Güncelleme Tarihi:
Said-i Nursi, Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Osman Yüksel Serdengeçti, Fethullah Gülen, Bülent Arınç... 1950’lerden itibaren, muhafazakâr kesimin ideolog ve siyasetçileri, Fatih Sultan Mehmet’in fetihten sonra camiye çevirdiği, 1934’te bakanlar kurulu kararıyla müze olarak hizmet veren Ayasofya’nın yeniden cami olması için yazılar yazdı, kampanyalar düzenledi... Hatta Serdengeçti örneğinde olduğu gibi bu uğurda hapse dahi girdiler. Bu sene fethin yıldönümüyle birlikte “Ayasofya cami olsun” kampanyaları hız kazandı. “Müze kalsın” diyen aydınlar da karşı cephede...
Ayasofya’nın statüsü üzerine daha önce de kalem oynatmış Zaman gazetesi yazarı ve ilahiyatçı Ali Bulaç, “Ayasofya cami olacaksa, Ruhban okulu da açılmalı” diyor.
Ayasofya tartışması sürerken Ahmet Hakan, size bir çağrı yaptı ve daha önce “Ayasofya kilise olarak yeninde açılsın” dediğinizi ve bu görüşünüzü tekrar dillendirip dillendiremeyeceğinizi sordu. Ne diyorsunuz?
Hakan’ın hafızası onu yanıltıyor olabilir. Bir televizyon programında konuşmuştuk ama “Ayasofya yeniden kilise olsun” demedim. Şöyle söyleyeyim: Ortada Fatih’in vakfiyesi var, müzeye çevrilmemesi gerekirdi. Ama madem şu an fiili durum var; o halde onun üzerinden değerlendirmek daha isabetli olur. Müze olarak kalabilir. Ama camiye dönüştürülürse bir bölümü kilise olarak da hizmet verebilir. Ben Doğu ile Batı medeniyetlerinin buluşmasına ve barışına hizmet etmesi amacıyla iki taraftaki iki ayrı sembolün bir projede değerlendirilmesini önermiştim. İspanya’daki Kurtuba Camii’nden Müslümanlar, Ayasofya’dan Hıristiyanlar istifade edebilirse bu, iki tarafa da yarar sağlar.
Peki camiye çevrilmesi Türkiye’nin dış dünyayı karşısına alması anlamına gelir mi?
Ayasofya camiye çevrilecekse, bu tek başına değil, bir paket içinde değerlendirilmeli. Bununla beraber Ruhban Okulu yeniden açılmalı; Patrik’in ekümeniklik statüsü resmen tanınmalı ve gayrimüslim vatandaşların, vakıflarla ilgili olanları dahil tüm hakları tanınmalıdır. Böyle bir hareket güçlü bir mesaj olur.
Gülen cemaati uzun süredir Ayasofya’nın camiye çevrilmesi gerektiğini savunuyordu. Şimdiki kampanyaların arkasında hükümete yakın olanlar dahil birçok farklı grup var; beri yandan hükümetle cemaatin arasının daha da açılacağı söyleniyor. Siz ne dersiniz?
İki senaryo olabilir. Birincisi kötü niyetli bir senaryo, bu tartışmalar acaba bir üst aklın siyasi stratejisi midir; yoksa bu tamamen iyi niyetli bir hamle midir? Yani Türkiye’de Hizmet Hareketi ile Erdoğan hükümeti arasında gerilimi azaltmanın bir vesilesi midir? Ben ikinci okumanın geçerli olduğuna inanıyorum. Bence bu mevcut tansiyonu azaltmak için bir adım. Ayasofya iki tarafın beraber çalışabileceği bir kampanyaya dönüşebilir. Ayasofya hükümet ile cemaat arasında bir zeytin dalı olacak.
Kim kime uzatıyor bu dalı?
İkisi de birbirine uzatıyor.
OSMANLI’DAN DERS ALALIM
Dünyanın önde gelen Bizans araştırmacılarından, Oxford Üniversitesi’nde Bizans Araştırmaları Merkezi Başkanı Peter Frankopan
Akademik camia nefesini tutmuş, sıradaki hamleyi bekliyor. Çoğumuz Ayasofya gibi yapıların siyasi savaşlarda bir ganimet gibi değerlendirilmesinden, radikallerin kendilerini ‘daha dindar’ göstermek için onu kullanmasından derin üzüntü duyuyoruz. Öyle görünüyor ki, geçmiş, günümüzde popülerlik kazanmanın bir yolu.
İstanbul’un 1453’teki fethinden bahsedenler Osmanlılar’ın diğer inanış ve insanlara muamele tarzının takdir edildiğini unutuyor. Türklerin yüzyıllara dayanan bir dışa açıklık ve tolerans kültürü var. Ama bunun yerine âlimlerin dahi bilmediği bir geçmişten bahsediliyor.
Ayasofya, insanlığın hüner ve becerilerinin bir simgesi. O, atalarımızın yani onu 1500 yıl önce inşa eden Hıristiyanlar ve 500 yıldan fazla ona göz kulak olan Müslümanların insanlığına şahittir. Bir müze olarak Ayasofya, dünyanın her tarafından ve her inanıştan insanların gelip ortak mirasın azametini takdir ettikleri bir yer. Bizans, Konstantinopol ve İstanbul’un vatandaşları şehirlerini birçok dilin konuşulduğu, fikirlerin değiş tokuş edildiği ve bu etkileşimden özgün ve zengin bir kültür türediği için sevdiler. Bu duyguyu da en iyi Ayasofya temsil ediyor. Teklif edilen değişiklik bir pencerenin kapanması anlamına gelir. Tam da ardına kadar açmak lazımken...
Bugünün karmaşık dünyasında birbirimize saygı duymayı öğrenmek için çok yol gitmemiz lazım. Bunun için de bu tür çağrılar yerine, diyalog ve saygı gerekiyor. Osmanlıların bizlere öğretebileceği en büyük ders de bu zaten.
AYASOFYA’DA NEFES ALMAK BİLE ZARARLI
Kültürel Mirası İzleme Platformu’ndan Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Uğur Tanyeli
FATİH’İ TANIMAK LAZIM
Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Engin Akarlı
'“Ayasofya cami olsun” kampanyaları günün gerçeklerini ıskalıyor. Bugünler İslamiyet’i yaşayanlar için farklı günler. Seslerini istedikleri gibi duyurabiliyorlar; kimse de öyle kolay kolay karşılarına çıkamıyor. Yani artık hayata başka türlü bakmaları lazım. Ayasofya türü semboller de buna dahil. Tarihi çok dar bir çerçeveden görür olduk. Anadolu’yu 1071’den, İstanbul’u 1453’ten başlatıyoruz. Kendi kendimizi buralara sıkıştırdık. Halbuki İslamiyet diğer bütün dinlerin iyi taraflarını hallihamur ederek yükselmiştir; bütün insanlığa hitap eder. Kendini ‘mümin’ olarak tanımlayan insanların bunu anlayacağını; Ayasofya’yı bir çatışma alanı olarak görmeyeceklerine inanıyorum. Şu anki statüsü Ayasofya’nın İslamiyet’in gerçekten ne kadar kucaklayıcı bir din olduğunun abidesi olarak değerlendirilmesine hizmet eder.
'Bizde Allah’a şükür herkes tarih biliyor da, kendi inançlarını kanıtlamak için biliyor. Fatih’e bakalım. İstanbul’u aldı; Ayasofya’da ilk Cuma’yı kıldı. Sonra ne yaptı peki? Ayasofya’nın kubbesinden etrafına bir baktı ki, şehir harap. 30 bin nüfus kalmış; kimse yok. O gün oraya bütün Müslümanları toplayıp “Al sana İstanbul” da diyebilirdi. Yapmadı. Mahvolmuş Ortodoks Kilisesi’ni komple ortadan kaldırabilirdi; kimse de itiraz edemezdi. Bunu da yapmadı. Ermenileri, Rumları şehre getirdi; kaçanları dönmeye ikna etti, kiliseyi de ihya etti. Özgüvenli bir adamdı Fatih. Biz yeniden bir Fatih istiyoruz ama orijinalini unuttuk.
'Fatih’in vakfı olduğu argümanları var. Osmanlı’da öyle kolay kolay vakıf bozulmaz. Ama Fatih’in bizzat kendisi de çok vakıf bozdu. İkinci Mahmut da öyle. İkisi de çok insanın ahını aldılar. Devletin âli menfaatleriyle gerekçelendirdiler bunları.
'Şimdiki âli menfaat, zengin tarihle bağ kurmaktır. Dünyadaki prestijmizi muhafaza etmektir. İslam’ın gerçek değerini anlamak için müze olarak koruyabiliriz. Ama oraya girdiğimizde sağımıza solumuza da iyice bakalım. Kubbeye mesela. Orada Nur Suresi’nin 35. ayetinden bir bölüm vardır. “Allah, göklerin ve yerin nurudur.” Birazcık tasavvuf bilen bu ayetin önemini kavrar. Doğu’nun Batı’nın önemi yok.
İnternette en çok dolaşan yalanlardan biri Fatih’in bedduası. Fatih’in Ayasofya vakfiyesinde ‘camiyi camilikten çıkaranlara’ lanet ettiği iddia edilse de böyle bir kayıt yok.