Güncelleme Tarihi:
“Hayat biz plan yaparken başımıza gelenlerdir” diye söze başlasak... Nasıl bir hayatınız oldu?
1993’te uzman cerrah Osman Koçbeker ile evlenip Konya’ya yerleştik. Severek evlendik. Sinan doğdu, 3-4 yaşına kadar çok sağlıklı görünen bir bebekti. Otizm tanısı konulduğunda ben dahil kimse inanamadı. O sırada ikinciye hamileydim. Eski eşim iyi bir insandı. Ta ki çocuklarda sorun ortaya çıkana kadar. Sorun ortaya çıkınca 180 derece değişti. Uzun yıllar beni suçladı.
Genetik anlamda mı?
Evet. Çünkü bizim çocuklarınki genetik. Bir gün kitaplığı düzeltirken eski eşimin Amerika’daki kardeşi Ali’ye yazdığı bir mektubu gördüm. Mektupta “Abi kızıma otizm tanısı kondu. Sende de aynı problem var. Bizim aile neden böyle?” yazıyordu. Mektubu görünce çok üzüldüm, boşuna suçlanmışım aslında. Öfkesini yalnız bana değil çocuklara da göstermeye başlamıştı. Oğlanlardan birinin gözünü bir gün mor gördüm. Eşim bir gün de benim üzerime saldırdı. Bu olaydan sonra boşandık.
14 YAŞINDAN SONRA KURUMLARIN YAPACAĞI FAZLA ŞEY YOK
Sağlıklı çocuklarınız olsaydı bugün evliliğiniz devam ediyor olabilir miydi?
Engelli çocukları olan ailelerden gördüğüm, erkekler bu durumları iyi tolere edemiyor.
Çocukların babalarıyla diyalogları nasıldı?
Ayda bir, 15 günde bir, kafasına estiği zaman alıyordu. Annesiyle oturuyordu. Çocukları gördüğü zaman kayınvalidemin sinirleri bozuluyormuş. Ben de “O zaman bizim evde görürsün” dedim. “Demek artık çocukları bana vermek istemiyorsun, onları görmeyeceğim” dedi ve gitti. Gidiş o gidiş. Demek bahane arıyormuş...
İki çocuğunuzla hayatınıza nasıl devam ettiniz?
Konya’da özel bir eğitim kurumuna gidiyorlardı fakat 14 yaşından sonra kurumların bu çocuklar için yapacağı çok fazla şey yok.
Sapanca’daki eğitim merkezini nasıl buldunuz?
2 yıl araştırdıktan sonra. Çünkü Konya’da yıllardır bizimle olan yardımcım, çocuklar büyüyüp delikanlı oldukları için artık eşinin bize gelmesine izin vermediğini söyledi. Bir erkek bakıcı bulayım dedim ama Konya’da çok zor. Abimle Sapanca’ya gittik. Bir denemeye karar verdik.
ÜÇÜNCÜ AYDA ANLADIM
Manevi yükünüz çok ağır... Maddi yükün altından kalkabiliyor musunuz?
Çok zorlanıyorum. Sapanca’da iki çocuk için 6 bin TL ödüyordum. İzmir’de iki çocuğa 4 bin 800 TL veriyorum.
Sizi yeni bir okul arayışına sokan ne oldu?
Tabii ki okul. Sapanca’daki kuruma 9 ay gittiler. 3'üncü aylarında İzmir’deki kurumu araştırmaya başlamıştım zaten. Bazı rahatsızlıklar ortaya çıkmaya başlamıştı.
Ne gibi rahatsızlıklar?
Mesela bizde herkes kendi yatağında yatar. Gece yarısı 1.80’lik oğlum yatağından kalkıp, bana sarılıp saatlerce hüngür hüngür ağlardı. Onu sakinleştirir yatırır, sabaha kadar ben uyumazdım: Bir sıkıntı var ama ifade edemiyor... Evdeki yardımcı bir gün beni uyardı. Öğlenleri eve yemeğe geliyorlar ya, “Ayşegül Hanım; Sinan yemek yerken öğretmenine bakan yüzünü bir eliyle kapatıp diğer eliyle yemek yiyor” dedi. Çok endişeliydim.
Okulda diğer çocuklara da yapılan başka bir olaya da şahit oldunuz mu?
7 yaşında bir kız vardı. Öğretmen bisiklet binmeyi öğretiyor. Çocuk düştü. Öğretmen kolundan çekip “Yine mi düştün!” diye bağırdı. Bindirdi çocuğu bisiklete, bisikleti bütün gücüyle itti. Elektrik direkleri var! “Vur kafayı da aklın başına gelsin!” diye bağırdı. Okulun yöneticisine anlattım. Aldığım cevap; “Ayşegül Hanım, sizin çocuğunuz mu?” oldu.
Karar verdiniz, okuldan ayrılıyorsunuz... Okulun tepkisi ne oldu?
Bir şekilde mutlu olduklarını hissettim. Çünkü sorgulayan biri ayak altından gitti. Zaten bizden sonra müdür velilerin okula gelmesini yasaklamış.
İzmir’e gelmeye nasıl karar verdiniz?
Ben İzmirliyim. Burada abilerim var. Onların desteği söz konusu. Çocukları aldım, geldim. Sapanca’yı ve yaşadıklarımızı unutmak istiyordum.
DAHA ÖNCE DE DÖVÜLMÜŞTÜR
Tam da Sapanca’yı ve her şeyi unutmak isterken, sonra olay nasıl ortaya çıktı?
Buraya geldikten sonra KODDER (Kırkpınar Halkı Otizm Dayanışma Derneği) Başkanı Cem Kumuk beni aradı. Aslında benden hiç hoşlanmazdı. “Sizin eski öğretmen Cihat Hoca, berberde çocuklardan birinin gözüne yumruk atmış. Sizin hep kaygılarınız vardı, haklıymışsınız. Mümin’i de Sedat dövmüş, videosunu da Cihat internete koymuş” dedi. Hiç aklıma gelmiyor. Halbuki Yılmaz’ın diğer adı Bumin. Ben ‘Bumin’i’, ‘Mümin’ gibi anlıyorum. Sedat Hoca’yı aradım. “Bir video olayı duydum, inanamadım” dedim. Sedat, “Ayşegül Hanım, ben Yılmaz’a bunu yapar mıyım?” dediği an beynimden vuruldum.
Videoyu izlediğinizde ne hissettiniz?
(Ağlıyor). Onu döven hoca zayıf, çelimsiz. Benim oğlum 1.86 boyunda, 90 kilo neden böyle ‘hazır ol’da duruyor? Neden kendini korumuyor? Psikiyatr bir arkadaşım “Çocuk daha önce dövülmüştür eğer karşı koyarsa daha çok dövüleceğini biliyordur, en iyisi dayağım bitsin, kurtulayım diye düşünür” dedi. Sinan kardeşini benden bile korur. Onun çaresiz duruşu hepsinden çok etkiledi beni. Aklıma neler geliyor... Acaba Sinan da sırasını mı bekliyor? Video okulun tuvaletinde çekilmiş. Seyrettikçe başka ayrıntılar görüyorsunuz. Çocukların üzerinde montları var, belli ki eve gelme saatlerine yakın bir saat. Adamlarda bir telaş, bir kaygı yok. Oh rahat rahat hırpalıyorlar, dövüyorlar çocuğumu. Savcılığa suç duyurusunda bulundum. Savcı “Siz bu videoyu nasıl seyrediyorsunuz ben izleyemiyorum” dedi.
Bu olayla yüzleştikten sonra geriye döndüğünüzde başka soru işaretleriniz var mı?
Var ancak kanıtım yok... Sinan’ın öğretmeninin evi Kırkpınar’ın içinde. Ne zaman arabayla o sokaktan geçsek, Sinan tepki gösteriyor, hemen geçelim istiyordu. Çocuk defalarca oraya götürülmüş. Ama evde ne olduğuna dair hiçbir kanıtım yok. Düşündükçe çıldırıyorum. Olayı duyan esnaf, “Keşke bizim elimize verseler de cezasını biz versek” diyor.
Olay gazetelere manşet olunca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam sizi aradı mı?
Gözden kaçmış olabileceğini düşünüyorum. Çünkü vicdanı olan her insan bu videoyu izlediğinde benim bir anne olarak neler hissedebileceğimi anlayabilir. Sayın Bakan da bu röportajdan sonra inanıyorum ki hem bir bakan hem de bir anne olarak benim yanımda olacak, kendi seçim bölgesinde bulunan bu kurumla ve şiddet uygulayan kişiyle ilgili gerekli desteği verecek.
BİR HAYALİM VAR
Amerika’da pansiyon sistemi kurmuşlar. Denetleyicileri var, toplu halde yaşıyorlar. Türkiye’de böyle bir yer yok. Korunmaya muhtaç çocuklar için köy var. Devlet çocuklar için de böyle bir köy yapabilir. Çocuklar doğayla mutlu oluyorlar. Arsayı devlet verir, söz hakkı, denetleme hakkı olur. Aileler küçük evler yapabilirler. İnsanların medeni, iklimin uygun olduğu Ege ya da Akdeniz’de yapılabilir. Çünkü bu çocukları kabul edip, onlara hoşgörülü olmak şart. Çok mu imkânsız bir hayal?