Güncelleme Tarihi:
Eyüboğlu Ailesi’yle tanışmanız bir mektup arkadaşlığıyla başlıyor.
Ben Kanadalıyım. 14 yaşımdayken bir Fransız mecmuasına pul koleksiyonculuğu yapan mektup arkadaşı aradığıma dair bir ilân koydum. Birkaç hafta içinde 35 ülkeden, 700 mektup geldi. Aralarında Türkiye yoktu.
Aaa niye?
Bilmez misin, Türkler her şeye geç kalır... 5 ay sonra Türkiye’den tek mektup geldi: Mehmet Bey’den (Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun oğlu; ileride evleneceği kişi). Ve stili, her şeyi çok ilginçti hakikaten. Böyle başladı. Birkaç sene devam etti. Üniversiteye başlayınca vaktim bu kadar bol değildi, bıraktım yazmayı. Mehmet Bey anneme yazdı bu sefer. “Hughette’e ne oldu, niye bana yazmıyor?” diye. Ve yeniden başladık.
O sırada sadece pul koleksiyonu mu konuşuyorsunuz yoksa pul, mektup arkadaşlığı derken ufak ufak da ‘yazıyor’ mu size?
Ufak tefek değişiklikler başlamıştı ama bir gün... Mektuplardan birinin içinden bir alyans çıktı.
E süper hareketmiş! Aile ne tepki verdi ‘Ortadoğu’dan gelen bu alyansa?
Kız kardeşim ailede herkese anlattı tabii... “Hughette’in mektubundan yüzük çıktı” diye. Kanada’da küçücük bir şehirde bir Türk’le mektuplaşıp Türkiye’ye gitmek isteyen bir kız için herkes “Deli mi ne?” diye düşünüyordu. Sonunda babam da duydu. Ve böylece iş ciddileşti.
Mehmet Bey’inkiler, Bedri-Eren Eyüboğlu?
O sırada bütün aile Avrupa seyahatinde. Mehmet de “Kanada’ya gideceğim” diye tutturunca, babası yolladı. Bir Noel günü geldi, ilk kez yüz yüze tanıştık. Birkaç ay sonra çoktan evlenmiştik. Türkiye’ye geldim. Bu, o zamanlar birçok tabuyu kırmak demekti.
Sizle evlendikten sonra Mehmet Bey askere gidiyor. Subay olarak Erzurum’da yapıyor askerliğini ama subaylara yabancılarla evlenmek yasak olduğundan o sırada iki seneliğine boşanıyorsunuz. Türkiye’de asker mektupları da okunur askeriyede. Nasıl aşıyordunuz o zorluğu?
Fransızca ve İngilizce yazarak! Zaten Erzurum’daki NATO üssüne tercüman olarak gitmişti. Ben gidip görmek istedim ama istemedi. “Trene binersin, konuşursun herkesle, birisi kaçırır seni, seni Anadolu’da arayamam” derdi. O zaman öğrenmemiştim Türk kadınları gibi toplum içinde surat asmayı. Kadınlar burada yürürken veya seyahat ederken çok dikkat ediyorlar. Çünkü hemen başına iş açılır. Onu öğrendik günün birinde ama zaman aldı.
İSTANBUL'U İLK ARADIĞIMDA BAĞLANTI KURMAM ÜÇ GÜN SÜRDÜ
Nazım Hikmet ve Bedri Rahmi Eyüboğlu
Sadece sizin değil, kayınpederiniz Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun da mektupla dolu bir hayatı olmuş. Hatta ilk şiir kitabının ismi bile ‘Yaradan’a Mektuplar’...
Evet mektup aile tarihinde mihenktaşları gibi.
Bu kadar mektuplaşmasında, uzun süreler yurtdışında kalmasının, Türkiye’de olduğunda da sürekli Anadolu seyahatlerine çıkmasının etkisi büyük herhalde...
Sabahattin Bey’le (babası), Eren Hanım’la mektuplaşmalarına bakıyorum da mektup yazmak için uzak olmaları hiç gerekmiyormuş. Bazen aynı şehirdeyken de mektuplar yazmışlar birbirlerine. Samimi duygularını anlatmak için. O zaman telefon yok... Ben Türkiye’yi ilk aradığımda üç gün sürdü İstanbul’la bağlantı kurmam. Türkiye’ye geldikten sonra da 10 sene telefon yoktu evlerde.
Mektup yazmanın başka bir sihri mi var yani?
Mektup bir disiplin. Duygularımızı, düşüncelerimizi anlatmak için o mektupları süslerdik; çiçekler, desenler koyardık.
Bugün bizim kullandığımız emojiler gibi mi?
Tabii. Bunların hepsi, kendini karşı tarafa ifade etmenin bir parçasıydı. Kağıtlar seçerdik. Sonra mürekkepler! Yeşil, kırmızı mürekkepler... Anlatamam size, nasıl özen gösterilirdi o mektuplara. Mektup beklemek, postaneye gidip sormak, eve gelip yeni bir şey var mı diye masanın üzerine bakmak... O heyecan, çok güzel bir şeydi.
MEKTUPLARDA AŞK VE CİNSELLİK, 'TREN' KELİMESİNİN ARDINDA GİZLİ
Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesinde çalışırken
Bedri Rahmi’nin mektuplaşmaları Fransa’da eğitime giden abisiyle başlıyor.
Evet ilk mektupları abisiyle.
Mektuplarından birinde, sonradan ilk müzesinin yapılacağı İskilip hakkında şöyle yazıyor: “Ağabey, dün İskilip’ten kaçtım ama nasıl, çok sevdiğim bir kadından kaçar gibi...” Mektuplarda aşk ne kadar yer alıyor?
Eren Hanım’la mektupları meslek ve mesleğe sevgi ve saygı üzerinde. Aradaki aşk çok arka planda. Birtakım özel kelimelerin arkasında saklanıyordu. Cinsellik konusunda pek konuşmazlardı, mektuplarda da pek geçmez. Eren Hanım’la mektuplarından dört cilt yaptık. Bu ‘tren’ kelimesinden başka cinsellik çağrıştıran bir şey yok.
Tren?
Onların arasından ‘tren’ geçiyor. Onu keşfettik en sonunda.
‘Tren’in o tür bir manası var yani...
Evet aralarında öyle bir manası var.
İSİMLERİ HATIRLAMADIĞI İÇİN HERKESE 'REİS' DİYOR
Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Eren Eyüboğlu, ilk yıllarında
Peki Eren Hanım’la evliyken âşık olduğu Mari Gerekmezyan? Hani şu meşhur ‘Karadut’ şiirini yazdığı... Onunla var mı?
Daha çok Karadut’un yani Mari’nin bıraktığı notlar var. Bedri Bey şiirlerde her şeyi yazıyordu. Bu tür aşklarda çok kapalı değildi. Karısıyla daha dikkatli. Fakat Karadut’a o kadar tutkun ki orada açıkça ifade ediyor.
Karadut ölmüş. Bir gece Büyük Kulüp’te yüksek sesle o şiiri okuyor ve gözlerinden yaş süzülüyor.
Bunu gören Eren Hanım üç sene geçmesine rağmen Karadut’a aşkının bitmediğini anlıyor ve Paris’e yerleşiyor...
Oradan “Canuşkam” diye başlayan bir mektubu var. Birbirlerine yazarlarken hep böyle hitaplar kullanırlar mıymış?
Bu çok enteresan. Bizim ailede hepimizin böyle küçük adları var. Mesela Eren Hanım’ın adı Buciş, Bucişkam... Mehmet bana ‘Cübi’ diyordu. Ben de ona ‘Memiş’. Sonra fark ettim ki torunlar da haberimiz olmadan birbirlerine ‘Dubi’ ismini takmışlar. Allah Allah, herhalde genetik bir şey.
Peki aile dışından olan insanlara hitaplarda dikkat çeken bir şey var mı?
‘Reis’ ve ‘Koca Reis’... İlhan Koman mesela, Koca Reis. Niçin ‘reis’? Çünkü Bedri Bey, çok ahbabı olmasına rağmen isim hatırlamıyor. E insanlar alınıyor. Bu ‘reis’ kelimesini icat etti. “Ooo reisler hoş geldiniz!” ya da “Ooo reis nasılsın?” diyor. Aşağı yukarı herkese ‘reis’ diyor. Oğlu Mehmet Bey de bunu kullandı.
Seçkileri yaparken otosansür yaptınız mı?
Zannediyorum ki ona hakkım vardı. Çünkü her ailede birtakım özel mevzular vardır. Mesela onun çocukluk arkadaşı, Rüknettin Resuloğlu. Ona ‘Rüknü’ derdi. Onunla çok mektupları var fakat yayımlamak uygun değildi. 1961 Anayasası’nı yazan Bahri Savcı’nın bir bavul dolusu mektubu var. Çok yakınlardı, çok güzel mektuplar ama ortam ona hazır değil.
Peki hiç yazılmış ama gönderilmemiş yahut gelmiş ama açılmamış mektup var mı?
Bizim gibi merak eden çok olduğu için hiç öyle açılmamış mektup falan bulamadım.
NARMANLI HAN'DAKİ ATÖLYEYİ GARSONİYER OLARAK KULLANDI
Bedri Rahmi’nin Beyoğlu’ndaki Narmanlı Han’da uzun yıllar atölyesi oluyor. Şimdi restorasyonu tartışılan bina. Hanın sahibi burayı sanatçılara çok ucuza kiralarmış.
Çok meşhur bir han bu. Ahmet Hamdi Tanpınar vardı ondan önce mesela.
Neden orada ucuza atölye tutuyor? Zengin değil miydi Eyüboğlu Ailesi?
E resim sergilemek istiyorsunuz, evde imkânsız. Talebelerle de orada çalışıyordu. Ve anladığım kadarıyla orası, ufak tefek çapta garsoniyer görevi de gördü.
Bildiğiniz, “Galiba şunla, galiba bunla” diyebileceğiniz isimler var mı atölyeye girip çıkan?
Ailede bir tek o değil ki, birkaç amca da var. Yani kimse söylemez, açıklamaz bunları ama size bu kadarını çıtlatıyorum. (Gülüyor)
BEDRİ RAHMİ ZENGİN DEĞİLDİ,
KAZANIRDI AMA KAZANDIĞINI HARCARDI
Peki biz yine para meselesine dönelim. Bedri Rahmi zengin değil miydi?
Tabii ki değildi.
Ama bugün 2 milyon liralara tablolar satılabiliyor. Ayrıca fuar pavyonundan tutun, bina yüzeyi tasarlamaya bir sürü iş yapmış...
Kazandı, kazandı ama harcadı. O evi yapmak için bütün kazandıklarını yatırdı. Araba aldı mesela. 60’larda Türkiye’de araba almak esaslı bir işti.
BU İKİ ŞAİR DOSTTU, SONRA ARALARINDA POLEMİK OLDU
Sergideki mektuplardan sizi en çok etkileyen hangisi?
Mektupların türleri var. Ahmet Hamdi Tanpınar ve Elif Naci’yle D grubu (dönemin resim akımı) üzerine yazdıkları mektuplar önemli. Çünkü bu önemli eleştirmenlerin yazdıkları daha önce hiç yayımlanmamıştı. Ondan başka Necip Fazıl’ın bir kağıt üzerinde bir notu var. Ona bayıldım. Bu iki şair bir zamanlar dosttu. Sonra aralarında bir polemik oldu. Fakat buna rağmen Necip Fazıl bir talebe için bir şey rica ediyor ve Bedri Rahmi’ye yazıyor. Çok hoş! O zaman insanların arasında saygı ve dostluğun ne kadar derinlerde olduğunu ortaya koyuyor. Bir başka hissiyat.
Böyle başka neler var?
Bedri Bey’in Yukule-le’ye mektuplarını biliyor musunuz? Güya Çinli bir talebe. Güya Paris’te tanışmışlar. Güya onunla sanat hakkında mektuplaşıyor. Bu durum böylece epey sürdü. Biz ona kaç kere sormuştuk bunu. “Öyle bir kişi var” derdi, fotoğrafını bile gösterirdi. Günün birinde Abidin Dino’ya bir mektup yazdı. Abidin Dino o zaman Çankırı’da sürgünde. Ona söylüyor, “Yukule-le var ya” diyor; “İşte onu ben yarattım.”
En sevdiğiniz şiiri hangisidir? ‘Karadut’ mu?
Değil. ‘Karadut’ çok seviliyor ama en iyi şiiri değil bence. Ezbere söyleyemiyorum ama ‘Çakıl’ tam bir aşk şiiri.
‘Çakıl’ da ‘Karadut’ gibi Mari Gerekmezyan için mi yazıldı?
Valla onu bilemiyorum, kimin için yazıldığını Allah bilir...
En sevdiğiniz tablosu?
Bedri Bey’in Suadiye’de bir dönemi var: 1945-46. Orada bir yazlık ev tutuyorlar; o dönemdeki resimleri renk cümbüşü ve son derece hoş geliyor göze. O dönem yaptıklarını çok seviyorum. Ve anladığım kadarıyla müthiş bir yaz olmuş. Eren Hanım, parti vermeyi çok severdi. Yalılardan deniz kenarına piyanolar getiriliyor. Müthiş yemekler, türküler...
Resimdeki dönemleri böyle yaşanılan yere falan göre değişiyor mu?
Her dönemde çalıştığı bir konu var. Ben ilk geldiğimde hiçbir şey anlamıyordum tabii. Ama akademi gibi bir yerden bahsediyoruz, sürekli resimden bahsedilen, resim tartışılan. Zamanla size de geçiyor, anlamaya başlıyorsunuz. Zaten anlamasam kötü olurdu herhalde. Kendisi ressam, eşi ressam, “Bizim oğlan bu gelini nereden buldu?” Allah’tan çok sevdim ve evde iki ressam olunca büyük bilgi edinebildim. En azından rezil olmadım.
Bugün Bedri Rahmi tabloları kimlerin evinde asılı, bildikleriniz var mı?
Şaşarsınız. Olmayacak evlere gidiyorsunuz, pat duvarda Bedri Rahmi. Çok resim sattılar, çok da hediye ettiler. Biz de hayret ediyoruz. Biz de hep söylüyoruz, “Arşiv için resmini çekin bize gönderin” diye. Her yerden geliyor. Tabii eskiden o kadar pahalı değildi. Dolayısıyla insanlar daha kolay edinebiliyordu. Ve gerçekten çok yarattılar.
O EV ALİ BABA'NIN MAĞARASI GİBİ,
İSTEDİĞİNİ YUTUYOR, İSTEDİĞİNİ GERİ VERİYOR
Yaşadığınız ev, Eyüboğlu Ailesi’nin evi. Türk edebiyatı ve sanatı açısından bir sürprizler kutusu gibi. Sadece mektuplar değil. Mesela Nâzım Hikmet‘in şiirlerini okuduğu ses kaydını da siz yine o evde bulup, ortaya çıkardınız yıllar sonra.
O ev hakikaten değişik bir ev. Muazzam pencereleri var, hiç kapı yok. İnsan önce “Ben burada yaşasam, etrafı biraz toparlardım” diye düşünüyor.
Şu anda tam bir Türk gelini konuşuyor...
Olabilir ama toparlanamıyor işte. Her yerinde yüzlerce, binlerce obje var. Her ülkeden, her sanat dalından. Gözünüzü nereye çevirseniz orada değişik bir şey görüyorsunuz. Bakır, seramik, ne ararsanız. Akademi gibi bir yer, bir tapınak. Sanki yaşayan, ruhu olan bir yer.
Nasıl yani?
Mesela siz geldiniz diyelim. Kenarda iki resim gördünüz. İki gün sonra geldiğinizde o resimleri görmek istiyorsunuz, yok! Kalkmış. Ama n’olmuş, nereye gitmiş kimse bilemiyor. Allah Allah, satıldı mı? Yoo. Hediye mi verildi, biri mi kaldırdı? Hayır... Başka bir şey gelmiş onun yerine. O ev sanki sihirli, istediğini yutuyor, saklıyor.
Ve istediği zaman geri veriyor...
Evet! Aynen söylediğiniz gibi. Tabii bu çok şaşırtıcı bir şey ama yüzlerce kere bunu yaşadık. Ali Baba’nın mağarası gibi. Biraz öyle.
74 YAŞINA GELDİM, ANLADIM Kİ AŞK ASİ BİR KUŞ
Bedri Bey herkes gibi çalışmıyordu. Yere çömeliyordu ve yerde çalışıyordu. Ben çömelsem, 5 dakika sonra ölüyorum. O 4 saat öylece çalışırdı. 15 tane karton koyuyor, hepsinde ayrı bir şey yapıyordu. Ondan sonra seçiyordu. Zaman zaman bize de soruyordu “Hangisini sevdiniz?” diye. Herhalde bizi tartmak için yapıyordu.
Eren Hanım başka türlü, direkt tuvale çalışıyordu. Bedri Bey, eşi Eren Hanım’ın ressamlığını biraz kıskanıyordu. “Eren anadan doğma ressam, ben sonradan olma” derdi. Karısına karşı çok büyük saygısı vardı. Onu belki biraz aldattı ama ressam olarak hiç toz kondurmadı. Aşk böyle bir şey işte. Seviştiler ama başka bir şekilde, işlerinde. O da bir üslup. 74 yaşına geldim, anladım ki bu aşk Carmen’de denildiği gibi ‘asi bir kuş’...
TARİHİ BİLİNMİYOR
Necip Fazıl’ın Bedri Rahmi’den bu notun hamili gencin, akademideki işine yardımcı olmasını dilediği yazıyı ne zaman yazdığı belli değil. (Üstte solda) Üstteki resimse Bedri Rahmi’nin yıllarca var olduğunu iddia ettiği ama aslında kendi yarattığı Çinli hayali arkadaşına ait.