Güncelleme Tarihi:
◊ Şu an Tunceli’deyiz, 1 aydır burada “Başkan” filminin çekimlerini yapıyorsunuz ve önümüzdeki aylarda bu yeni projeyle seyirci karşısına çıkacaksınız. Siz nasıl dahil oldunuz bu ekibe?
- Senaryoyu okuyunca çok samimi buldum. Tamamen kurgusal bir hikâye ama senaryoyu okurken sanki o insanlardan biriymişim gibi hissettim. O kadar renkli, o kadar çeşitli, o kadar güzel karakterler var ki, kendimi içinde hissettim okurken...
- Yönetmenimizle buluştuk. Onun o sıcak enerjisini gördükten, 7 yıl bu işe emek verdiğini duyduktan ve kadroyu da öğrendikten sonra kabul ettim.
◊ Şerif Sezer, Salih Kalyon, Necip Memili, Diren Polatoğulları, Nursel Köse... Çok esaslı bir kadrosu var filmin...
- Gerçekten öyle. Ve daha önce tanımadığım genç yetenekler de var aynı zamanda. Onlar da muhteşem performanslar sergiledi. Usta isimlerden gençlere-çocuklara kadar herkes o kadar güzel oynadı ki, zaten bir film işte o zaman tamamlanmış oluyor. Yan karakterler bu kadar zengin işlendiği zaman hem bizler oyuncu olarak daha iyi adapte oluyoruz, hem de seyirci izlediği zaman daha çok tadını çıkarabiliyor.
◊ 1 aydır Tunceli’desiniz. Tunceli’ye dair sizi şaşırtan bir şey oldu mu bu süreçte?
- Ben Tunceli’yi hiç görmemiştim daha evvel. Çok merak ettiğim bir yerdi. Anadolu’yu genel anlamda çok merak ediyorum. Memleketimizin her köşesi o kadar kıymetli ve çok katmanlı kültüre sahip ki. Tunceli de merak ettiğim şehirlerden bir tanesiydi. Çok şanslıyız ki; Tunceli’nin Ovacık ilçesinde inanılmaz bir doğanın içindeyiz. Doğasının çok güzel olduğunu duymuştum, fakat görsel açıdan bu kadar muazzam olacağını tahmin etmiyordum. Yönetmenimiz de buralı olduğu için ve prodüksiyon ekibimiz çok iyi iş çıkardığından, bölgenin en güzel resimlerini gösteriyoruz filmde.
◊ Çok sinematografik bir kent hakikaten...
- Bu filmle ilgili söylenebilecek en büyük sözlerden biri; sinemada yani büyük perdede izlememiz gereken, fotografik olarak âşık olacağımız bir film olduğu. İçerisinde gümbür gümbür, dolu dolu bir mizah da var. Aynı zamanda hüzün de. Ve tabii çok yetenekli oyuncular...
◊ Siz bir sanat filminde trajik karakteri de canlandırabiliyorsunuz, gişe filminde komedi karakterlerini de. Oyunculukta kendinizi başka bir yere konumlandırıyorsunuz sanırım...
- Kesinlikle. Tek tip oyuncu olmak beni mutsuz eder. Ben renkli bir karakterim. İçimde bir sürü renk var. Farklı roller ve farklı türler deneyimlemeyi çok seviyorum. Bu bir lütuf gibi geliyor bana.
◊ “Başkan”da komik bir karaktere mi hayat veriyorsunuz?
- Evet, burada da aslında mizah tarafı kuvvetli bir karakteri oynuyorum ama gerçekçi bir kadın. Yani absürt bir yerden almadık karakteri. Sakine, tam bir Anadolu kadını. Ailesini seven, iyi kalpli biri. Bir kere kocasıyla büyük aşk yaşıyorlar. Onu filmde çok net hissedeceğinizi düşünüyorum. Necip’le (Memili) çok güzel bir kimya oluştu aramızda. O da belediye başkanı adayı Zeynel karakterini oynuyor. Ne olursa olsun mutlu, huzurlular. Ve güçlüler. Sakine, üç çocuk annesi. Bugüne kadar 17-18 sinema filmi çektim, ilk defa bir filmde çocuklarım var diyebilirim. “Dilberay” filminde vardı çocuklarım ama orada onlarla çok fazla sahnem yoktu. Burada onun tadını çıkardım.
◊ Nasıldı anne olmak?
- Sevdim. Ben zaten çocukları çok severim. Çok yetenekli üç genç arkadaşımızla çalıştık. Eğlenceli sahneler çektik.
◊ Sakine’yi sevdiniz mi?
- Çok sevdim. Sakine güzel bir karakter. Oynamaktan keyif aldım. Ama daha güzeli, bu filmin en güzel tarafı, birlik duygusunu tetikliyor olması. Asıl bunu çok sevdim. Umut veren bir film. Karşıt görüşleri yan yana getiren, ortada uzlaştıran bir yapım.
◊ Siz son dönemde magazin basınında da çok gündeme geldiniz ama dikkat ettim, hakkınızda yazılanların hiçbirine cevap vermediniz. Sanıyorum içindeki “magazin kızını” öldüren ünlülerdensiniz. Kendinizi böyle koruyorsunuz yani...
- Evet, aynen öyle. Bence çok kolay bir şey değil. Belki bu bana daha popüler olabilecekken daha az popülerlik getiriyor. Belki daha çok para kazana-bilecekken daha az para kazanmama sebep oluyor. Ama ben yaptığım işlerin konuşulmasını, özel hayatımın konuşulmasından daha çok tercih ediyorum.
◊ Amerika’da uzun süre kaldınız, Hollywood sinemasını yakından takip ettiniz ve oradaki oyunculuk anlayışlarını sorguladınız. Başka bir deneyim de yaşadınız orada. Bu da size bazı şeylere kayıtsız kalmayı öğretmiş olabilir mi?
- Ben aslında bunu öncelikle ailemden aldım. Bizim ailede dedikodu yoktur, şikâyet yoktur. Üretmek önemlidir. Sonrasında Yılmaz Erdoğan’la tanıştım. Çok erken bir yaşta, konservatuvardan mezun olduktan hemen sonra. Ondan aldığım öğretiler de bu yöndeydi. Ayrıca ben de böyle olmayı tercih ettim. Ama bir taraftan şunu da düşünüyorum, magazin var. Magazini kabul ediyorum. Ama ben magazinel bir karaktere sahip değilim.
◊ Türkiye’de son yıllarda şöhret, oyunculuğun önüne geçmeye başladı. Sektöre yeni adım atanların, iki dizide şöhret olma hevesi olduğunu gözlemliyorum. Neden böyle sizce?
- Biraz da dönemin trendi bu aslında. Sosyal medyanın hayatımıza girmesi, takipçi sayılarının bir statü belirleme aracı haline gelmesiyle birlikte bu durum tetiklendi. Ben konservatuvardan mezun olduktan sonra şunu dedim, “Başarılı olmak istiyorum”. Tek derdim iyi prodüksiyonların, başarılı işlerin içinde olmak ve kendimi orada var edebilmekti. Üretim sürecinin bir parçası olabilmekti. Meşhur olmak hiçbir zaman birinci hedefim olmadı. Amaç başarı olunca, şöhret zaten kendiliğinden geliyor. Ben daha 22-23 yaşlarındayken kendime şöyle dedim; eğer şöhret bunun doğal bir getirisiyse bunu olgunlukla karşıla. Ne övgüyle büyü, ne de olumsuz bir yorumla mutsuz ol. Facebook’un ilk çıktığı yıllardı bizim yeni yeni meşhur olduğumuz zamanlar. O zaman bu analizi yapmıştım. “Büşra” dedim, “Burası çok tehlikeli bir alan. Burada seni alkışlarlar havalanırsın, ufak bir şeyini eleştirirler üzülürsün. Sen bunların hiçbirinden etkilenmeyeceksin. Pozitif tarafından da, negatif tarafından da. Sen önüne bakacaksın, işini yapacaksın.”
◊ Hep bir kontrol mekanizmanız vardı yani...
- Kesinlikle. Ben her zaman kendini telkin eden, farkındalıkla birlikte kendinde hoşuna gitmeyen bir özelliği değiştirmeye çabalayan biri oldum hayatım boyunca.
◊ Burada 2 gündür gözlemliyorum sizi, herkesle eşit mesafede ilişki kuruyorsunuz. Tanınan bir oyuncu olmanıza rağmen statü endişeniz yok...
- Kesinlikle yok. Benim alametifarikam insanları sevmem. Her türlü zaafına rağmen seviyorum. O kadar çok şey yaşıyoruz ki, küsmek çok mümkün. Ama ben şöyle diyorum, “Kim bilir nereden, nasıl bir zorluk içinden geliyor... Kişisel algılama.” Hiç kimseye önyargıyla yaklaşmıyorum.
◊ Anlamaya çalışıyor, empati yapıyorsunuz yani.
- Empati bize verilmiş en büyük hediyelerden biri. İnsan ayırmam. Statü farkı, yaş farkı, cinsiyet farkı, ırk farkı; bende böyle bir şey yok. Ailem de beni böyle yetiştirdi. “En sevdiğiniz bilmem ne” diye sorulduğu zaman cevap veremiyorum.
CANIM STAND-UP ÇEKİYOR ASLINDA
◊ Neden bugüne kadar hiç stand-up yapmadınız? Çok başarılı olurdunuz bence...
- Los Angeles’a gittiğim zamanlarda stand-up’ları izliyorum. Canım çekiyor aslında. Hiç nasip olmadı ama hayatımın bir evresinde olabilir belki.
Ben yazılı metnin üzerine doğaçlamayı seviyorum, iyi bir metin oluşturduktan sonra olabilir... BKM’de skeçlerimizi kendimiz yazıyorduk. İyi ki de öyleydi.
Hem çok şey öğrendik, hem de hiçbir yerde orada oynadığım kadar iyi oynamadığımı düşünüyorum.
Çünkü karakterimi kendim konuşturdum. Yani potansiyelimi yüzde yüz kullanabiliyordum.