Güncelleme Tarihi:
Bir seçim insan psikolojisini bu kadar etkiler mi? Normal mi bu yaşadığımız?
Değil, birileri ülkeyi terk etmekten bahsederken öbürleri sevinç çığlıkları atıyorsa; birilerinin iktidarı alması, diğerlerinin kaybetmesi bu kadar büyük bir zafer ya da yaralanma olarak yaşanıyorsa bu kutuplaşma garip. İsviçre’de 13 yıl yaşadım. 1957’den beri aynı dörtlü koalisyon yönetiyor ülkeyi. Sırayla başbakan, cumhurbaşkanı oluyorlar. Buradaki sorun başka.
Nedir bizdeki sorun?
Bakın, seçime katılma oranı yüksek ya, seçime katılma oranının çok yüksek olması iyi bir şey falan değil aslında. İnsanlar neden bu kadar siyasetle ilgileniyor? Ya da ilgilenmek zorunda kalıyor?
Neden?
Mesela Öcalan’ın idamının uygulanmayacağı haberi açıklandığında ben İsviçre’deydim. Birinci haber olarak bu, ikinci haber olarak da eyalet meclisinde bisiklet park alanlarının artırılması için karar alındığı verildi... Yani Öcalan’ın idamı meselesi olmasa, Basel eyaletinin en mühim meselesi bu! Aslında böyle olması gerekmez mi? Böyle bir ortamda yaşama hakkına sahip değil miyiz? Böyle olsa hangi partiye oy vereceğimizi bu kadar düşünür müyüz?
Peki bu durumun ne gibi olumsuz sonuçları olabilir? Kendisiyle aynı partiye oy vermediği için evinde çalıştırdığı kişiyi işten çıkarmaktan bahseden tanıdığım var...
Fenerbahçeli diye kimseyi evden atmıyor değil mi? Demek ki o arkadaşınız yaratılan kutuplaşmaya yanıt veriyor. Kendini tehdit altında hissediyor. O kişiyi artık tehdit olarak gördüğü için evinde barındırmak istemiyor.
Kendi aramızda makara yaparken biz bu durumlar için ‘laik atak’ geçiriyor diyoruz... Ama artık balkon konuşmalarına karşı da bir güvensizlik gelişti sanki...
Başbakan’ın en son konuşmasında ‘sen, ben yok, biz varız’ türünden vurgular çok fazlaydı. İnsan bir şeyi neden çok vurgulamak ister? O şey yeterince yoksa... Demek ki sen-ben ayrımı körüklenmiş ve 13 yıldır yok edilmemiş.
SARKAÇ YERİNİ BULACAK
Peki nasıl oluyor da, ülkenin en okumuş, en dışarıya açık, en çok sanat üretip tüketen kesimleri bu kadar kaygılı? Yani başka ülkelerde kendilerini ekonomik, sosyal ve siyasi olarak en güvende hisseden kesimler...
Ben şöyle olduğunu düşünüyorum; bunu bir sarkaç gibi düşünün, bir dönem Türkiye’yi bir azınlık yönetti. Onlar gidince sarkaç yer değiştirdi. Eninde sonunda sallanacak sallanacak ve kendi yerini bulacak.
Seçim akşamı bir tweet’e çok güldüm: İnşallah öbür dünyada Türkiye yoktur diye. Buna ne isim veriyorsunuz? Siyasi umutsuzluk diye bir şey olabilir mi?
Benim kızım 13 yaşında. Doğduğu günden beri başka bir yönetim görmedi. Şu anda 30 yaşında olanlar da 17’sinden beri. Ama ülkelerin tarihi açısından baktığımızda bu ne ki? Kişisel yaşam sürenize bakarak değerlendirirseniz siyasi umutsuzluğa düşeriz. Oysa siyaset çok uzun vadeli bir şey.
İyi ama “Kendimi bildim bileli bana televizyondan bağrılıyor, gençliğim böyle mutsuz geçti” diyenler var. Farkında olmadan biz mi bazı şeyleri hırpalayıcı yaşıyoruz?
Topluma sürekli saçma bir şey empoze ediliyor: Hep mutlu olmalıyız, eğer mutlu değilsen, bu senin hatan. İçinde bulunduğun koşulların senin duygu durumunla hiçbir alakası yok... Mesela sevgiliniz sizi terk eder, mutsuz olursunuz, psikiyatr size antidepresan verir. Antidepresan bir ilaç. Neyi tedavi eder? Hastalığı. Mutsuzsunuz diye hasta mısınız yani? Acı çekmeniz gerekiyorsa acınızı çekeceksiniz.
Deprem, terör, geçim sıkıntısı, siyasi gerginlik... Yani Türk’sen mutsuz olacaksın, acını çekeceksin, yapacak bir şey yok diyorsunuz...
Rahmetli Çetin Altan “Buradan çekip gitmeyi istememek delilik. Ama Türkiye yanlış bir kadına âşık olmak gibi” diyor. Ben bunu nörobiyolojik olarak biraz daha ileriye götüreyim: İnsan çevresine bağımlı olarak doğar. Tek başına bir bebek hiçbir şeydir, hayatta kalamaz. O yüzden annesi mutfağa gittiğinde, “O şimdi benim için mama hazırlıyor” diye düşünmez. “Gitti, terk edildim” diye düşünür. Ve bebek için terk edilmek, ölüm demektir. Onun için ağlar.
Türkiye'ye dönersek...
Mekân için de geçerli bu: Varoluşunun sebebini doğduğu yer, o sıradaki atmosfer ve birlikte yaşadığı insanlar olarak beynine depolar. Göçmenler işte bu yüzden “Toprağım da toprağım” diyor.
ÇÖZÜM, BAMBU GİBİ ESNEMEK
Yani çekip gitmeyi düşünenler için, o da bir çözüm değil. Peki kaygılanan ve umutsuz hissedenlere, ne yapmalarını tavsiye edersiniz?
School Of Life’ta vermeye başladığımız ‘resilience’ (dirençlilik, elastikiyet) derslerinin temeli de bu. Böyle bir kutuplaşmada bambu gibi ihtiyacımız var. Bambuya yük verildiğinde esner, yamulur ancak bırakıldığında eski şekline geri döner. Bunun insan ruhundaki karşılığı da kişisel veya sosyal bir yükün altından kırılmadan kalkabilmek. Mesela Nazi toplama kamplarından sağ kurtulan kadınlar arasında bir araştırma yapılmış. Yüzde 71’inde ciddi ruhsal bozukluklar var. Ama yüzde 29’u yeniden sağlıklı bir yaşama dönebilmiş. Bunun nedeni uyum yetenekleri. Başlarına gelen şeylere mantıklı bir açıklama getirebilmeleri.
Doktor olan sizsiniz. Getirin mantıklı açıklamayı: Bu toplum nasıl bambu olacak?
En yapamadığımız şeyleri yapmaya başlayarak: Mesela yapabileceklerimizle ilgili yeti ve becerilerimize güvenerek, dayanışma içinde olarak ve yardım isteyebilmeyi öğrenerek.