Güncelleme Tarihi:
Tuz Gölü’nün etrafında dolanıyorum... İsviçre’den yola çıkıp buralara ulaşan bir gezgine denk geldim. Tam yedi bin kilometre yol yapmış. Hedefi Kapadokya... Nedenini sordum. “Büyüleyici bir güzelliği var” dedi. Haklı.
Geçen hafta sonu Kapadokya’yı gerçekten de büyüleyici kılan tecrübelerden birini yaşadım. Yıllardır istediğim bir şeyi yaptım. ‘Yılkı atlarını’ görmeye gittim. Üstelik hayatımda ilk kez bir at üstünde dörtnala giderek onların yanından geçtim. Yeleleri havalanan atların Erciyes’in eteklerinde tozu dumana katması, daha bir gün önce doğan bir tayın annesinin himayesinde sürüye ayak uydurmaya çalışması, en ufak bir tedirginlik sezdiğinde sürünün tek bir at gibi hareket etmesi... İnanılmazdı. Ancak daha sonra araştırdığımda, bu büyüleyici anların ötesinde, bilinmeye muhtaç konular olduğunu da anladım.
‘Yılkı’, gece gündüz doğada bulunmak anlamına geliyor. Yılkı atları, özellikle köylüler tarafından kullanıldıktan sonra, kimi zaman maddi nedenlerle bakılamayan, kimi zamanda iş göremezlikten dolayı doğaya salınan hayvanlar. Bir süre sonra bu atlar doğaya tam olarak uyum sağlamaya, vahşileşmeye başlıyor. Bir anlamda özgürleşiyorlar.
Aslında Türkiye’nin çok yerinde bu yılkı atlarından var. Manisa Spil Dağı, Afyon Sorgun, Karaman, Sinop, Sivas... Ancak en yaygın olduğu yerlerin başında Kapadokya geliyor. Burada turistlik amaçlı bazı girişimler de mevcut. Özellikle buradaki turistik çiftliklerden biri Türkiye’de at sayısı bakımından önemli bir noktada. Kayseri Hacılar’a bağlı Hürmetçi Köyü’ndeki Ali Dayı’nın (Ali Kemer) çiftliği... Burada yaklaşık 400 at bulunuyor.
BU İŞ SÜRDÜRÜLEBİLİR Mİ?
‘Ali Dayı’, bu işi çok sevdiğini ve 30 yıldır sürdürdüğünü ancak ‘hak ettikleri desteği’ alamadıklarını anlatıyor: “Biz atları çoğaltmaya çalışıyoruz. Ama doğada tam tersi... Hayvanların sayısı azalıyor. Çünkü sanayi buralara kadar geldi. Doğada yaşam alanı bulamıyor atlar. Biz bakmaya çalışıyoruz. Ancak sevgi bir yere kadar. Desteğe ihtiyacımız var. Su içecek yeri bile yok bu atların. Elimizle su içiriyoruz. Buradaki dereye fabrikalar atık bırakıyor. Devletten destek bekliyoruz.”
Bu işi korumak, yaşamak, ulaşılabilir hale getirmek, ‘sürdürülebilir’ turizmin bir parçası haline getirmek mümkün olacak mı? Ben bu atların yanından ayrılırken tarifsiz bir mutluluk içindeydim, başkalarının da bu mutluluğu tatmasını isterim.
KAVGALAR BİTMİYOR
Doğaya bırakılan atlar zaman içinde agresif ve kavgacı bir kimliğe bürünüyor; birbirlerini sık sık ısırıp çifteliyorlar.
HEPSİ YABANİ DEĞİL
WWF-Türkiye Yaban Hayatı Danışmanı Ahmet Emre Kütükçü yılkı atlarının yaşadığı güçlükleri anlatıyor:
Yılkı atları yaban hayvanı değil. Sadece bir türü var, onun dışındaki tüm atlar yabani statüsüne girmiyor. Çoğu yerde bu atlara araçlar çarpıyor. Kuşadası Dilek Yarımadası’nda geyik yerleştirdikleri için oradaki atların çoğu öldürüldü. Kurtlar da bu atların doğal düşmanı. Arazide çoğalıp büyüse de belli bir yaşam alanına ihtiyaç duyuyorlar. Sayıları azalıyor. Kış şartlarına karşı doğada birkaç nesil direnen hayvanlar araziye uyum sağlıyor. Vücut aktivitelerini düşürüp kışı atlatabiliyorlar. Ancak çoğu da kış şartlarının üstesinden gelemiyor. Sert geçen kış dönemleri yılkı atlarının ölümüne neden oluyor.
SÜRÜDE YAŞAM
Bir günlük taylar bile annelerinin yanından ayrılmadan sürüye ayak uyduruyor.
HERKES FOTOĞRAF ÇEKMEK İSTİYOR
Fotoğraf turları rehberi Faruk Akbaş, 1980’lerden bu yana yılkı atlarının fotoğraflarını çektiğini belirterek, özellikle bu konunun turizme kazandırılması gerektiğini anlattı: “Eskiden kimse bulamıyorduk fotoğraf çeken ancak şu anda çok fazla talep var. Türkiye bu konuda çok şanslı. Avrupa’da bu kadar yaygın değil. Fransa’da Roman ailelerin işlettiği bu tür yerler var. Bizim gibi bir de Asya ülkeleri var. Türkiye’de bu kadar organize başka yer yok. Dağlarda küçük sürüler görebilirsiniz ancak yanına gidemediğiniz için buradaki gibi güzel fotoğraflar çekemeyebilirsiniz. Kışın bu atlar karların üzerinde koşuyor, kimi zaman su birikintisinden koşuyor... Biraz daha özenilse turizmin önemli bir parçası haline gelebilir.”
TEHLİKE ANINDA BİR ARAYA GELİYORLAR
◊ Çok dayanıklılar, gerekirse bir gün boyunca su içmeden durabiliyorlar.
◊ Renkleri de çok özel: Yağız, al, kır, doru, kula, boz, ahreç...
◊ Yılkı atları zamanla insanlardan kaçıyor, evcilleşmesi güçleşiyor ve özgürlüğü seçiyor.
◊ Tehlike anında bir araya gelip, beraber hareket ediyorlar.
◊ Anadolu’da özellikle 1920’lerden sonra ordunun atlara ihtiyacının azalmasıyla birlikte kaderlerine terk edildiler.
KAPADOKYA’DA 10 BİN AT
Bölgede nalbantlık yapan Soner Demir de yılkı atları konusunda oldukça deneyimli. Kayseri Rahvan Atları Derneği’nin de üyesi olan Demir’in verdiği bilgilere göre, Kapadokya bölgesinde 10 bin dolayında yılkı atı olduğu tahmin ediliyor. Daha önce sayı çok daha fazlaymış. Sanayileşme, kentleşme nedeniyle atların yaşam alanları her geçen gün daralıyor. Zorlu kış şartları da atların yok olmasına yol açıyor. Demir, “At sırtında doğup ölen nesillerin torunlarıyız. Atlara ilgi artıyor ancak çok bilinçli bir planlama yapılmıyor. Avrupa’da atçılık bilimi bölümleri var. Bizim de aslında her türlü argümanımız var ancak harekete geçmemiz gerekiyor” diyor.
İNSANLAR YAKLAŞAMIYOR
Son yıllarda yılkı atlarına turistlerin ilgisi arttı. Özellikle fotoğraf grupları bu atları çekmeye gidiyor. Doğal ortamlarında yakalamak çok zor. Çünkü hayvanlar insanları yanına yaklaştırmıyor. En iyi alternatif çiftlikler.
400 KAPADOKYALI
Türkiye’de bu kadar yüksek sayıda yılkı atını başka bir yerde görmek mümkün değil.