Güncelleme Tarihi:
Kitaptan bir cümleyle başlamak istiyorum: İnsan başkalarını anlatırken kendini ele verir aslında. Siz de bunu yapıyor musunuz?
-Mutlaka ele veriyordum. Kahramanlarıma aktardığım pek çok küçük şey var ve onlar beni oluşturuyor. Hayallerimi, olmak istediğimi, bilinçaltımı, etkilendiğim aktarımları mutlaka onlara yüklüyorumdur.
“Kendimi burada çok ele verdim, biraz geri çekeyim” dediğiniz oluyor mu?
-O tür bir otosansür yapmam. Ama o kadar çok kitabım ve kahramanım var ki, hepsine yetecek kadar kişisel malzemem de yok aslında. Yazmak bir muamma. Masa başında o kadar insana nasıl hayat veriyorum, kendime açıklayamıyorum.
Bu hikâye nasıl geldi?
-Uçarak demek istiyorum. Başka bir şey yazıyordum. Bir sahnesi, kahramanın bir anı resim gibi geldi, peşimi bırakmadı.
Kahramanınız geldi ve siz onu adaya götürdünüz...
-Evet, zaten ilk cümlesiyle geldi o kız: 1876 yılı baharında gayrimeşru bebeğimi doğurmak üzere evin erkeklerinden habersiz Büyükada’ya gönderildim...
Gözyaşı Konağı, Şebnem İşigüzel, İletişim Yayın./250 syf.
Neden 1800’lere gittiniz?
-‘Venüs’ kitabımla bağımı koparamamıştım. Eksik kalan bir şeyler vardı. O dünyadan ayrılamadım. O neşeli, hayat dolu farfara devam etsin istedim.
Sizin için neşe, farfara o döneme ait bir şey mi?
-Evet. Bir arada olmak... Sanal bir dünyada teselli buluyoruz. 1800’lerin başka bir lezzeti vardı.
Yani artık bugünün dünyasını yazdığınızda okuyucu eski tadı alamayacak mı?
-Okur, o yüzden Sabahattin Ali’ye koşuyor, onu keşfediyor ve mutlu oluyor.
‘Kürk Mantolu Madonna’nın listelerden düşmemesini buna mı bağlıyorsunuz?
-Evet kesinlikle; ama aynı okurun, yazarın başka kitaplarını almaması da vefasızlık.
Edebiyat sıkıcı mıdır?
-Türk insanı kitaplarla ilişkisini bir türlü kuramadı. Oysa huzur kitaplarda. Kim kendisini avutmak, bu dünyayı unutmak istiyorsa okusun. Dar gelirliler okuyor, zenginler değil. Kolunda Hermes çantayla bir ölü gibi dolaşmak kendine vakit ayırmak değil. İnsanlar parayla satın alınan şeylere ömrünü harcıyor, bunlarla gurur duyuyor.
Roman okumak insanı farklılaştırır mı?
-Edebiyat büyülenmektir. İnsanı rehabilite eden, dönüştüren, değiştiren, kimyasına, varlığına iyi gelen bir şey. İnsanı merhamet sahibi yapar. Başkalarının hayatını görmeyi sağlar. Merhametsizliğe doğru evriliyoruz. Bu kadar çok kadının, çocuğun böyle acı çekmesi ve çoğunluğun bu acılara kör olması başka türlü açıklanamaz. Herkes kendi iktidarını istiyor.
Neden özellikle 1876?
-Vapur seferlerinin başlamış olması, adaya yerleşimin üzerinden zaman geçmiş olması. Abdülhamit de ilgimi çekiyor.
Pek çok kadın var kitapta. Erkek olarak sesini duymadığımız bir baba ve duyduğumuz Mehmet var sadece...
-Bir de eşek! Sıkça sesini duyuyoruz.
Kadınlar arasındaki ilişkiye bakınca en büyük kötülüğü birbirimize mi yapıyoruz?
-Kahramanımın söylediğine katılıyorum: Kadın kadının kurdudur yalan, cemiyettir bunu böyle yapan. Bu arada sosyeteyi, tatlı hayatları, ‘evde yokmuş gibi’ yaşayanları hep izlerim. Bu romanın anne ve kızlarına ilham verdiler diyebilirim. Bence birbirlerine bağlılıklarında sıkıntılı bir şey var. Gömülü bir kıskançlık, rekabet gibi. Annelerine bağlı hiç büyümemiş kız çocukları gibi.
Bu kadınları giydirip kuşatıyorsunuz da...
-Kendim de severim bunu. Yazar olmasaydım terzi olup dikiş dikmek isterdim.
Erkek gibi merak etmek diye bir cümle var. Kahramanımızın başına gelenler bu merakın peşinden gitmesiyle oluyor. Bugün ‘erkek gibi merak eden’ kadınlar çok mu?
-Zaten o yüzden cinayetler başladı. Çay bahçesinde çay içmek bile öldürülme sebebi oldu artık. Kadınların gücüne inanıyorum. İnsanı sıkıcı cennet hayatından dünya macerasına sürükleyen onun merakı ve cesareti olmuş. Yoksa Âdem halen o sıkıcı cennetteydi. Bu yüzden siyasetin ve toplumsal yapının kadınlarla değişeceğini düşünüyorum. Kadınların haysiyeti, çocukların kalbi var.
‘HAKSIZLIK BU’ DER VE ÜZÜLÜRÜM
Eleştirilmekle aranız nasıl?
-‘Hanene Ay Doğacak’ kitabımla ilgili Fethi Naci kötü bir eleştiri yazmış, sonra haksızlık ettiğini söylemişti. Damardan bir eleştiri kültürüm var yani. Ama yine de ya içinizde hırçın bir çocuk ter ter tepinir ya da kibirli bir yazar “Anlamamış” der geçer. Nihayetinde eleştiriye karşı olgunluk göstermek ve dikkat kesilmek gerek. Bu büyük erdemi eleştirinin gücü ve kimden geldiği belirliyor esasında. Sonra yazarın karakteri, haletiruhiyesi. İç sesim genelde “Haksızlık bu” der ve üzülürüm.