Güncelleme Tarihi:
Bu bir 30 yaş albümü. Doğum gününüz de yaklaşıyor. Nasıl kesişiyor müzikle 30 yaş?
- Hâlâ genç müzisyen kisvesi altında bir şeyler yapmayı deniyorum. Her yeni şeyde kendinle ilgili, işine dair daha fazla bilgin ve fikrin oluyor. Herhalde bu albümü yazarken kendimi hiç bilmediğim kadar biliyordum. Varsa böyle bir iddiası var. “Ya tamam bu oldu, birtakım düşünceler oturdu” dediğim yılın albümü bu.
Popülerlik kaygısı ve müzikal vicdan neresinde işin?
- İlk çıktığım andan beri asıl olay, yaptığımız işi insanlarla paylaşmaktı. İnsanlar fakat hangi insanlar? Bu insanlar kaç kişiler ve ne kadarlar? Nasıl daha fazlasına ulaşabiliriz? Kolay kabul edilecek müziği biliyoruz. Biz de buna hep yer verdik. Hatta bazen ucu da kaçmış olabilir. Bu sefer, “Öyle yapmayalım, tamamen ne istiyorsak onu yapalım” dedik; “Neyi yaparsak biz daha mutlu olacağız?” Vicdan muhakemesi burada başlıyor işte.
İstanbul’un sesi, İstanbul müziği diye bir şey var mı?
- Bizim çok köklü ve çok kocaman bir müziğimiz var. Derya deniz... Bir sürü şeyle karşılaşıyorsun. Arabesk de var. Aşağı yukarı her müzik yapılıyor burada. Sen ne tür müzik yapıyorsun? İstanbul müziğine ‘eklektik’ dediğimiz zaman çok kolay sıyrılabiliyoruz işin içinden. Çünkü o zaman hiçbir şeyi birbirine bağlamak zorunda kalmıyoruz. İstanbul çok yakışıyor eklektik kavramına çünkü bir de çok hızlı bir yer burası. Kültür de sürekli değişiyor. İstiklal Caddesi’ne beş senede bir bakarak o dönemin ruhunu çıkarabiliyorsun. İstanbul müziği lafı o yüzden kulağa hoş geliyor. “İstanbul müziği yapıyorum” dediğin zaman beş sene sonra kimseye söz vermeden de değiştirebilirsin. Çünkü o sürede İstanbul da değişmiş oluyor.
O zaman şiiri de var mı İstanbul’un? İstanbul-şair ilişkisinde, Türkçe kimden yana?
- Yazdığım şiirlere bir isim takmadım açıkçası. Müziğini açıklayabilirim ama İstanbul şiirini hiç düşünmedim. Ama iyi fikirmiş. ‘İstanbul şiiri’ lafının altını biraz doldurabilirsem bu, insanı çok kurtarır bir sürü şeyden... Dil de aynı: Ağdalı konuşanlara İstanbul beyefendisi deriz. Öbür tarafta ‘Ağır Roman’ argosu da İstanbul’un. Bakınız size yine eklektik!
MÜZİK, ŞİİR, RESİM, TASARIM HEPSİ BİRAZ BİRLEŞTİ GİBİ
Arabeskle alıp veremediğimiz ne o vakit? Nesine meftunuz bu aşırı nemli iklimin?
- İdeolojisi bize yakın ve samimi geliyor bence. Hep bir ‘Vurmayın garibe’, ‘Almayın mazlumun ahını’ ideolojisiyle büyüdük. Acı çeken insanlara kol-kanat germe dürtüsü sonradan kulağımıza da iyi gelmeye başladı herhalde...
İstanbul müziği, İstanbul şiiri... Madem arabeskten girdik, İzmir’e ihanet ettiğinizi düşündüğünüz oluyor mu?
- Ya yok! Ben İzmir’e hiçbir söz vermedim. İstanbul, dikkati dağınık bir çocuğun aklını kolay karıştırabilecek büyüklükte. Benim de dikkatim epey dağınıktı. Bu yüzden İzmir’de büyümüş olmak güzel bir ayrıcalık bence. Rica etmeyi, teşekkür etmeyi daha kolay öğrenebilirsiniz kafanız karışmadan. Ama İstanbul’dan başka bir yerde yaşadığımı düşünemem. En azından uzun süre.
Müzik, şiir, oyunculuk, resim, illüstrasyon... Bu kadar çok işe dalınca eleştirilmekten korkmuyor mu insan?
- Rembrandt gibi çiziyorum, Rahmaninof gibi besteliyorum gibi bir iddiam yok. Ben de bir adamım ki... İşte albüm yapıyorum iki senede bir; şiirle ilgileniyorum; vaktim de var ilgilenecek, okuyup-yazıp-çizecek. Annem ressamdı. Üniversite eğitimi de grafik tasarım olunca, hepsi biraz birleşti gibi oldu. Zaten şarkılarım da resimlerime benziyor, şiirlerim de şarkılarımı andırıyor gibi.
Bir tercih yapsanız: Canlı mısınız kayıt mı, sahne misiniz ses mi?
- Canlı ve sahne! Müzik için yapmam gereken şeyler varsa, naçizane onları yapıyorum. Hayat da benim için birtakım şeyler yapabilir o zaman. Nedir o? Sahneye çıkarmak. Bu da benim motivasyonum, eğlendiğim şey. Çünkü albümler vesaire, bunlar insanlar için. Ama sahneye çıkmak kendim için.
Aşk ne kadar işin içinde? Aşk işleriyle sanat işleri ayrı mı yoksa kahramanı siz misiniz bütün bu yaptıklarınızın?
- Asla değilim. Öyle olsa günlük yazardım. Kurmaca yani yaptığım şeyler. Bu güzel çarşamba günü bu klişeye düşeceğimi hiç tahmin etmezdim ama tabii ki yaşadığım hayattan da besleniyorum.
BU ÜLKE BİZE DENGEDE DURMAYI ÖĞRETTİ ÇÜNKÜ HERKES O BIÇAĞIN SIRTINDA
Siyasetin insanı mutlu ya da mutsuz, umutlu ya da kaygılı yapabildiği ender toplumlardan biriyiz. Bıçağın sırtında dans ederken size hangi tarafa düşecekmişsiniz gibi geliyor?
- Bu ülkede yaşamak, bize hiçbir şey öğretmediyse dengede durmayı öğretti. Çünkü herkes o bıçağın sırtında. Sağa mı düşerim, sola mı gibi bir refleks geliştirmemiz gerektiğini de çok önce aklımızdan çıkardık. Hepimiz o bıçağın üstünde nasıl başarılı olabilirim, nasıl eve ekmek götürürüm, nasıl mutlu olurum derdinde. Ben de herkes gibi orada duruyorum ama en azından sağlam basmaya çalışıyorum.
Bu yeteneği geliştirmekte Gezi ne kattı size; sanatınıza, insaniyetinize?
- O kadar komik ki. Y Kuşağı olarak bize hep apolitik dediler. Dediler, dediler; sonra çağ yangını oldu bütün dünyada. Şimdi her an, her yerde siyaset konuşuluyor. Özlemiyor muyum apolitik olmayı? Çıldırıyorum ya, çıldırıyorum. Keşke apolitik olsak tekrar! Ne güzeldi 90’lar: “Siyaset mi? Kaç yaşında oy veriliyordu ya?” Gezi dedik, ülke için kaygılanmaya başladık ki bu sefer dünya da takla attı, Trump falan... Artık dünya siyasetiyle ilgili de fikirlerimiz olması lazım! Bıktım ya. Yıldım. Dünya beni buna hazırlamadı!