoğlunun potansiyeli zannettiğimizden çok daha zengindir. Müthiştir zekâmız. İnsanlık yeter ki ışıltısını, ümidini kaybetmesin.

EKONOMİ KADINA MUHTAÇ

Haberin Devamı

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz

Gezi’yi nasıl değerlendirdiniz?
Ben bu tür olayları Türkiye’ye özgü diye değerlendirmem. Bu bir dünya meselesidir. Bir sosyal hareketti Gezi. Dünyanın bir yerinde yaşanan, hele de bu internet ortamında, başka yere de sıçrar. Virüsler ve düşünceler sınır tanımaz. Eboladan korkuyoruz da ilerlemesini önlemek mümkün mü bugün? Fikirler yayılır, önlenemez. Amerika’da mecburi askerlik olduğu zaman protesto yapılmadı mı? Bugün yapmıyorlar, çünkü kalktı o zorunluluk. Hayat ilerledi. Sonradan ABD’ye başkan olan Clinton da protestonun içinde değil miydi? “Savaşmayın aşk yapın” demedi mi? İnsanlık olduğunca protesto olacaktır. Spartaküs de bir başkaldırı değil miydi? Kölelik varken köleler başkaldırdı, serfler
başkaldırdı. Fransız İhtilali, sonra diğerleri... İnsanoğlunun yaradılışında vardır; baskıya tahammül edemez.

Haberin Devamı

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz

Türkiye sosyal bilimlerinin iki devi yan yana: Mübeccel Kıray’la lise yıllarında.

Kadınlar üzerine çığır açıcı çalışmalar yaptınız. Bugün siyasetçiler ‘kadın’ı sürekli gündeme getiriyor. Ne diyorsunuz?
Kadınlar üzerinden hep çok konuşulur. Çünkü ekonomi kadın emeğine muhtaçtır. Nüfus politikası yapanlar, nüfus artışı isteyenler kadına muhtaçtır. Nerede buluşabilirler peki? Çalışan kadına çok büyük avantajlar sağlayabilirsiniz, yardım, kreş, izin vs…

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz

Doktora çalışmaları için Fulbright bursuyla gittiği ABD’de.

Daha çok sınırlamalardan, annelik tanımından, kürtajdan bahsediliyor ama…
Dünyada kadınla ilgili politikaların sonu yok. Tek cevap BM insan hakları kataloğudur. Ne nüfus artışı ne nüfus kontrolü onunla bağdaşır. Kadın hakikaten özgürse, istediği zaman çocuk yapar, istediği adamla evlenir, istediği şekilde okur. Bir tanıdığım var, harika bir kadın, evli çocuk sahibi… Mükemmel bir öğrencimdi. Kocası “Okuyup da ne yapacaksın” diye kızdı, “Eve para getir” dedi. Bir defa değil on defa söyledi. “Bilimi niye merak ediyorsun” diye sordu. Bu sorulur mu? Ben de zaman zaman çevremden böyle şeyler duydum ama mücadeleye devam ettim. Bazısı pes ediyor.

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz


Muhafazakârlaşmanın bir etkisi var mı bunda?
Unutmayın bu muhafazakâr söylem özgür kadın söylemini de güçlendirir. İkisi beraber yükselir.

Türkiye’deki kadın hareketini güçlü görüyor musunuz bugün?

Güçlü tabii. Fikirleri bastıramazsınız.

İlerleme var mı peki?

Ben hiçbir zaman “Türkiye’de ilerleme yok” demedim. Demem. Türkiye ilerliyor. Fransızların tabiriyle ‘clopin-clopant’ yani ayak sürüye sürüye de olsa ilerliyor. Ekonomik bakımdan bir yere geldi bile.

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz

Fotoğrafçılık tarihimizin efsanelerinden Yıldız Moran’ın çektiği bir kare.

Demokrasi anlayışında sıkıntılar olduğunu tartışıyoruz ama bir yandan…
Bakın ben kötümser bir insan değilim. Kötümser olsam sizinle bile konuşamam, içime kapanırım. Kaybettiğimiz sosyolog Mübeccel Kıray benim en iyi dostumdu. Türkiye’deki değişimi inceliyordu. O, ilerlemeye benden yani bir siyaset bilimciden çok daha fazla inanırdı. Ben biraz mehter marşı gibi tasavvur ederim memleketi. Türkiye’nin iki ileri bir geri gittiğini düşünürüm. Ama iyimserim çünkü zordur iyimser olmak. Kötümserlik kolaydır.

Umutlusunuz yani?
Bana hep “Ankara’yı bırakıp İstanbul’a nasıl geldin” diye soruyorlar. “Yahu” derim, “Bir insan hakkı bu”. Denizi seyretme hakkı. İstanbul’da beş paran olmasa bile, tıpış tıpış inersin sahile, oturursun bir taşın üstüne, geleni gideni, denizi seyredersin, yirmi beş kuruşun varsa çay içersin, fazlası varsa daha şık bir yere gidersin. Ama hepsi aynı yere çıkar sonuçta. Boğaz’a inmekten çok hoşlanıyorum. Dünyanın neresinde okyanus ötesi gemilerle minicik botlar aynı yerden geçer? Umut veriyor bana burası. Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz.

DEDİKODU ÖNEMLİ

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz


• Günde en az dört gazete okurum. Hürriyet, Sabah, Cumhuriyet ve Yurt. Diğerlerini de internetten okuyorum. Oğlum her hafta Economist ve New Yorker dergilerini yollar. Der Spiegel’i arada bir alırım. Ama esas aşkım kitaptır tabii. En çok Yunus Emre okuyorum bu aralar.
Magazin dergilerinden de hoşlanırım. Maliye Bakanı olsam, her maliye müfettişini Haftasonu, Alem gibi dergilere abone yapardım. Kimin ne kadar vergi vermesi gerektiğini hemen anlarlar.
• Dedikodu sütunlarını da çok önemserim. Toplum hayatında kim kiminle iyi, kim kiminle kötü bilmek önemlidir. Aşk mevzularını değilse de bu tür dedikoduyu önemsiyorum.

DALYA DEMEK İSTİYORUM!

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz

Büyük aşkı, ilk eşi Yavuz Abadan’la bir yılbaşı balosunda.

Kaçta yatarsam yatayım, dört saat sonra kalkıyorum. İşlerimle meşgul oluyorum. Bu aralar yazacaklarım birikti. En büyük hedefim Yavuz’un [21 yıl evli kaldığı ilk eşi, hukukçu ve siyaset adamı Yavuz Abadan 1967’de hayatını kaybetti] yaşamını kaleme almak. Gelecek sömestr derslere girmeyeceğim, kapanıp yazacağım. O kadar büyük bir fakirlikten yetişti ki Yavuz… Ama çok büyük bir hukukçu oldu. Annesini dört aylıkken kaybetmiş, babasını dört yaşında. Evinde ders çalışmak için mum bile yokmuş, umumi helada çalışırmış. Ben böyle bir mücadele yapmadım ama o yaptı. İşte bu insanı anlatmak istiyorum. Karısı olduğum için benim görevim bu. Şu dünyadan ayrılmadan evvel bunu yazmam lazım. Öyle hemen gitmeye de niyetim yok. Dalya demek istiyorum!

HİTİT GÜNEŞİ KALIR

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz


(Kapının önünde konuşuyoruz; Nermin Hoca birden gülümseyip, muzip bir şekilde soruyor)

- Hadi bana ‘Korkuyor musun’ diye sor!
- Neyin korkusundan bahsediyorsunuz?
- Yalnız yaşamaktan korkuyor muyum yani!
- Korkuyor musunuz?
- (Gülüyor) Tabii korkarım. Beşeri bir şey korkmak. Kapımı kilitliyorum tabii ama başka silahlarım da var. Beşiktaş Kent Konseyi 2010’da bana örnek vatandaş ödülü verdi (Gidip ödülü elinde özenle tartıyor.) İşte bu benim en büyük silahım! O olmazsa bir de bu var; Ankara Üniversitesi verdi… (Üzerinde Hitit Güneşi olan heykelciği eline alıyor) Ankara Belediye başkanı bunu sevmiyor ama herkes geçecek bu yaşayacak!

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrencilik yılları.

AKRANLARIMLA KONUŞACAK ŞEY BULAMIYORUM

Bugün sosyal bilimler alanında, siyasette kimi tanıyorsak sizin öğrenciniz. ‘Hocaların Hocası’ diyorlar size. Nasıl bir his bu?
Oğlum ve torunum hep çok uzakta olduğundan öğrencilerim çocuklarım gibi oldu. Hep fazla bağlanıyorum onlara, kendimi paralıyorum. Belki yanlış yapıyorum.

Ama bu kadar öğrenciyle yalnız kalmıyorsunuz herhalde?
Kadrimi biliyorlar, evet. Çok güzel şeyler yazıyorlar. Herkesin hayatta bir misyonu var. Benimki de buymuş demek. Ben giyim kuşamdan hoşlanırım, güzel şeyleri severim ama kendi akranlarımla konuşacak konu bulamıyorum. Hocalık bu yüzden hobimdir. Öğrencilerimden öğreniyorum.

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz


GENEL YAYIN MÜDÜRÜNÜ KIZDIRAN FOTOĞRAFLAR

Türkiye’nin ilk kadın gazetecilerindensiniz. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Ulus’ta çalıştınız. Nasıl hatırlıyorsunuz o günleri?
Ben tehlikeli gazetecilik yapmadım. Kendime de iyi bir karne verdiğimi söyleyemem. Bir iki falsodan sonra da bıraktım zaten.

Nasıl falsolar bunlar?
Ankara’da o tarihte yaşlı, babacan bir Uncle Moore yani Moore Amca isimli bir basın ataşesi vardı; savaş esnasında yayımlamamız için bize bilgi belge getirirdi. Bir gün büyük bir zarfla geldi, “Nermin Hanım bakın, müthiş bir şey bu” dedi. Amerikan general Patton, Auschwitz toplama kampına girmiş… Moore’un getirdiği fotoğraflarda yakılmış cesetler, bir deri bir kemik kalmış tutsaklar… “Çok önemli bunlar” diyerek, heyecanla genel yayın müdürü Mümtaz Faik Fenik’in odasına gittim. Arkadaşı Ahmet Muhip Dranas’la kahve içiyordu. Masasına koyduğum fotoğraflara şöyle bir baktı ve birden “Defolun” dedi. Neye uğradığımı şaşırdım; odama gittim. Hademeye“16 kuruşluk pul getir” dedim. Ulus, yarı resmi bir kuruluş olduğundan istifa dilekçesine pul da yapıştırmak gerekiyordu. O sırada Dranas geldi. “Ne yapıyorsunuz yahu” dedi. “Ne yapacağım ki başka” dedim, “Kovuldum odadan, istifa ediyorum.” Dranas, duruma şaşırtıcı bir açıklama getirdi: “Mümtaz Bey’in yüreği kaldırmıyor bu tür fotoğrafları, bir kadın önünde bayılmak üzere olduğu için sizi odadan kovdu” Dranas bu sözlerinden sonra istifa dilekçemi de yırttırdı.
Mümtaz Bey bir başka gün de beni yanına çağırtıp “Ocağıma incir ağacı mı dikmek istiyorsunuz siz” diye kızdı. Hiçbir şey anlamamıştım. Sonra açığa çıktı. Ortakulak sağırlığına karşı Amerikan ameliyat tekniklerini anlatan bir haber yazmıştım. “Orası ne der” diye endişe ediyormuş… “İsmet Paşa ne der”yani… İşitme güçlüğü çekiyordu. Benim gazeteciliğim bunlardan ibaret işte. Tehlikeli gazetecilik yapmadım, yaptığım kadarında da ağzımın payını aldım.

Günümüz gazetelerine nasıl bakıyorsunuz?
Bugünkü gazeteler çok daha rizikolu… Biz Cumhuriyet çocuğuyuz ama Cumhuriyet çocuğu da demokrasiyle büyümedi. İstiyorduk biliyorduk ama İsmet Paşa İstanbul Üniversitesi’ne ziyarete gelmişti. Ben de kütüphanedeydim. Kapı açıldı, başımızı çevirdik… Herkes önüne baktı. Görmezden geldik. Direnişimiz bu kadardı. Yok saymaktı. Demokratik değerler bir günde oturmuyor.

HAYATIMIN ÖDÜLÜ

Düşeceğiz kalkacağız ama ilerleyeceğiz

Torunu Taner’le birlikte ABD’de vakit geçirirken.

Genç yaşında İstanbul’dan Danimarka’ya giden bir akademisyen var. İsmi Gretty Mirdal. Sosyal psikoloji profesörü… Tanışmazdık. Benim 1977 tarihli bir makalemi yayımlandığı sıralarda okumuş, üzerinde düşünmüş. Göçmen kadınlar hakkındaki bir çalışmamı aktarmıştım o makalede: Göçmen kadın ekonomik anlamda çok kolay uyum gösteriyor, çalışıyor, banka hesabı var, tüketim yapıyor, tasarruf yapıyor. Ama özgürleşmek için hem siyasi bakımdan hem sosyal bakımdan aynı ölçüde ilgili olması lazım. Çıkan sonuç, sadece ekonomik bakımdan entegre olduğuydu. Anayurda geri geldiğinde, çalışma imkânı da bulamazsa yine eski haline dönüyordu.

Mirdal’la 1980’deki BM’nin Dünya Kadın Kongresi’nde tanıştık. Asistanları o tarihten sonra benim makalemden hareketle Danimarka’daki tam dört göçmen kuşağını inceledi. 1980’de birinci kuşak, 1990’da ikinci, 2000’de üçüncü... Söylediklerimle örtüşüyordu. 2012’deki dördüncü kuşağın kadınlarının bir bölümü bile bu şekilde davranıyordu.

Mirdal şimdi Paris’te İleri Araştırmalar Enstitüsü’nün direktörü. Burası yeni ve önemli işler yapan bir kurum. Geçen yıl burada benim o söz konusu makalemden hareket eden bir konferans düzenlediler. Avrupa’da ne kadar sosyal bilimci varsa makaleyi yorumladı. Hayatımın en önemli olayı bu. Yarı yarıya haklı, yarı yarıya haksız çıktım. Şimdi oradaki tüm sunumlar toplandı. Bilgi Üniversitesi Yayınları hem Türkçe hem İngilizce basacak. Bu bana hayattaki en büyük ödüldür.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!