Güncelleme Tarihi:
Omurilik Felçlileri Derneği, ilginç bir teklifle geldi:
“3 gün birlikte İstanbul’u tekerlekli sandalyeyle dolaşalım, bizim ne çektiğimizi biraz olsun anlayın...”
Üzerine atladım!
Başkan Yardımcısı Semra Çetinkaya’yla birlikte 3 gün tekerlekli sandalye tecrübesi yaşadım.
Tanınmamak için kafama peruk taktım.
Ve bu şehrin, engelliler için nasıl bir cehennem olduğuna bizzat tanık oldum.
Taksim, Beyoğlu, Tünel, Karaköy, Eminönü, Kadıköy... Yollarda gezdik, toplu taşıma araçlarına bindik.
Gördüm ki, engelliler için, sokaktaki tehlikeler bitmiyor. Sokak, savaş alanı gibi. Kaldırımlar, oluklar, mazgallar, dik rampalar. Karşıdan karşıya geçmek en büyük ıstırap. LPG’li taksi, tekerlekli sandalyeni alamıyor, binemiyorsun. Metro, otobüs, tramvay işkence. Yardımsız mümkün değil. Engelli liftleri çalışmıyor, engelli tuvaletleri göstermelik, depo niyetine kullanılıyor. Koskoca şehirde tuvalete bile gidemiyorsun. İstiklal Caddesi boyunca tekerlekli sandalyeyle girilebilecek lokanta yok denecek kadar az. ATM’den para çekebilmen imkansız, engelliler düşünülmemiş. Sandalyenin boyu yetişmiyor. Kartını ve şifreni birine verip yardım istemekten başka çaren yok. Yaşadığımız zorluklar say say bitmiyor. Hakikaten engelliler için İstanbul özürlü bir kent!
KADINA BAK, HEM SAKAT HEM RUJ SÜRÜYOR!!!
Zrrrrrrrrrr telefon.
Omurilik Felçlileri Derneği Başkan Yardımcısı Semra Çetinkaya.
Müthiş bir teklifle geliyor.
“3 gün İstanbul’u tekerlekli sandalyeyle gezelim, ister misiniz?” diyor.
Üzerine atlıyorum.
O, benim engellilerin çığlığı olmamı istiyor, üç gün boyunca yaşadıklarımızı sizlere aktarmamı istiyor...
Ki herkes anlayabilsin bu şehirde engellilerin hayatı ne kadar zor...
Diyor ki: “Yaşayınca siz de göreceksiniz! Bizler engelliyiz ama İstanbul gerçekten özürlü...”
TAKSİM’DE BULUŞUYORUZ
Semra Çetinkaya’yla Taksim Meydanı’nda buluşuyoruz.
İstiklal’e doğru gidiyoruz.
İlk tespitim şu:
İnsanlar bir tuhaf bakıyor.
Kimi acıyarak süzüyor, kimi gözlerini kaçırıyor, kimi hiç görmek istemiyor, yok sayıyor...
Ama neredeyse herkes için, tekerlekli sandalyedeki engelli insan, bir ‘ayna.’
O aynada, bir an kendini görüyor, “Şükürler olsun, ben bu durumda değilim!” deyip bu ihtimali aklından atmaya çalışıyor.
Bu sandalyede birden boyum da kısaldı.
Normalde 1.72’yken, 1.50 oluverdim.
Şimdi herkes bana tepeden bakıyor, kelimenin iki anlamında da birileriyle konuşurken boynum hep yukarıda, çocuk gibi çaresiz hissediyorum, eşit olmayan bir ilişki söz konusu yani...
Hayatın gerçeğinde de algıda da engelliler bir sıfır mağlup!
Onlar hesaba katılmıyor.
Ne şehir, ne yaşam planlanırken, onlar kale alınıyor.
YOKUŞ, OLUK, MAZGAL CISS!
Siz, o sandalyeyi kullanmanın kolay olduğunu zannedebilirsiniz...
Ama değil!
Tekerlekleri çeviriyorsun, sandalye de paşa paşa senin istediğin yere gidiyor... Değil!
Kol kuvveti gerekiyor, alışkanlık gerekiyor, bunlardan daha da önemlisi adam gibi yol gerekiyor!
Ama nerdeee?
Yok!
Her köşe başında seni bir başka ‘tehlike’ bekliyor.
Semra, bana taktikler veriyor:
“Aman dik yokuşlara dikkat et, tepe taklak düşüverirsin maazallah! Freni kullanmayı öğren. Oluklar, mazgallar, rampasız kaldırımlar cısss!”
ENGELLİ, EVDEN ÇIKAMIYOR
Sanki Çoruh Nehri’ni geçeceğiz!
Topu topu Sıraselviler’den karşıya geçeceğiz, geçemiyoruz...
Çünkü yaya geçidinde rampa yok.
Yasaya göre herkes eşit...
Ama kaldırımlar karşısında değil!
Engelliler için bu şehirde sokağa çıkmak felaket.
O yüzden genellikle evlerinde oturuyorlar.
Evet, onlar engelli!
Ama İstanbul özürlü...
İSTİKLAL SAVAŞI!
Sonunda sağ olsun birileri yardım etti de karşıya geçebildik...
Şimdi İstiklal’de ilerliyoruz.
“İlerliyoruz” diyorsam lafın gelişi, ilerleyemiyoruz. Tekerlekler ikide bir takılıyor ya tramvay rayına ya da parkeler arasındaki çukurlara.
Şaka gibi!
Girip alışveriş yapabileceğimiz bir mağaza da bulamıyoruz, buluyoruz da içeri giremiyoruz, hepsinin girişi zeminden yüksek...
Oysa, çok basit çözümler var. Seyyar rampalar mesela. Koyuyorsun, engelliler de rahatça dükkânlara girebiliyor ama o kadar az yerde var ki...
İşte o nadir yerlerden biri Artel’di.
Girdik, Füsun Onur’un ‘Aynadan İçeri’ sergisini gezdik, harikaydı.
Sonra Borsa’da yemek yedik, orası da engellilerin rahatça girebildiği lokantalardan biri, çünkü zeminle sıfır...
GEL DE PARA ÇEK!
Al işte bir sorun daha!
ATM’nin önündeyiz, sıkıysa para çek bakalım.
Mümkün değil!
tekerlekli sandalye boyu dikkate alınmamış, ATM’ler yüksekte kalıyor.
Şaka gibi, kolun yetişmiyor, kartı sokamıyorsun.
N’apacaksın?
Birinden yardım rica edeceksin, kartını vereceksin, şifreni söyleyeceksin, o paranı çekip sana verecek...
Bir tek Taksim Kitchenette’in yanındaki Garanti’de engellilere göre bir ATM’ye denk düştük.
ENGELLİLER İÇİN ZİL
Aaa çok havalı!
Şimdi bir kafenin önündeyiz, engelliler için özel bir zil var, basıyoruz, görevli geliyor.
Çocuklar gibi seviniyoruz.
“Nihayet bizim için özel düşünülmüş bir hizmet” diyoruz.
Semra tecrübeli, “Kahveyi dışarı mı getiriyorsunuz, bizi içeri mi alıyorsunuz?” diyor.
Cevap: “Sizi alıyoruz!”
Semra cin, “Tekerlekli sandalyeyi kullanma eğitiminiz var mı?” diye soruyor.
“Yok, siz beni yönlendirin!” diyor görevli.
Semra nasıl yapacağını anlatıyor, o da bizi içeri taşıyor.
Çünkü bu konuda eğitimi ve tecrübesi olmayan birinin yardım edeyim derken, sana zarar vermesi işten bile değil.
Ellerimizi yıkamak için tuvalete gitmek istiyoruz ve kalakalıyoruz, tuvalet 25 basamak aşağıda!
Engelliysen, in inebilirsen...
Kös kös çıkıyoruz.
Ama “Başka yerlerde engelliler tuvaleti var mı” derseniz...
Avcunuzu yalarsınız.
Yok!
Engelliyseniz ve İstiklal’de çişiniz gelirse, vay halinize!
KAPI ÖNÜNDE ALIŞVERİŞ
Gratis’in önünden geçerken Semra ayna almak istiyor.
Çift taraflı aynalarını beğeniyormuş.
Ama mağazaya tekerlekli sandalyeyle girebilmek mümkün değil.
Satıcı dışarı geliyor, Semra istediği aynayı anlatıyor. Satıcı, seçenekler getiriyor, Semra seçiyor. Sonra parayı alıyor, fişi getiriyor.
Evlere şenlik!
Bütün bu faaliyet, dükkânın dışında cereyan ediyor.
Ama bu Gratis’e özel değil, İstiklal’de birkaçı hariç her dükkânın gerçeği bu.
MAKYAJLI ENGELLİLER
Elimizde aynamız ilerlerken, halimizin farklılığını konuşuyoruz.
Biz Semra’yla makyajlı engellileriz.
O yüzden dikkat çekiyoruz.
En komiği de İstiklal’de ruj sürdüğümüz zamandı...
“Aaaa kadına bak, hem sakat hem ruj sürmüş!!!” dediler!
Kulaklarımızla duyduk.
Çünkü böyle bir şeye hakkın yok!
Engelliysen, gösterişli şeyler giymeyeceksin, makyaj yapmayacaksın, mat ve silik olacaksın, griler, kahveler, göze batmayacak renkler, süs-püs hak getire...
Engelli genelde garibandır!
Mendil satar, çakmak satar.
Engelli eşittir fakir.
Algı böyle.
Sen, yardım istiyorsun kaldırımdan aşağı inebilmek için.
O, çıkarıp sana 1 lira uzatıyor, çünkü yardımdan anladığı bu... Para...
Parayı ver, içini rahatlat, unut gitsin!
TÜNEL UÇURUMUNDA
İkinci gün, Tünel’in önünde buluşuyoruz.
Semra, 20 yıldır Eminönü’ne gitmemiş, daha doğrusu gidememiş, ona “Deli misin biz yürüyen halimizle gidemiyoruz, sen tekerlekli sandalyeyle mi gideceksin!” demişler, o da söz dinlemiş.
Ama kanına giriyorum.
Bir cesaret Tünel’den fünikülerle Karaköy’e, oradan da Eminönü’ne gitmeye karar veriyoruz.
Tünel’in girişindeyiz!
Kocamaaan, karanlık bir uçurum bizi yutacakmış gibi duruyor.
Eğim o kadar fazla ki insanın sandalyesi bodoslama uçar buradan!
Ben tecrübesiz olduğumdan görevliler son anda kurtarıyor kayıp gitmekten.
Binbir zahmet ve yardımla gişelerden geçmeyi başarıyoruz.
Füniküler geliyor, o da ne, vagonla peron arasındaki boşluk beni ürkütüyor... Ya tekerlek araya sıkışırsa?
Allah’tan bu badireyi de atlatıyoruz!
Bizi tersten bindiriyorlar.
Kendi başınıza tüm bunların üstesinden gelebilmemiz mümkün değil, hep birilerinin yardımcı olması gerekiyor. Oysa, engelli dostu bir şehirde yardımsız hayatını devam ettirebilmek de mümkün. Ama ne yazık ki Türkiye’de öyle bir şehir yok.
İçeri girdik, tamam.
Sorun bitti mi?
Hayır!
Yokuş aşağı giden tünelin içinde sabit durabilmek mesele, sandalye kayıyor, bir yere tutunmak lazım ya da birinin seni tutması...
Çok güç gerektiren bir şey.
Sen misin İstanbul’da engelli halinle, toplu taşımaya binip, bir semtten başka bir semte gitmek isteyen...
İşin zor...
KAÇMAK İSTEDİM
Fünikülerden inmek de en az binmek gibi bir tören!
Yine birileri yardım ediyor, sandalye ters döndürülüyor. Öyle çıkarılıyoruz rampadan, bizi itiyorlar...
Ve bu eylemi tamamladıktan sonra da dönüp yüzümüze bir bakış atıyorlar. Takdir edilmek için: “Bakın, ben ne kadar vicdanlı, merhametli ve acıma duygusuyla dolu bir insanım...”
Tamam öylesin de başımıza kakmasan da olur!
Tünelden çıktık, felaket başladı.
Karşıdan karşıya geçiş noktamız yok.
Alt geçidi kullanamıyoruz, basamaklar var.
Yaya geçidinde de rampa yok.
“Caddeden gideceğiz, başka çaremiz yok!” diyor Semra.
Aman Allah’ım araba yolundayız, tam bir keşmekeşin içindeyiz.
Bütün araçlar üzerimize üzerimize geliyor.
Yemin ederim caddenin ortasında, sandalyeyi bırakıp kaçmak istedim, “Burada ölüp gideceğiz!” diye...
Eminönü tramvayının kalktığı yere gidinceye kadar kafayı yedim.
EMİNÖNÜ MACERASI
Oley, tramvaydayız!
Eminönü, bekle bizi geliyoruz.
Geldik, indik.
Bu arada çişimiz geldi, patlamak üzereyiz.
Ama yine sorduğumuz hiçbir yerde, engelli tuvaleti yok.
“Caminin arkasında var!” dediler.
Sonunda buluyoruz.
Engelli tuvaletlerinin ortak özelliği, hepsinin depo gibi kullanılıyor olması. Süpürgeler, kovalar, temizlik malzemeleri ve tuvalet kâğıtlarının yığıldığı yerler...
Ve bakımsız...
Klozet kapakları kırık, yine de en azından pis değildi, ‘eh işte seviyesinde’ temizdi...
VAPUR FELAKETİ
Devam ediyoruz.
Şimdi hedefimiz, Kadıköy’e geçmek.
Vapur işi fena!
İçine girmesi, dışarı çıkması, içinde durması ayrı bela!
Binerken, o tahta, tırtıklı iskelelerden tekerlekli sandalyenle geçerken yüreğin ağzına geliyor.
En büyük korkumuz kapaklanıp düşmek...
Bir de yetmezmiş gibi bazı insanların önyargılı bakışlarını hissediyorsun...
“Senin burada ne işin var, evinde otursaydın ya!” bakışlarını...
Vapura girdin tamam da kıpırdayamıyorsun.
Ne içeri girebiliyorsun ne yukarı çıkabiliyorsun.
Ortada hapissin.
Yazın iyi de kışın zatüree olur insan!
MARMARAY’LA DÖNÜYORUZ
Kadıköy farklı mıydı?
Hayır!
Avrupa yakası, engelliler için ne kadar zorsa, Kadıköy de öyle...
Orada da bir sürü ‘cıssss!’ var.
Bir süre de Kadıköy tarafında takılıyoruz, kahve içiyoruz, sohbet ediyoruz.
İkinci günü de Kadıköy’den Marmaray’la dönerek taçlandırıyoruz!
Ver eline Kazlıçeşme...
İkinci gün de böylece bitti...
Ama biz de, yorgunluktan bittik!
Üçüncü gün, Yeşilköy’de buluşuyoruz.
Sabahın erken saatleri.
Deniz kenarına gidiyoruz, çay içiyoruz.
Semra Çetinkaya bana hayatını ve onu hayata bağlayan Omurilik Felçlileri Derneği’ni anlatıyor.
Derneğin başkanı Ramazan Baş da tıpkı, Semra gibi omurilik felçlisi...
Ramazan’ın boynundan aşağısı felçli, Semra’nın belinden aşağısı...
Geçirdiğim bu üç gün için Semra Çetinkaya’ya çok çok teşekkür ederim, çok şey öğrendim. Yaşadığı bütün olumsuzluklara rağmen, yaşam sevincini kaybetmemesiyle herkese örnek olabilecek biri Semra Çetinkaya...
Salı günü onun hikâyesini okuyacaksınız...
HER YER KÂBUS!
Hangi semtler İstanbul’da kâbus?
-Hepsi!
Engellilerin yaşadığı sorunları bize sayar mısın?
-O kadar çok ki hangi birinden başlayayım. Öncelikle engelliler yasasının uygulanmasını sağlamak gerekiyor. İşte o zaman engelliler sokağa çıkabilecek. Sokağa çıktıklarında da, bir takım şeyleri talep etmeye başlayacaklar. İnsanca yaşamak isteyecekler. Baskı yapacaklar. Yolların düzelmesini isteyecekler, restoranlara girebilmeyi isteyecekler, bankalardan para çekebilmeyi, tuvaletlerin arttırılmasını... Bunları hak olarak talep edebilecekler. Tabii ki sağlık ve medikal malzeme anlamında da iyileştirmeler gerekiyor. Bir engellinin tekerlekli sandalyesi, kilosuna-boyuna uygun ve ergonomik olmalı. Her engelli, akülü sandalye alabilmeli. Yanlış sandalye çok büyük sorunlara yol açabiliyor. Kasılmalar artıyor, yaralar açılıyor, omurgadaki eğrilik, iç organlarının yanlış çalışmasına, ağrılara sebep oluyor. İhtiyaç olan tüm malzemelerin SGK tarafından karşılanabiliyor olması gerekiyor. Ama öyle bir şey yok. Engellilerin sorunları say say bitmiyor, ne yazık ki hayatları bu ülkede çok zor.
YA BAŞROLDESİN YA FİGÜRAN...
Bir engelliyi en çok delirten şey nedir?
-Anlaşılamamak, bir insan olduğunun farkına varılmaması... Ama beni artık delirtmek kolay değil! Yıllar içinde o kadar çok şey gördüm ve yaşadım ki, gülümsüyorum artık. Bana hep sorarlar, “Özürlü demememiz gerekiyor, değil mi?” diye, ben de “Hiç önemi yok, bana özürlü de diyebilirsiniz, sakat da, hepsi kabulümdür!” diyorum.
Siz, nasıl bu olgunluğa geldiniz?
-Geçirdiğim kazadan sonra korkunç şeyler yaşadım. Çok zor bir süreçti. Defalarca ameliyat oldum. İki çocuğumla kalakaldım. Aylarca, çocuklarımla birlikte ölmek istedim. İntihar planları yaptım. Hayata devam edemeyecek durumdaydım. Ama sonra, zamanla, ailemin de desteğiyle kendime yeni bir hayat kurdum. Bu vakıfta başkalarına yardım edebilmenin mutluluğunu yaşadım, yaşıyorum. Demek ki, her şey yürümek değilmiş, ben bunu idrak ettim. Evet, sağlıklı beden çok büyük bir nimet ama hayatta başka nimetler de var. Başıma gelenlerden sonra iki tercihim vardı: “Ya bu filmde başrol oynayacağım ya da figüran olup ezilip gideceğim...” Güçlü olmayı tercih ettim. Güçlü oldukça insanlar etrafınızda olur, zayıf olunca da kaçarlar sizden. Tabii dernek sayesinde de hayata bağlandım. Hep birilerine, bir şeylere yetişmeye çalışıyorum. Böyle yaşamayı da seviyorum. Biz derneğimizde mucizeler gerçekleştiriyoruz. Bu da beni çok mutlu ediyor. Yani felçli olmam, Allah’tan gelen bir ceza değil. Tam tersine belki de bana verilmiş bir lütuf...