Güncelleme Tarihi:
Hiç Türk filmi izlediniz mi? Bildiğiniz, beğendiğiniz Türk yönetmen ve aktörler var mı?
- Immmh... Şu anda aklıma gelmedi. Biraz hatırlatsana kimler vardı.
Yönetmen olarak Yılmaz Güney, Nuri Bilge Ceylan var. En son Altın Palmiye aldı. Oyuncu olarak da dünyada en çok bilinenler Halit Ergenç, Beren Saat...
- Immmh...
Ben bir kopyasını yollarım size.
- Yok canım, istesem Russell’dan da isterim. Büyük ekranda izlemeyi tercih ediyorum.
‘The Water Diviner’ demişken, bu yıl Çanakkale Savaşı’nın 100’üncü yılı. Bir Avustralyalı olarak bu savaş size ne ifade ediyor?
- Bak bu çok ilginç çünkü o savaş Avustralya için bir dönüm noktası. İngiltere’nin kolonisi olmaktan bir çeşit büyümeye, olgunlaşmaya, ülke olmaya geçişimizi ifade ediyor. İngiltere’ye karşı bir hırs... Bu savaşın saçmalığı, her iki taraftan da onca insanın ölmüş olması... Bir de ne için? Hangi amaç için? ‘İngiltere Ana’mızı körü körüne her şeyde takip etmememiz gerektiğini anladığımız bir trajedi. O savaş bize kendi kararlarımızı kendimiz almamız gerektiğini öğretti.
HUGH JACKMAN'DAN HÜRRİYET OKURLARINA MESAJ VAR!
Sıradan bir aktörüm: Sabah beni birisi alır; giyecek bir şeyler verirler; ne söyleyeceğimi ezberletirler, yemek verip evime yollarlar
İstanbul’da bize oynayacağınızı, şarkı söyleyeceğinizi, şakalar/komiklikler yapacağınızı biliyoruz. Bunlar dışında bir fikir versenize, tam olarak ne seyredeceğiz?
- Türkiye için hazırladığım gösteri aslında çok kişisel bir şey. İçinde hayatımda önemi olan, büyümemde, kariyerimde etkisi olan sevdiğim şarkılar, videolar, hayatımdan hikâyeler, daha önceki şovlarımdan parçalar var. Hepsi tamamen kişisel şeyler. Bunları Amerika dışında bir yerde birileriyle paylaşacağım için çok heyecanlıyım.
Ne yani ilk kez İstanbul’da mı yapacaksınız bu şovu?
- Daha önce bir kez Kanada’da benzer bir şey yapmıştım. İçinde dans var, şarkı var, benim için önemli ama komik hikâyeler var.
Onu söylediniz de aklıma yatmıyor, Londra’da biletleriniz yok satacakken, Melbourn’de kapışılacakken, neden çok da tanınmadığınız bir ülkeyi, İstanbul gibi Anglo-sakson olmayan bir şehri seçtiniz?
- Söyledim ya karımla oturup oturup “Tekrar gitmeliyiz” dediğimiz çok oldu. Mesele hep “Tamam da ne zaman?” sorusuydu. Fırsat da çıktı aslında. Üç kere benzer projeler oldu. Her seferinde hiç düşünmeden “Evet” dedim. En son geçen yıl... Ama çeşitli sebeplerden hep iptal oldu.
FİLM İCABI YAVRUM!
Eğer bir korkuna arkanı dönersen, o korkunun hayaleti seni hiç bırakmıyor. Bu yüzden en korktuğum şeylere hep “Evet” dedim
Filmlerde sizi herkes Clint Eastwood’a benzetiyor. Sizce de benziyor musunuz? Hiç tanıştınız mı?
- Evet tanıştık. Wolverine’i oynayana kadar aklımın ucundan bile geçmemişti ona benzediğim. İnsanlar, “Ona benziyorsun” dediklerinde utandım. Wolverine rolü için deli gibi Clint Eastwood filmleri seyrettim. Belki de o kadar çok
Eastwood filmi seyrettim ki sonunda ona benzemeye başladım. Tabii bunu bir iltifat olarak alıyorum ve aslında ona benzetilmekten gizli gizli zevk alıyorum.
Peki ya Hollywood’daki Avustralyalılar? N’oldu yani “Aussie’ler Çağı”na mı girdik?
- Evet artık epey çok olduk. Eskiden böyle değildi. Bu konuda Amerikalıların kabulleniciliğine hayranım. Mesela siz, Türkiye’de, atıyorum, bu kadar çok Amerikalı’nın gelip oyunculuk yapmasına izin verir miydiniz?
Verirdik, onda sorun yok da bence kimse izlemezdi. Hazır laf Avustralyalılara gelmişken... Eşiniz Deb, ‘Avustralya’ filminde sizi eski ev arkadaşı Nicole Kidman’la öpüşürken görünce hiç kıskanmadı mı?
- Karım da oyuncu. “Birini sırf rol için öptüğünde bunun ne kadar gayriseksi bir şey olduğun biliyorum” der. Tamamen teknik bir şey. Hiç sıkıntı çıkmadı.
DÜNYADA EN BEĞENDİĞİM MUTFAK TÜRK MUTFAĞI
Daha önce İstanbul ve Fethiye’ye geldiniz. Ne hatırlıyorsunuz?
- İlk aklıma gelen, insanların ne kadar arkadaş canlısı olduğu ve kendimizi ne kadar iyi hissettiğimiz. Bir de ben tam bir yemek insanıyım, yemekler i-na-nıl-maz güzeldi. Fethiye’deki o harika plaj...
Ölüdeniz...
- Onca yıl oldu, hiç gözümün önünden gitmiyor. Koşarak okyanusa dalmıştım.
Aslında okyanusa kıyımız yok; orası deniz, Ege Denizi.
- Evet tabii ya! İstanbul’dan çok uzun bir otobüs yolculuğu yapmıştık, 16 saat falan. Ama değmişti. Bütün sahilleri göre göre gitmiştik Fethiye’ye. Yolda Osmanlı İmparatorluğu üzerine koca bir kitap bitirmiştim. İsmini şimdi mümkün değil, hatırlayamam ama Fethiye’de yamaç paraşütü yapmıştık. Dağın tepesinden yamaç paraşütüyle kendimi boşluğa bıraktığımda kitapta bütün o okuduklarım gözümde canlandı.
Havadayken...
- Evet, evet. Siz bu tarihin, bu zenginliğin içine doğmuşsunuz. Avustralyalı olmadığınız için bunun bizim için ne demek olduğunu, belki nasıl bir şaşkınlıktan bahsettiğimi anlamayabilirsiniz. O toprakların tuhaf bir enerjisi, tuhaf bir birikmişliği var. Karım da ben de bir gün mutlaka geri geleceğimize söz verdik birbirimize. Türkiye’de bir şov yapma teklifi gelince de hiç düşünmedik bile. Kabul ediyorum, biraz geç kaldık ama işte o gün, bugün. Yemekler için şimdiden sabırsızlanıyorum.
Bilsem yanımda getirirdim üç-beş bi şey.
- Devamlı yemekten bahsettiğimin farkındayım ama Türk mutfağında en çok neyi seviyorum biliyor musun? Her şeyi karıp karıştırıp bir araya getirmeniz. O küçük tapaslar...
OĞLUMLA TÜRK KAHVESİ YAPIYORUZ
Babam hayatı boyunca hiç izin kullanmadı. Eğer dünyada tatil hak eden biri varsa o, benim çalışkan babacığımdı
Gençliğinizde hep gazeteci olmak istemişsiniz. Fikrinizi neden değiştirdiniz yahu, nesi var gazeteciliğin?
- Gazetecilik okurken, okulun son döneminde ekstra ders almam gerekiyordu. Sırf kolay diye tiyatroyu seçtim. Kadroya seçildim. Bir de baktım ki, vaktimin yüzde 90’ını tiyatroya, yüzde 10’unu gazeteciliğe ayırıyorum. Kolay olsun diye seçtiğim şeyi, aslında o anda yapmakta olduğum şeyden daha çok seviyorum. Bu bir işaretti. Ben de peşinden gittim. Ne yapsaydım yani?
Kimsenin bir şey dediği yok tabii. Sadece çocukken hiç çizgi roman okumamış biri olarak, paso çizgi roman karakteri rolleri oynamanız ihanet ettiğiniz gazeteciliğin intikamı olabilir mi?
- Eğer öyleyse, harbi ağır bir intikam! (Kahkaha atıyor) Bilmiyorum neden ama hiç çizgi roman okumazdım. Ama sonra okumaya başladıkça, aralarında çok iyi işler olduğunu ve onları küçümsediğimi fark ettim. Ha bu arada:
Söylemeyi unuttum: Türk kahvesi... Offff!
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
Klasik bir İskoç okulunda yetiştirildim. Evet kilt giymemiz zorunluydu ama neyse ki içimize iç çamaşırı giyebiliyorduk
** Eşi Deborra-Lee Furness’ın iki düşükten sonra çocuğu olmadığını... Oğlu Oscar ve kızı Ava Eliot’u evlat edindiklerini...
** Annesinin 8 yaşındayken evi terk ettiğini... Maliyeci babasının beş çocuğunu tek başına büyüttüğünü...
** Yakını göremeyecek kadar kör-miyop olduğunu... Şovlarda söyleceği her şeyi prompter okuyamadğı için önceden ezberlediğini...
** Çocukken Olivia Newton ve John Travolta hayranı olduğunu... Her gün okul dolabına astığı posterlerini öptüğünü...
** Her Wolverine rolü için deli gibi body yaptığını... İyi zamanında 140 kilo bench press bastığını...