Güncelleme Tarihi:
Geçen hafta vizyona giren ve Amerikan güreş tarihinin en trajik olaylarından birini perdeye taşıyan ‘Foxcatcher Takımı’nın ilginçtir bir şekilde bu topraklarla bir ilgisi var. Hatta iki... Çünkü öykünün ana karakterlerinden Mark Schultz, iki kez olimpiyatlarda boy gösterdi ve bu iki buluşmada da minderde karşısına Türk güreşçiler çıktı. Schultz’un kendi ülkesinde düzenlenen 1984 Olimpiyat Oyunları’nda ilk turdaki rakibi Reşit Karabacak’tı; yani o dönem Türkiye’nin en büyük altın madalya umudu. Amerikalı güreşçi, Karacabacak’ı faullü bir maçtan sonra kolunu kırarak yendi ve nihayetinde ‘Altın’a uzandı. Söz konusu müsabaka, o dönemi hatırlayanların hâlâ hafızalarında. Zaten Karabacak da kariyerinde onca zafere imza attı ama en çok bu maçla hatırlandı, hatırlanıyor…
İkinci randevu ise 1988 Seul Olimpiyat Oyunları’ydı. Schultz burada da Necmi Gençalp’le güreşti. Gençalp maçı 14-0 kazandı ve Amerikalı rakibine adeta “Yolun sonuna geldin” dedi. Zaten Schultz da bu yenilginin ardından ‘profesyonel’ güreş hayatını sonlandırdı.
Mark’la daha sonra yeniden bir karşılaşma oldu mu ya da sizden özür diledi mi?
- Hayır, bir daha görmedik ki birbirimizi. Ama şunu sonradan öğrendim: Eğer oradaki hukuk hakkında bilgimiz olsaydı onu faullü güreş sonucu kolumu kırmaktan mahkemeye verir, sonrasında da çok yüklü miktarda tazminat alırdım.
Peki hileli güreşeceğini bilmiyor muydunuz, o zamanlar rakiplerin eski maçlarını izleyerek hazırlanma türünden bir uygulama yok muydu?
-Hayır canım, öyle şeyler yoktu. Asıl mesele zaten bize rakip olmamasıydı. İzlemeye de gerek duymuyorduk. “Bizi zorlayamazlar” mantığı vardı. Ben zaten bütün Rusları yeniyordum. Mesela 1977’de katıldığım bir turnuvada bütün Rusları yenip şampiyon olmuştum. Ertesi yıl Minsk’te genç bir Rus güreşçi beni yendi, olay oldu. Sokağa çıktım, baktım herkes beni tanıyor, televizyonlarda ise sürekli o maç gösteriliyor ve genç rakibim, “Yenilmeyen Türk’ü yenen genç” diye övülüyor. Bir hayli itibarımız vardı yani.
Oğlunuz güreşiyor mu?
- Evet, iki oğlum var, Yunus Emre ve Emirhan, ikisi de güreşiyor. Biri ağır siklette.
Artık tamamen futbolla yatıp kalkan bir ülkeyiz, bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
-Evet, futbola ilgi büyük ama devlet açısından da amatör sporlara daha büyük ilgi var, artık çok iyi para veriyorlar. Bizim zamanımızda işler böyle yürümüyordu, şimdi Avrupa ya da dünya şampiyonu olduğunda iyi paralar alıyorsun, sporu bıraktıktan sonra devlet kademelerinde iş buluyor, yükselebiliyorsun. İlkokul mezunu olman da problem değil, müşteşar bile olabiliyorsun. Yani amatör sporlara devlet, futbola da millet değerini veriyor. Şimdi millete ne diyeceksin, “Futbola gitme, buraya gel” de diyemezsin ki. Eskiden de futbola ilgi büyüktü, mesela ‘Yılın sporcusu’ anketlerinde ben Cemil Turan’la çekişirdim, bazı gazeteler onu, bazıları da beni seçerdi.
Ama eskiden bu kadar fark yoktu sanki…
-Evet, ara bu kadar açık değildi. Ama şu da var; mesela o dönem beni tanımayan yoktu. Çünkü tek bir televizyon kanalı vardı ve sürekli bizi gösterirdi. Bana şiir yazan bile çıkmıştı. Haberler sırasında yayının kesilip benim maçımın naklen verildiğini hatırlarım. ‘Avrupa şampiyonluğu’ final maçını vermişlerdi.
Güreşin geleceği hakkında neler söylersiniz?
-Valla şu aralar güreşte çok başarılıyız. Mesela Taha Akgül üç sefer ‘Avrupa Şampiyonu’ oldu, ‘Dünya şampiyonluğu’ unvanını elde etti. Üstelik bir turnuvaya sakat sakat katıldı. Bu başarı futbolda olsa yer yerinden oynardı. Bizim zamanınımda böyle başarılara açtık, ben kaç yıl sonra şampiyon olmuştum ve ortalık yıkılmıştı.
Yani artık daha iyiyiz ama ilgi yok.
- Evet, TV’ler çok göstermiyor güreş maçlarını. TRT’de eski maçlar vadr, bir de Rumeli TV’de izliyoruz turnuvaları.
Bizde ‘Schultz kardeşler’e benzer, sinemaya uyarlanacak ilginç hikâyeler yok mu?
- Filmi çekilir canım. Bizde başarı öyküsü çok; babası, kardeşi, kendi güreşçi olanlar var mesela, ‘Asrın güreşçisi’ unvanlı Hamza Yerlikaya. Yağlı güreşte de böyle babadan oğula başarı hikâyeleri vardır…
Benim kast ettiğim sadece başarı öyküleri değildi, dramatik, ne bileyim, tutunamamış, alkolik olmuş, sorun yaşamış vs hikâyeleri olanlar yok mudur?
-Güreş camiasında öyle insanlar yoktur. Zaten alkolik olsa barındırmazlar…
“Kuralların sık sık değişmesi güreşe ilgiyi azalttı” derler, siz bu konuda neler söylersiniz?
-Doğru, bu yüzden FILA Başkanı’nı bile değiştirdiler. Bu tür sürekli kural değiştirme çabası, güreşe büyük darbe vurmuştu, şimdi yeniden güreş aslına dönmüş durumda. Yakın geçmişe kadar ben bile seyretmiyordum, şimdi yeniden izlemeye başladım.
En unutulmaz maçınız kimleydi?
-Rusların efsanevi bir şampiyonu vardı; Pavel Pinigin... Onu yenmiştim. 11-0 öndeyken hakem diskalifiye edecekti, “Bırak daha da rezil edeyim” dedim, izin vermediler, maçı diskalifiyeyle kazandım. Bir hafta sonra Yaşar Doğu Turnuvası’na katıldım, 74 kilodan 82’ye çıktım, orada da şampiyon oldum.
Bu sürekli siklet değiştirme olayı nedir sizde?
-Valla benim özelliğim şuydu; hangi siklette yarıştıysam başarıya ulaşıyordum. 68’den 74’e, 74’ten 82’ye, sonra 90’a, en sonunda da 100 kiloya çıkmıştım.
Neydi derdiniz, niye sürekli değiştiriyordunuz?
-Kilo alıyordum, boğazıma çok düşkündüm.
Şimdi kaç kilosunuz?
-Yüz civarı diyelim…
Şimdilerde güreş seyrederken neler hissediyorsunuz?
-Valla en çok güreşçi olan oğlumu seyrederken duygusallaşıyorum. Bakıyorum, benim gibi güreşmiyor, mesela rakibe dalmıyorsa çok kızıyorum, içimden “Şöyle bir dal, kaldır at” diyorum.
1988’deki maçı bir de sizden dinleyelim.
Olimpiyat yarı final maçıydı, kazanan finale çıkacaktı. 1984’te Reşit Abi’nin kolunu kırmıştı, bu yüzden benim için anlamlıydı. Maça ustamın rövanşını almak için daha fazla motive olarak çıktım ve 14-0’lık bir galibiyet aldım.
14-0'lık bir galibiyet büyük bir prestij. Maç sonu Schultz'un psikolojisi nasıldı?
Maç sonrası görüşmedik ama onun için dramatik bir sondu ve o yenilgiden sonra güreşi bıraktı.
Mark Schultz’un genellikle fair-play dışı güreştiği söylenir. Sizinle de benzer şekilde bir mücadeleye soyunmuş, hatta sakatlandığınız için sonraki maçı kaybettiğiniz iddia edilir, doğru mu?
Mark Schultz genellikle bu sakatlayıcı oyunu yenileceğini anladığında uyguluyordu. Yani Reşit ustama ve bana karşı böyle güreşti. Başka bir maçında yaptığı oyunu görmedim. Final maçında tek kolum sakat olduğu için iğne ile çıktım ve kaybettim. Ne acıdır ki Mark Schultz hem Reşit Abi’ye hem de bana şampiyonluğu kaybettirdi. Bizi sakatlamasaydı 1984 ve 1988 olimpiyatlarında altın madalya kazanabilirdik.
Ağabeyi Dave Schultz'la ilgili bir anınız ya da maçınız var mı?
Hayır hiç güreşim olmadı.
Kariyerinizdeki en büyük zafer hangisiydi?
1988 Seul Olimpiyatları’ndaki ‘Gümüş madalya’.
Milli Takım'da hocalık yapan tecrübeli biri olarak şu andan bakıldığında güreşimizin yakın ve uzak geleceğine dair neler söylersiniz?
Biz her zaman bir önceki yıldan daha fazla başarı ve madalya almak için çalışmalarımıza tüm hızımızla devam ediyoruz. Bütün hedefimiz 2016'da Rio Olimpiyat Oyunları’nda altın madalyalar kazanmak ve ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek.
Filmi izleyecek misiniz?
Benim maçı fazla göstermiyormuş ama izleyeceğim.