Güncelleme Tarihi:
Sizi buharlaştırmaya yemin etmiş bir temmuz öğleninin sıcağında, İstanbul’un kaosundan kurtulmak iki saate bakıyor. Bu hedefe ulaşmak için, Karadeniz’in kucağındaki Riva sırtlarına çıkacaksınız. Orada İstanbul farklı... İstanbul, sanki oracıkta derin derin uyuyup, huzurlu bir rüya görüyor. Foto muhabiri Levent Kulu’yla birlikte, İstanbul’u öğle uykusundan uyandırmadan, milyonlarca nüfusa rağmen gayet bakir görünen koyları, sakin köyleri aşarak kuzey ormanlarına giriyoruz. Ormanda ilerledikçe, ağaçlar sıklaşıyor, patikalar kayboluyor, neredeyse önümüzü göremiyoruz. Gerçek bir Karadeniz ormanı... Aman vermiyor.
Biz kan ter içinde ilerlerken tek bir arı, sakin, telaşsız başımızın üzerinden geçiveriyor. Sonra bir tane daha... Çoğalıyorlar... Uçup uçup vardıkları ufacık açıklığa çıkıyoruz biz de. Kovanları orada... Yan yana dizili sekiz-on sandık. Birkaç arının uçtuğu farklı yönü takip edip kafamızı kaldırıyoruz. İşte Karadeniz’e özgü efsane karakovanlar... Ağaçlara asılı, karanlık yuvalar... Sessiz ve sabırla, arılarını bekliyorlar.
Riva’nın arıları kovanlarına hızla doluyor. Avrupa’daysa benzer kovanlar günlerdir, haftalardır hatta yıllardır tam da bu şekilde bekleyip duruyor. Gelen giden yok. Arılar kayıp. Hatırlarsınız, bundan tam sekiz yıl evvel Avrupa ve Kuzey Amerika’da binlerce kovan arı, sessiz sedasız, birdenbire ortadan kaybolmuştu. Bazı Avrupa ülkelerindeki arı nüfusunun yarıdan çoğu yitip gitti. Bilim, nereye gittiklerini, neden kaybolduklarını kesin olarak açıklayamadı. Arkada kesin olmasa da Albert Einstein’a atfedilen “Arılar yok olursa, dört yıl içinde medeniyet de yok olur” sözü kaldı. Sonra diğer birçok yaşamsal mesele gibi, kayıp arıları da unuttuk.
Döndüler mi peki? Avrupa Birliği’nin henüz tamamladığı bir çalışmaya göre, maalesef hayır, arı nüfusu ciddi biçimde düşmeye devam ediyor. 2012 ve 2013’te özellikle Fransa (yüzde 13.6), İngiltere (yüzde 9.7) ve İspanya’da (yüzde 6.8) arı varlığı dönüşsüz şekilde azaldı. Diğer Avrupa ülkelerinin arıları da benzer bir kaderi paylaşıyor. Üstelik, ortada yine bu araştırmayla ortaya çıkan epey korkunç bir rakam daha var: Arıların yarısı son elli yılda bir daha dönmemek üzere yitip gitmiş. Türkiye bu araştırmaya dahil değil ama AB’nin arı haritası kayboluş fenomeninin kapımıza kadar geldiğini gösteriyor. Herhalde kapıda durmuş olamaz; biz de mevzuyu anlamak için doğrudan kovanlarına giriyoruz.
KAFKAS ARISININ PEŞİNDE
Atadan dededen arıcı Bahattin Sarı, bu alandaki rehberimiz. Ormanın içinde ulaştığımız kovanların sahibi de o. Bu işle, esas Artvin’de, Gürcistan sınırındaki dillere destan Macahel Yaylası’ndaki köyünde uğraşıyor. İstanbul’da kovan kurmasının nedeni arılardan kopamaması...
“Sizinkiler de kayboldu mu?” diye soruyorum. “Bu sene sıkıntı yok” diye yanıtlıyor. “Ama geçen yıllarda çok kayıp verdik; yüzde 40’lara kadar kayıp yaşandı. Bir senede bir kovanın yüzde 10’una kadar kaybolması normal karşılanabilir. Fazlası gidiyorsa anormal. Artık hep tetikteyiz.”
O bunları anlatırken kovanların arasında dolaşıyoruz. Üzerimizde, arıcıların giydiği o uzun, beyaz, başlığı kafesli kıyafetler. (Sarı, giymeyi çok tercih etmediğini söyledi; o, arılarıyla arasına bir engel koymamayı seviyor ama kibarlığından, arıların başında beni ‘tek korkak’ olarak bırakmamak için yine de giydi.) Bir astronot kıyafetine benziyor bu giysiler. Uzay yürüyüşüne çıkmış gibi ağır çekimde, usul usul dalıyoruz kovanlara...
Tek ve asla ihmal edilmemesi gereken bir kuralı var işin: Arıları ürkütme! Senden huylanırlarsa etrafına üşüşüp oraya gittiğine pişman edebilirler. Bahattin Sarı, kovanları açarken, ben bir körükten ufak ufak duman veriyorum ki arıların dikkati dağılsın. Çerçeveleri tek tek dışarı çıkarıyoruz. Dünyanın en özenli, en çalışkan, en üretken canlılarını, arıları iş başında seyrediyoruz. İşçi arılar peteği dolduruyor sabırla... Kraliçe arının attığı yumurtaları koruyanlar etrafta dolanıyor. ‘Tarlacı’ arılar işten dönüyor, işe çıkıyor. Yeni doğmuş, genç arıların henüz çiçeklere yol alması yasak, onlar ayak işlerine bakıyor. Petek gözlerini temizliyor, nöbetçilik yapıyorlar. İnsan aklının dışında, tıkır tıkır işleyen müthiş bir düzen...
Ve tabii bir de kraliçe arı var. Kraliçe, adına yakışır bir edayla, vakarla dolanıyor diğerlerinin arasında. Biz bir Kafkas kraliçesi arıyoruz. Türkiye’de yaşayan beş arı ırkı arasında (Kafkas, Anadolu, Muğla, İran, Suriye arıları) sadece Kafkas arılarının saf olduğu biliniyor. Onlar hastalıklara daha dayanıklı, daha çok bal yapıyor, yitip gitmeleri daha zor. Dolayısıyla tüm dünyanın gözdesi onlar. Arıcılık kongrelerinde, dünyanın geleceği için saf arıların korunmaya alınması gerektiği anlatılıyor. Sarı, Amerikalı bilim insanlarının Türkiye’ye başvurup erkek Kafkas arıları istediğini anlatıyor. Spermlerinin laboratuvar ortamında 40-50 sene saklanıp, gelecekteki bir arı felaketi olasılığında devreye sokulması planlanıyor. Ama devlet, bu arıların ülkeden çıkışına izin vermiyor. Arılar, dünyada siyasi bir mücadele alanı.
Kendi içlerinde de epey siyaset dönüyor. Kraliçe arıyı, işçi arılar seçiyor; beğenmediğini tahtından ediyor. Yaşlanan kraliçe arı veliaht bırakıyor; sağlıklı bir yeni kraliçe doğunca ‘kendine sadık’ arıları da alıp yeni bir kovan arıyor. ‘Sürgündeki’ bu yeni kovana ‘oğul’ deniyor. Arılar dünyasında hayat mücadeleyle, taktikle, siyasetle ama en çok da çalışmakla geçiyor. Bahattin Sarı, “Arıcılıkla uğraşan herkes hayat hakkında bir şeyler bilir” diyor.
Kovanı seyretmek böyle bir şey... Herkese öneremem elbette ama gün içinde 400-500 defa kovanından çıkıp, kilometrelerce uçan arıları yuvalarında seyretmenin büyülü bir havası var. Ormanın içinde, dağın başında, deniz kenarında, arılar bir büyük hikâye anlatıyor. Esrarlı kayboluşları yüzünden her an son cümlesini okuyabileceğimiz bir hikâye. O, bizim de son cümlemiz olabilir.
NEDEN KAYBOLUYORLAR? NE OLACAK?
2006’daki muazzam kayboluşun nedeni halen açıklanamadı ama arılar en çok tarım ilaçlarına duyarlı. Türkiye Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği Başkanı Bahri Yılmaz, artık kimsenin kullanmadığı tarım ilaçlarının ülkemizde halen var olduğunu, bunun da arıları öldürdüğünü anlatıyor. Buna rağmen arı varlığının kararlı bir şekilde sürmesinin nedeniyse, Yılmaz’a göre, ülkedeki arı çeşitliliği. Bir de birçok iklim kuşağının Türkiye’de buluşması. Yılmaz, Türkiye’nin Çin’den sonra dünyanın ikinci büyük bal üreticisi olduğunu söylüyor (57 bin kayıtlı arıcı, 6 milyon aktif kovan, yılda 94 bin ton bal; dünya arılarının gen kaynağının yüzde 22’si de Türkiye’den). Tüm bunlara rağmen özellikle Çukurova’da arı nüfusu hızla düşüyor. Arılar, çiçekler arasında polenleri taşıyarak dünyadaki canlı çeşitliliğine önemli katkı sunuyor. Ortadan kalkarlarsa bu çeşitlilik de sekteye uğrayacak ve insanlığı tehdit eder boyuta gelecek.
PERFORMANS
Günde 400-500 sefer yapan arılar var. Daha çok çalıştıkça ömürleri kısalıyor. Ortalama ömürleri 5-6 ay.
SKOR
Bir arı bir seferde 100 çiçekten bal alabilir. Bu görevinden önce kovanda ayak işlerine bakar.
YÜK
Vücut ağırlığının 1/4’ü kadar polen taşıyabilir.
HIZ
Bir bal arısının hızı saatte 25 km’ye kadar ulaşabiliyor.
MENZİL
Bir arının menzili 10 km’ye kadar çıkabiliyor (Ortalaması 4-5 km.)