New York logolu, kırmızı, rap’çilerin meşhur hip hop şapkası. Mert Alaş, New York’ta kaldığı The Mercer Hotel’in önünde, büyük moda markalarından birine telefonda “Yeni tasarımcıları kim olmalı?” fikri vermek için yanımdan uzaklaşırken, ben az evvel satın aldığı şapkayı inceliyorum: Dört adet ve hepsi birbirinin aynısı. Sonradan öğreniyorum: En az yirmi tane daha almış olabilir, hepsi aynı gibi gözükse de, bazıları daha güzel simetrik kıvrılabilir, daha iyi şekle girebilir(miş). Ve hayır, tam olarak aradığını henüz bulabilmiş değil. Bulmak için de aynı şapkadan en az yirmi tane daha alabilir.
Hemen “Ne kadar da kusursuzluk takıntılı,mükemmeliyetçi...” methiyeleri düzmenin manası yok. Buna izin vermeyecek kadar dürüst ve açık... Sadece ‘kusursuz olma ihtiyacı’ değil mesele: “Tutturduğum oluyor böyle... Bazen oturmak istediğim bir ev, bazen yakalamak istediğim bir kare... Çocukken de böyleydim. Bir oyuncak için tutturur, ‘Arkadaşlarımın var ama... Benim niye yok?’ diye ağlar, aldırana kadar susmazdım.”
Çekim için birkaç günlüğüne New York’ta, ortağı Marcus Pigott’un vize evrak problemi nedeniyle ilk kez tek başına. Ertesi gün şehrin 5 ayrı noktasında, 5 ayrı karede çekilmeyi bekleyen 30-40 manken var. Ve tüm bunlara rağmen, öğle yemeği için Soho’dan West Village’a yürürken, bir yandan kafasında yarınki çekimi çalışabilir, diğer yandan FaceTime’daki Kate Moss ile ayaküstü, New York-Londra arası çekim yapabilir.
Kate Moss’un derdi şu:
Rolling Stones’un kulisinde Rolling Stones kıyafetleriyle, bir karede grup elemanlarının da olacağı ikonik bir çekim olacak. Bunun için Mert’e ihtiyacı var. Kamerayı elinde şarap ve üstü çıplak açıyor, konuşmayı üzerine ‘tesadüfen’ o sıra geçirdiği birkaç rock’n roll aksesuarla yapıyor.
Kate Moss, tüm çıplaklığı ve matraklığıyla yanımdaki telefonun ekranında ve ben bakmamaya, oralı olmamaya çalışıyorum. Az evvel Madonna’nın sevgilisiyle yaşadıklarını dinlememeye çalışmam gibi...
Kadim dostu Kate Moss, 2014’te Playboy dergisi için yaptığı ilk ve tek kapak çekiminde yine Mert Alaş’la çalıştı. Sanki Kate Moss’un memeleri günlük hayatımın olağan bir parçasıymış, New York sokaklarında yürürken beni hiç yalnız bırakmazmış gibi...
Mert,
“Biraz sola, hafif eğil, iyice bak, o saçları dağıt...” dedikçe Kate iyice havaya giriyor, hem fotoğraf sözünü alıyor hem de belgesel tadında bir çekim yapıyor.
Merak ediyorum: Acaba bu çekim ilerde hangi kitaba, sergiye girecek, bir dönemin ikon pozuna dönüşecek?
BU ÇOCUK DELİRDİ Mİ? Onun dünyasında ikonik bir kare çıkarmak için dev ışıklara, fotoşoplara, hikâyelere gerek yok. Çok uzağa gitmeyin,
Miley Cyrus ile telefonda yaptığı video konuşmasının Interview dergisinin kapağında kullanılmasını hatırlayın:
“FaceTime üzerinden konuşuyoruz. O saçmalıyor, ben çekiyorum; şekilden şekle giriyoruz, eğleniyoruz. Beraber fotoğraflara bakarken işin esprisini yapıyorduk: ‘Bunlar internete düşse, birileri görse skandal olmaz mı?’, ‘Evet, evet, acaba birileri telefondan çalmış gibi yapıp internete mı sızdırsak’...”Üzerine kahkahalar atılıyor, diller çıkarılıyor, selfie’ler çekiliyor ve konu kapanıyor. Interview dergisinden gelen telefona kadar:
“Bir ‘Selfie’ sayısı hazırladıklarını, benim de selfie’lerimden birini kullanmak istediklerini söylediler.”Kim Kardashian’ı ‘FaceTime’da çekip kapak yaptı, ortalık karıştı!Mert’in dünyasında #selfie sayısı yapmak, kapağa #selfie çekimi basmak çok ‘2014’. Zamanı yakalamalı, başka şeyler denemeli. Selfie yerine, FaceTime anlarını yolluyor dergiye.
“Bayıldılar fikre. ‘Çok gerçek, çok iyi! Kapak yapmak istiyoruz’ diye aradılar tekrar. İş büyüdü, hemen Kim’i de (Kardashian) dahil ettim, onunla da FaceTime çekimi yaptık.”Aylar öncesinden kapak toplantıları yapan, yüz binlerce dolarlık prodüksiyonlara, marka işbirliklerine kalkışan bir derginin kapağından bahsediyoruz. Sıfır bütçe, sıfır ekip ve milyon küsür ‘like’a bedel bir fikir. ‘Şok’ tepkiler verenlerin başında Anna Wintour var. Merak, şaşkınlık, belki de biraz kıskançlık Mert’in menajerine soruyor:
“Ne yapmaya çalışıyor bu çocuk? Kafayı mı yedi?” Menajerin, bu soruya verecek bir yanıtı yok. Kendisi de bilmiyor çünkü. Moda kalıplarıyla değil, sanatçı ruhuyla artistik açıyla düşünmenin sonuçları bunlar. Mert’e göre zamanın ruhu böyle işliyor, çalışıyor artık. Teoride değil pratikte yaşamanın, çalışmanın sonucu bu.
‘IT-BOY’ OLMAKTop model Cara Delevingne, 2013’te Love dergisi için yaptığı bu çekimle yıldızlaşmıştı. Uzun toplantılarla, ince ince örülestratejik planlamaların zamanın gerisinde kaldığı konusunda hemfikir: ‘O anlar’ zaten hayatın içinde. Mesela...
“Geçen yazdı sanırım. Tüm ‘aile’, Madonna’nın Hamptons’daki evindeyiz. Bir ara kumsalda çıplak atın üzerinde dolaşıyordu. Madonna’nın bir sonraki pozunu orada kafamda çektim işte. Gerisi teferruat. Hayatın içinde olacaksın. Bir şekilde hayatta karşına çıkıyor o anlar. Nasıl kullanacağın, neye dönüştüreceğin sana kalmış.”Modanın, onu sadece bir ‘fotoğrafçı’ olarak görmediği kesin. Interview, #ME sayısının lansman partisi için kapak fotoğraflarının olduğu tişörtleri basıyor, Mert’in yüzünün olduğu tişörtleri modellerin arasında kapışılıyor.
Defalarca çektiği Madonna, onun için ‘aileden biri’Bunlar işin sadece ‘vitrin’ kısmı. Mert’i asıl ‘Warhol’laştıran ‘mutfak’ta olup bitenler, kredi vermediği, imzasını atmadığı işler:
“Kurgusu bitmemiş bir filmi izleyip son halini şekillendirmeye yardım etmek, müzisyen bir arkadaşımla stüdyoda çalışmak beni daha çok heyecanlandırıyor nedense...”Instagram hesabına bakıp, Madonna’lı doğum günü kutlamasını, Miley Cyrus’lı partileri görüp
“Vay be! Hayata bak...” diye iç geçirmek çok mümkün. Her paylaşımı bir kez daha döndürüyor aynı hikâyeyi:
“Nasıl başardı?” Bilmeyenlere kısa bir özet: Ankara doğumlu, orta sınıf bir ailenin tek çocuğu, ‘şiddetli geçimsiz’likle biten evliliğin tek ürünü, dil eğitimi için Londra seyahati, kulüpte tesadüfen bugünkü ortağı Marcus ile tanışması, gerisi çok çalışmak, hayal kurmak ve tüm hayalleri bir cesaret çekmek...
ANNEM, MADONNA VE KATE MOSS’LA GEZİYOR Mert Alaş ismi ve yüzü, artık ihtişamlı moda dergi kapaklarını sırtlayacak, taşıyacak kadar sağlam. Interview dergisinin #ME temalı sayısıyla o artık bir dönemin “kapak çocuğu” Maddi-manevi zor geçen çocukluk ve gençlik, başka bir ruhta pekâlâ ciddi bir travmaya dönüşebilirdi. Ama Mert için değil:
“Kıyamet kopardı, ben kendi odamda, kendi dünyamdaydım. Hayaller kurardım. Ne şarkılar, filmler, çekimler... Mutluydum kendi dünyamda... Anca öyle atlatabildim o dönemi...”Anne Gülev Alaş tam bir Fellini karakteri; Mert’in hayatında mühim bir figür. Güçlü, baskın, hayatın altından tek başına kalkmış,
film gibi... Mert’teki cesaretin, her şeyi yapabilme gücünün belki de gizli kaynağı.
Varını, yoğunu sürekli paylaşsa da annenin derdi başka:
“İhtiyacı olduğundan değil ama yine de iyi yaşasın diye her şeyi paylaşırım onunla. O da gider, yine benim istikbalimi düşünerek yatırım yapar! ‘Anne, niye bana Ankara’dan ev alıyorsun, lazım mı?’ diyorum, anlatamıyorum...” ‘İstikbalini’ garantiye almak için Ankara’dan ev aldığı oğlunun moda kültüründeki etkisi milyar dolara yakın. O kaygıyı anlamak, sezmek hiç de zor değil. Anne-oğul hiç olmadığı kadar yakın:
“Son geldiğinde Madonna ve Kate ile tanıştı. Hep birlikte çıktık sokağa. Pek hoşuna gitti. O da heveslendi taşınmaya. Hatta sıkıştırıyor ‘E hadi, bitmedi mi ev, iskeletimi mi istiyorsun Londra’da, anlamadım’ diyordu geçen telefonda...”O DA AİLEDENGisele Bündchen’li 2006 Pirelli takvimini unutabilen var mı?Mert’in Instagram’da fotoğraf altına düştüğü #aile bir vitrin etiketinden ibaret değil:
“Madonna, Kate Moss, Naomi Campbell, Mariacarla Boscono, Riccardo Tisci ve tabii ki Marcus Piggott... Beraber büyüdük. Birbirimizi hep kolladık. Aile dediğin bu değil mi zaten?” Mert’in ailedeki rolü yumuşak güç, birleştirici unsur: Hep akıl danışılan, fikri sorulan.
“Bence herkesin işine yansıdı o sevgi ve birlik hissi. Bu yüzden herkes bugün iyi konumda, hak ettiği yerlerde...”Yemek dönüşü otelde, bize katılan
Riccardo Tisci ve Mariacarla Boscono kimin kiminle ne zaman tanıştığını, ilk yılları anlatıyor. Moda sınırları içinde sık görmeyeceğiniz bir aile hissi bu.
LONDRA SOKAKLARINDA BİR BADİ EKREM Türk kültürü, hep onunla; günlük hayatının içinde. Karşılaştığımız bir arkadaşını anlatırken
“Bu da bizim ‘Filiz Akın’ işte...” diyebiliyor, Cadılar Bayramı için ‘Badi Ekrem’ kılığına girebiliyor.
“Ya, bu sene hiç öyle kılık kıyafet peşinde değildim. Canım da istemiyordu. Son dakika, kafama esti, yataktan fırlardım, bizimkilerin peşine takıldım...” Çok hızlı bir Instagram taraması ve ta-ta: Londra ayazında, çizgili kırmızı eşofmanını geçirmiş ‘Badi Ekrem’ bir Mert Alaş.
“Anlamıyorlar tabii, soruyorlar, ‘Badi Ekrem’ diyorum, garip garip bakıyorlar. Onları bilmem ama ben çok eğlendim!”ŞİMDİ YÖNETMEN KOLTUĞUNDABir
Perihan Mağden romanının film haklarını almasıyla başlayan sinema gündemi şu an hiç olmadığı kadar sıcak. Filmin senaryosunu çalışmayan isim kalmamış: İranlı, Türk, İngiliz senaristlerden
‘Amerikan Sapığı’nın yazarı Bret Easton Ellis’e kadar uzuyor liste.
Bir süredir böyle: Her şeyi ‘sinematografik’ görüyor, sadece film konuşuyor. Yemek için oturduğumuz küçük Fransız kafesi Buvette’in barında, sokak ortasında, parti anında, yolda, arabada...
Uçakta bir anda gözünde bir sahne canlanabilir, gözyaşlarına boğulabilir, durmadan yazabilir.
Julianne Moore, Penélope Cruz... Hikâyeye bakmadan filme dahil olmaya hazır isimleri alt alta yazmak bile heyecan sebebi. Daha ilkini tamamlamadan ikincisini çekip bitirmiş kafada; sahne sahne anlatıyor. Film sırası yer değiştirebilir, birini önce çekebilir; ya da ortaya üçüncü bir film çıkıp, üçünü aynı anda çekebilir.
“Neden olmasın ki? Neden kendimizi sınırlıyoruz, ki?” derken bir bakmışsınız sizi çoktan sınırın ötesine itmiş, ihtiyacınız olan ilham ve cesaret yüklemesini yapmış.
İşte
Mert Alaş etkisi böyle bir şey.
TABİİ Kİ ZOR BİRİYİM!
Bugün burada olmanın sebebi ne kadarı şans ve tesadüf, ne kadarı planlı?
- Plan hiç yok, olmadı da... Planlı olmayı hiç beceremedim. İnsan, hayat rüzgarında bir yaprak gibi. İyi rüzgara denk geldim, çok çamur yapmadı, hepsi bu.
Hayat zorlaşınca ne yaparsın?
- Yalnız kalır, doğaya dönerim. Çıplak ayak toprağa basarım. Dinlerim, dinlenirim.
En çok kimi dinlersin?
- Kendimi.
En çok neyi özlersin?
- Annemi ve 90’ları... Her şeyin başlama noktası.
Çok ağlar mısın? - Sadece hüzünlü şarkılarda...
Ne zaman mutlu olursun? - Dinlenmiş, şarj olmuş bir halde, doğanın içinde.
Zor musun?- İstediğim şeyi biliyorum. Ona erişmek için kontrollü ve katı olmam gereken zamanlar var tabii. Bu zor olmaksa, tabii ki zor biriyim.
Hırslı mısın? - Evet. Kendimi çok eleştiririm.