Güncelleme Tarihi:
Henüz 6 aylıkken göz kanseri şüphesiyle Lozan’da bir hastaneye gitmişler. Sık sık gittikleri bu hastanenin karşısında görme engelliler okulu olması biraz büyüdükçe Fransızcaya merak salan Selim’in hayatının akışını yönlendirmiş. 2001’de burslu olarak bu şehirde okumaya başlamış. Ailesi 21’inci dönem Anavatan Partisi milletvekillerinden babası Sühan Özkan gibi avukat olmasını isterken, öğretmenleri müziğe yönlendirmiş ve bambaşka kapılar açılmış. Bir duyusu eksik yaşayan Selim’in dünyasında müzik ve dilin yeri çok büyük. İsterseniz kendisine kulak kabartalım.
Görmekle ilgili bir sıkıntım yok. “Görmesem bile ne olur” diyorum hatta. Çünkü küçükken bu teşhis konulmuş işte. 2001’den beri İsviçre’de eğitim görüyorum. Lisans bitti master yapıyorum. Hedef, tenor olmak.
Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve İngilizceyi iyi derecede konuşabiliyorum. Portekizceyi ise anlıyor ama konuşamıyorum. İspanyolca öğrenmemde Placido Domingo ve Julio Iglesias’ın şarkıları, Portekizcede ise Amalia Rodrigues’in söylediği fadoların etkisi var.
Bir şehirde görmesem bile neyin güzel neyin çirkin olduğunu anlayabiliyorum. Kuzey ülkelerinin şehirlerinden çok hoşlanmıyorum çünkü aradığım şey insan sempatisi. Cana yakın insanların olduğu şehirleri seviyorum. Kuzeyde iletişim eksik. Akdeniz ülkelerinde insanlar direkt şekilde sorular sorup ilgileniyor. Bir de mesela İtalya’nın havası güzel kokar bence. Daha güzel bir doğası vardır. Ona benzer kokuları buralarda da alıyorum.
Günbatımını izlemeyi çok seviyorum. Güneş batarken etrafta oluşan değişikliği tenimde hissedebiliyorum.
Motosikletin hastasıyımdır. Hele hele hızlı giderse bayılırım. Çok ufakken derin denizlere girdiğim de oldu ama artık korkuyorum. Denizin sağı solu belli olmuyor!
Çok CD ve plak alıyorum. Eskiden ne bulursam alıyordum, şimdi klasiğe odaklandım. Bir parçanın farklı yorumlarını dinlemeye bayılıyorum! Örneğin İsrail asıllı piyanist, orkestra şefi Daniel Barenboim ile Arjantinli Martha Argerich arasındaki farkı şöyle söyleyeyim: Martha hızlı çalan, Barenboim ise ritimleri değiştirerek parçayı daha duygulu, romantik hale getiren piyanistlerden. Bir de yeni yeni Avusturyalı Rudolf Buchbinder’i dinliyorum. O da yani aşağı yukarı Barenboim gibi.
En sevdiğim dönemler Barok, Klasisizm ve Romantizm. Adı üstünde romantik! Kalbimin tam içine kadar bir pencere açar bende. Chopin, Schumann, Schubert, Bach, Haydn, Beethoven en sevdiğim besteciler arasında ama Mozart bambaşka. Onun müziğinin içindeki duygular hiç öyle anlatılacak gibi değil. Anlatacak kelimem yok.
Hint Zubin Mehta en sevdiğim orkestra şefidir. Onun Viyana Filarmoni Orkestrası’nın şefi olduğu bir yeni yıl konseri vardır, hakikaten dehşet bir şey!
DVD izlerken, görmüyorum ama kendimi konsere gitmiş gibi hissediyorum. Film meraklısı sayılmam ama babamla bazen komedileri seyrediyoruz gülmek için.
Opera, konser gibi müthiş aktiviteleri hep takip ediyorum. Yapabilirsem konser sonrası sanatçıyla tanışmaya gidiyorum. Charles Aznavour ile bu şekilde tanışmıştım. Bana, “Ben böyle Türk gençlerini görmek istiyorum, siyasetçileri değil” demişti.
Daha önce tanıştığım Sezen Aksu, 6 Nisan 2007’de Bostancı Gösteri Merkezi’nde konser verirken “Burada benim bir arkadaşım olacak” diye beni sahneye davet etti. “Şarkı söylemek ister misin” dedi, ben de “Bayılırım” dedim. ‘Ne me quitte pas’yı söylememi istedi, üç kere söyledim. Unutamam onu.
Edith Piaf’ın, ‘La Foule’ parçasından korkardım çocukken. Bir karışık kasette vardı, o şarkı gelecek diye o kasedi dinlemek istemezdim. Şarkıyı dinlerken, ya yürürken önüme merdiven gelecek görmeyip hızla pat diye aşağıya düşeceğim ya duvara uzanıyorum zannederken bir yere denk geleceğim ve elektrik çarpacak ya da birisinden kötü bir şey işiteceğim gibi hisse kapılırdım. Artık geçti ama dinleyebiliyorum.
BENİ EN ÇOK ETKİLEYEN 5 ESER