70 yıllık tecrübe yetmedi mi?

Güncelleme Tarihi:

70 yıllık tecrübe yetmedi mi
Oluşturulma Tarihi: Eylül 12, 2015 10:48

Basını güç kullanarak hizaya getirme girişimleri, geçen hafta Hürriyet’e yapılan çifte saldırıyla kendini gösterdi. Bunun Cumhuriyet tarihindeki ilk örneği, 1945’in Aralık ayındaki ‘Tan Matbaası baskını’ydı.

Haberin Devamı

Yıl 1945... Gün 3 Aralık Pazartesi... İstanbul’da çıkan Tanin gazetesinin başyazı başlığı şöyle: “Kalkın Ey Ehl-i Vatan”. Bu, Namık Kemal’den kalma bir deyimdi. Memleketin büyük sorunlarla karşılaştığı zamanlarda, milleti ‘düşmanlara karşı’ harekete geçirmek için kullanılırdı. ‘Ehl-i vatan’, ‘vatandan anlayanlar, vatanın değerini bilenler’ anlamındaydı. Tanin gazetesi, onlara bir çağrı yapıyordu: “Kalkın ve gerekeni yapın.”

Başyazı, gazetenin sahibi ve başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın’ındı.

70 yıllık tecrübe yetmedi mi

Tanin’in 3 Aralık 1945 tarihli başyazısı bir hücum emri gibiydi. Sonucu da öyle oldu.

Yalçın, o sıralarda aynı zamanda, son yıllarını yaşayan tek parti rejiminin CHP’li milletvekillerinden biriydi. Meşrutiyet döneminde de siyasette bulunmuştu. İttihat ve Terakki’de de milletvekilliği (o zamanki deyimle ‘meb’usluk’) yapmıştı. 31 Mart döneminde, cinayete kurban gitmekten, bir rastlantıyla kurtulmuştu. Cumhuriyet döneminde ise tek parti rejimini eleştiren yazıları dolayısıyla gazetecilikten bir süre uzaklaşmak zorunda kalmıştı. Ama İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde gazeteciliğine de, siyaset hayatına da geri dönmüştü. 3 Aralık 1945 günü gazetede yayımlanan o yazısı, Türkiye’de o sıradaki ‘demokrasiye geçiş’ döneminin çalkantılı günlerinde yeni bir fırtınanın işareti gibiydi.

Haberin Devamı

Hüseyin Cahit Yalçın’a göre, Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ‘komünizm tehdidi’ altındaydı. Bunun kaynağı, Rusya’nın (o zamanki adıyla ‘Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin) başkenti Moskova’ydı. Ama Moskova’nın Türkiye’de de propagandacıları vardı. Onlarla mücadele etmek için bir ‘vatan cephesi’ kurulmalıydı.

SERTEL'LER...

70 yıllık tecrübe yetmedi mi

Sabiha ve Zekeriya Sertel

Yalçın’ın Sovyet propagandacıları olduğunu öne sürdüğü kimselerin başında Tan gazetesi yazarları geliyordu. Onların başında da ‘Sertel’ler vardı. ‘Sertel’lerin biri, gazetenin sahibi ve başyazarı Zekeriya Sertel’di. 1890’da Selanik vilayetine bağlı bir kasabada doğmuştu. Babasının hali vakti yerindeydi. Selanik’te ‘idadi’yi (liseyi) bitirdikten sonra, İstanbul’a geçmişti. Orada gazeteciliğe başlamıştı. Bir süre sonra yükseköğrenim için önce Fransa’ya, sonra Amerika’ya gitmişti. Gazetecilik öğrenimi görmüştü.

Haberin Devamı

Türkiye’ye döndükten sonra, bir süre Ankara’da bulunmuştu. Cumhuriyet döneminin ilk Basın Yayın Genel Müdürleri’nden biri olmuştu. Sonra İstanbul’a, gazeteciliğe dönmüştü.

Öğrenimi sırasında evlendiği Sabiha Sertel de, eşinin mesleğini seçmişti. İkisi birlikte Türkiye’nin ilk resimli popüler dergilerinden Resimli Ay’ı çıkarmışlardı. Resimli Ay, sanata, edebiyata da geniş yer ayıran bir dergiydi. Nâzım Hikmet’in ünlü şiirlerinin büyük bir kısmı da ilk olarak o dergide yayımlanmıştı. Uzun yıllar boyunca Türkiye’nin tek ansiklopedisi olarak kalan Hayat Ansiklopedisi de Sertellerin yayınları arasındaydı.

Serteller daha sonra, Zekeriya Sertel’in, ünlü yayıncı Halil Lütfi Dördüncü ile ortaklık kurarak başlattığı Tan gazetesi dönemine girdiler. Zekeriya Sertel gazetenin başyazılarını yazıyordu. Sabiha Sertel de birinci sayfa yazarıydı. Gazetede Aziz Nesin de dahil, birçok ünlü yazar vardı.

Haberin Devamı

İkinci Dünya Savaşı süresince Serteller, Almanya-İtalya ortaklığına karşı müttefikler cephesini desteklediler. Almanya’nın Rusya’ya saldırmasından sonra, Almanya’ya karşı yayınlarını daha da şiddetlendirdiler.

DEMOKRAT PARTİ'YE DESTEK

70 yıllık tecrübe yetmedi mi

Zekeriya Sertel ile Hüseyin Cahit Yalçın arasındaki ilişkiler bir zamanlar çok iyiydi, Ramiz’in karikatürü, o zamanları hatırlatıyor.

Serteller, civarımızdaki tüm ülkelerin savaş cehennemine sürüklendiği o dönemde Türkiye’nin savaş dışı kalma başarısını göstermesinden de memnundular. Türkiye’nin 1945 Mayıs’ında sona eren savaştan hemen sonra ‘demokrasiye geçiş’ sürecini başlatması, onlar için de yeni bir sürecin başlangıcı oldu.

Haberin Devamı

O sürecin içinde kendileri de aktif olmak istiyorlardı. İktidardaki CHP’nin karşısında yeni partilerin, özellikle de Demokrat Parti’nin kurulmasını destekliyorlardı.

Sırf o sürece katkıda bulunmak için gazetenin yanında siyasi bir dergi de çıkarmaya karar vermişlerdi. Derginin adı Görüşler’di. İlk sayısı 1 Aralık 1945 günü çıkmıştı... Dergi, o sayıdan da belliydi: Demokrat Parti hareketini destekliyordu. Hatta, başta Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü olmak üzere Demokrat Parti’nin kurucularının ve diğer sözcülerinin yazılarını yayınlamak istiyordu. Zekeriya Sertel onların bir kısmına bu konuda teklifte bulunmuştu. Olumlu cevaplar almıştı. Bunu ilk sayısında ilan etmişti: “Gelecek sayımızda Menderes ve Köprülü’nün yazılarını, Celal Bayar’ın da bir demecini yayımlayacağını” açıklamıştı.

Haberin Devamı

Görüşler’in yayınlarında asıl söz sahibi Sabiha Sertel oldu. Bu, derginin ilk sayısında yazdığı yazıdan da, anlaşılıyordu.

O yazı, Hüseyin Cahit Yalçın’ın, Sertellere tepkisini dile getirdiği ‘Kalkın Ey Ehl-i Vatan’ yazısının hedeflerinden biriydi. Yalçın, Sabiha Sertel’in ‘Zincirli Hürriyet’ adlı o yazısına karşı şunları yazıyordu:

“Namık Kemal’in sesi bugünün parolasıdır. Kalkın ey ehli vatan. Mücadele başlıyor ve başlamak lazım. Çünkü en azgın ve insafsız bir propagandanın Türk vatandaşlarının ruhuna her gün en yakıcı, yeis verici, ümit kırıcı bir propaganda zehrini dökmesine müsaade edemeyiz. Bir vatan sahibi olmak, bu vatanın içinde hür ve müstakil yaşamak isteyen her Türk, bu propagandaya karşı koymaya mecburdur.”

HÜKÜMETE ÖVGÜ, VATANDAŞA GÖREV

70 yıllık tecrübe yetmedi mi

‘Hücum emri’, 4 Aralık 1945’te uygulandı. 5 Aralık günkü gazetelere manşet oldu.

Yalçın’ın sözünü ettiği yazıda Sabiha Sertel, tek parti iktidarı dönemindeki uygulamalar için CHP iktidarını eleştiriyordu. Yalçın ise Sertel’in yazısının içinden bazı cümleler seçiyor ve onun komünizmi methettiği sonucuna varıyordu. Türkiye’de o sıradaki tek parti iktidarının hükümetini de, o yazılara ‘tahammül’ ettiği için tebrik ediyordu. Şöyle:

“Hiçbir memlekette daha fazla matbuat hürriyeti olamaz. Beşinci Kol’dan varsın, memlekette matbuat yok diye feryat etsin. Varsın fikir hürriyeti yok diye feryat etsin. Onların ciddiyet ve vekardan uzak, sırf halkı ve hükümeti tahrik için yapılmış yaygaracı ve kavgacı neşriyatına karşı bu vekarlı sükût ve müsamaha hükümet tarafından verilecek cevapların en güzeli ve en susturucusudur.”

Hükümeti ‘tenkide tahammülü’ için tebrik ettikten sonra Hüseyin Cahit Yalçın, o konuda zaten, hükümete değil, vatandaşlara görev düştüğünü vurguluyor ve şu çarpıcı cümleyi yazıyordu:

“Bu işte cevap vermek hükümete düşmez. Söz, eli kalem tutan gazetecilerin ve hür vatandaşlarındır.”

Bu, tabii, ‘gazeteciler’ ile ‘hür vatandaşlar’a yapılmış açık bir görev çağrısıydı.

Evet, söz gazetecilerle birlikte ‘hür vatandaş’larda... Fakat o vatandaşlar o ‘söz’ söyleme görevini nasıl yapacaklar?..

Bunu bir gün sonraki 4 Aralık günü karşı karşıya gelen iki taraftan iki kişinin anlattıklarından izleyelim. Biri Tan gazetesinin sahibi Zekeriya Sertel’in, öteki, o sırada göstericiler arasında bulunan gazeteci-siyasetçi Orhan Birgit’in anlattıklarından.

VALİ LÜTFİ KIRDAR: MERAK ETME, TEHLİKE YOK

70 yıllık tecrübe yetmedi mi

Zekeriya Sertel, anılarında, 3 Aralık’tan itibaren tanığı olduğu gelişmeleri şöyle anlatıyor:

“Tanıdık biri geldi. Ertesi gün bazı üniversiteli gençlerin matbaa önünde gösteri yapacaklarını haber verdi. Bazı taşkınlıklar olması ihtimaline karşı da tedbirli bulunmamızı salık verdi. Demek, iktidar kanun yoluyla yapamadığı işi, gençleri kışkırtarak yapmak istiyordu.

Hemen Vali Lütfi Kırdar’a telefon açtım. Bu haberi verdim, hükümetçe tedbir alınmasını rica ettim.

Vali: ‘Biliyorum ve gereken tedbirleri aldım, merak etme’ dedi. Her vakit olan gösterilerden biri olacak diye ben de olaya fazla önem vermemiştim.”

Zekeriya Sertel’in ertesi günkü notları ise şöyle:

“O sabah erkenden üniversiteli gençlerden biri evime telefon ederek, bir kısım gençlerin ‘Tan Matbaası’nı basmaya hazırlandığını bildirdi, matbaaya inmememi salık verdi. Tekrar telefonla valiye haber verdim, ne tedbir aldığını sordum.

-Merak etme, dedi. Matbaanın etrafını polis kuvvetleriyle kuşattım. Tehlike yok.

4 Aralık 1945 günü üniversiteli faşist gençler ellerinde önceden hazırladıkları baltalar, balyozlar ve kırmızı mürekkep şişeleriyle matbaaya saldırdılar. Orada bekleyen polisler olup bitene seyirci kaldılar. Görevlerini yapmaya kalkmadılar.

GENÇLER ADALAR'A GİTTİ

Göstericiler, baltalarla matbaa kapısını kırıp içeri girdiler. Makineleri balyozlarla kırdılar. Binanın camlarını indirdiler. İçindeki eşyayı kırıp döktüler. Ellerine ne geçtiyse yakıp yıktılar. Sonra ellerinde kırmızı boya şişeleriyle ‘Serteller nerede?’ naralarıyla bizleri aramaya koyuldular.

Bütün bunlar polisin gözü önünde oluyordu. Göstericiler bizleri bulamayınca vahşi naralarla yollara düştüler. Beyoğlu’na geçtiler, orada Sabahattin Ali ile Cami Baykurt’un çıkardığı ‘La Turquie’ gazetesinin matbaasına gittiler. Orasını da kırıp döktükten sonra vapurla Kadıköy’e geçip bizi evimizde basmaya teşebbüs ettiler.”

Zekeriya Sertel, olaylar sırasında evindeydi. Olayları telefonla ulaştığı arkadaşlarının ve dostlarının verdiği bilgilerden izliyordu. Valiyle yaptığı son konuşmayı şöyle özetliyor:

“Biz bütün olup bitenleri evde izliyorduk. Son haberi alınca valiyi tekrar aradım:

-Aldığınız tedbirin verdiği sonuçtan memnun musunuz? dedim. Şimdi de faşistler evime geliyorlar. Matbaamı yıktırdınız, bari hayatımıza kastedilmesini önleyin.

Vali, özür dilemeye bile lüzum görmedi. Yalnız gene teminat verdi:

-Merak etme, dedi. Olan oldu. Fakat hayatın güven altındadır. Gençlerin bindiği vapurun Kadıköy’e uğramadan Adalar’a gitmesini emrettim. Sizin için tehlike yoktur.

Ve sonra ekledi:

-Evet, ama şimdi neredesiniz? Evdeyseniz, ihtiyaten başka yere gidin. Evde oturmayın.”

DAVA VE SONRASI

70 yıllık tecrübe yetmedi mi

Zekeriya Sertel ile eşi Sabiha Sertel, valinin o tavsiyesine uydular. O geceyi ve daha sonraki bazı geceleri dostlarının evlerinde geçirdiler.

O arada bir haber daha aldılar: Polis, Tan’a yapılan saldırının sanıkları hakkında soruşturmasını sürdürüyordu. Olaylar sırasında 7-8 şüpheli yakalanmıştı. Ama haklarındaki şüpheler doğru çıkmamıştı.

Hepsi serbest bırakılmışlardı.

Ama haklarında dava açılması talebiyle sorguya çağırılanlar vardı. Dört kişiydiler. Dördü de, tahribe uğrayan Tan gazetesinin sahipleri ve sorumlularıydılar. Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel, Cami Baykurt, Halil Lütfi Dördüncü... Haklarında, halk arasında nefret uyandırmak, galeyana neden olmak gibi çeşitli suçlardan 3 yıl hapis istemi vardı. Bu gerekçeyle tutuklandılar. Ve üç ay hapis yattılar. O üç ay içinde davaları görüldü. Savcılığın talebindeki gibi, üç yıl ağır hapse mahkûm edildiler. Ama mahkeme kararı Yargıtay’dan döndü. Tahliye edildiler. Üç yıl yerine üç aylık hapisle ‘kurtulmuş’ oldular.

Sonra da hayatlarının geri kalanını yurtdışında geçirmek zorunda kaldılar.

Zekeriya Sertel yaşı ilerledikten sonra yazdığı ‘Hatıralarım’ adlı kitabında, ailesiyle birlikte Türkiye’den ayrıldıktan sonraki yıllardaki hayatının hiç de kolay olmadığını yazıyor. Şöyle diyor:

“Bu 25 yıl içinde yaşamım nasıl geçti? Bu uzun bir romandır. İyi ve mutlu günler gördük, karanlık ve mutsuz günlerimiz oldu. Ama vatan özlemi bir an bizi bırakmadı. Kısa bir süre için yurdundan ayrılanlar bile biraz sonra vatan özlemi duymaya başlar ve bir an önce, yurda, evlerine dönmek isterler. (...) Bir tür sürgün hayatı yaşıyorduk ve hâlâ da yaşıyoruz. Vatana dönememek dayanılır bir acı değil. Özlemi dayanılmaz hale getiren korkunç bir şey. Bunun ne demek olduğunu bir ben, bir de Nâzım Hikmet bilir. Onun özlem şiirleri benim özlem günlerimin ifadesidir. Sık sık onları okuyup için için ağladığım olur. Neyse, geçelim...”

ORHAN BİRGİT: NE OLUP BİTECEĞİNİ HESAP ETMEDİK

Şimdi olayın öteki tarafında yer alan Orhan Birgit’in anılarına bakalım. Birgit, o 4 Aralık 1945 günü, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne yeni başlamış bir öğrenci. Olayı nasıl öğrendiğini ve öğrencilerin Tan gazetesi önüne nasıl gittiklerini anlatıyor. Şöyle:

“4 Aralık sabahı, Anayasa Hukuku dersinde hocamız Prof. Dr. Hüseyin Naili Kubalı’yı dinliyorduk.

Ders ortasında kapı birden açıldı. Üst sınıflardan olduğu anlaşılan kumral bir öğrenci, dersin verildiği kürsüye doğru adeta hamle yaptı.

Profesör ve bizler çekingen bir tavırla olacakları izliyorduk. Sonradan, adının Tahsin Atakan olduğunu öğrendiğimiz kişi, Kubalı’ya bir şeyler söyledi ve kürsüye çıkarak elindeki Tanin gazetesini gösterdi.

Hüseyin Cahit Yalçın’ın yazısı birinci sayfayı manşet olarak kaplamıştı. Sekiz sütunluk manşeti bugün de hatırlıyorum: ‘Kalkın Ey Ehl-i Vatan’ yazısını kendi konuşmasına katan Atakan, Serterlerin Tan gazetesinde komünizm propagandası yapıldığını söylüyor ve hepimizi Beyazıt Alanı’nda toplanmaya çağırıyordu.”

Birgit arkadaşlarıyla birlikte çağrıya uyduklarını, Beyazıt’tan Cağaloğlu’na doğru gittiklerini anlatıyor.

“Kalabalık Tan gazetesine gidiyordu. Ne en önlerde ne de arkalardaydım. Orta sıralarda kendimi kalabalığa bırakmış sayılırdım. Bu benim ilk mitingimdi. Pişmanlık duymuyordum. Ne olup ne biteceğini hesap etmeyi düşünmeyen biriydim. Vilayet binasını geçtik. Caddenin sol yanında Vakit Yurdu denilen ve Hakkı Tarık-Asım-Rasim Us kardeşlerin yayımladığı gazetelerin hazırlandığı ve yönetildiği binanın bir penceresinde Necip Fazıl Kısakürek duruyordu. Konvoydakiler kendilerini coşkuyla selamlayan Kısakürek’e sevgi gösterisi yaptılar. Kalabalık hızlanarak Tan binasının önüne geldi.”

Sonra, önce Tan Matbaası önünde, sonra Taksim’e doğru yürüyüş sırasında olan bitenler. Birgit’in anlatımıyla:

“Mitinge katılanları provoke edenler önce Tan binasının camlarını kırdılar, kısa bir süre sonra binaya girdiler. Çatıya kadar tırmanıp içeride ne var, e yoksa tahrip ettiler; kâğıt bobinleri dışarı çıkartıldı ve Sirkeci’deki araba vapuru iskelesine kadar sürüklendi, rotatif baskı makineleri kırıldı.

Daha sonra bazılarıyla dost ve arkadaş olduğum kişilerin de önde olduğu bu miting benim gördüğüm ilk büyük kitle mitingiydi. O arkadaşların hiçbiri düzenleme sırasında böyle bir gelişmeyi akıllarından geçirmediklerini içtenlikle söylediler.

Kalabalık Tan Matbaası’nı tahrip etmekle yetinmedi ve Taksim’e yöneltildi. İstiklâl Caddesi’ndeki şarküterilerde satılan Rus salataları bu mitingde Amerikan salatası etiketleriyle sunulmaya başladı. Olay tam bir komünist karşıtı harekete dönüşmüştü. Tünel yakınlarında La Turquie dergisiyle bu dergiyi basan matbaa da tahrip edildi.”

BUNLAR KİMSEYE YARAMADI, BUNDAN SONRA DA YARAMAZ

Evet, 4 Aralık 1945 günü Tan gazetesi önünde başlayıp devam eden olayların özeti böyle. Bu özetin üzerine yazılacak fazla bir şey yok.

Yazıyı bir noktaya işaret ederek bitirelim: 4 Aralık 1945 günü, Tan gazetesine yapılan saldırıyı düzenleyenler, özendirenler, Tan’ın ve öteki yayınevlerinin insanlarına, çalışma yerlerine, makinelerine, eşyasına fiilen zarar verenler, ne oldu?..

Tabii, onlar arasında pek çok kişi vardı. Hepsinin durumunu bilmeye imkân yok. Hele olayın sorumluları olarak haklarında soruşturma açılıp cezalandırılan hiç kimse yok. Ama bazılarının o sıradaki davranışlarından büyük pişmanlık duydukları bellidir.

Rahmetli Hüseyin Cahit Yalçın ileri yaşlarındayken, benim mesleğe başladığım yıllarda çalıştığım gazetelerin (Ulus, Yeni Ulus, Halkçı) başyazarıydı. 1945’teki Tan olaylarının herhangi bir şekilde konu edilmesinden hiç memnun olmazdı.

Tabii, biz genç gazetecilerin ona o konuyu açma imkânı da olmazdı. Ama hepimizin o konudaki izlenimimiz ve inancımız aynıydı: Yalçın, 3 Aralık 1945’te yazdığı o ‘Kalkın ey ehl-i vatan’ yazısı için çok ama pek çok defa ‘keşke onu hiç yazmasaydım’ demiş olmalıdır.

Kaldı ki, bu tahminimiz yanlış bile olsa, ona bunu bazı olaylar da hatırlattı:

Yalçın, 1950-1960 arasındaki Demokrat Parti iktidarı sırasında, hakkında en çok ceza davası açılan yazarlardan biriydi. O davalardan bazısı, yazdığı gazetenin kapanmasına yol açan kararlarla sonuçlanmıştı. Bazısında sadece gazetesine değil, kendisine de cezalar uygulanmıştı. Hatta 80’inci yaşına bastığı günü bile, cezaevinde geçirmek zorunluluğuyla karşılaşmıştı.

Tabii, iktidarların Sertellere olduğu gibi, Hüseyin Cahit Yalçın’a reva gördüğü muameleler de fevkalade yanlıştı. Ne demokrasiye sığıyordu ne hukuka ne de mantığa... Ayrıca, onlara o muameleleri reva gören iktidarlara da yaramadı.

Eski dönemlerde de yaramadı, şimdiki dönemlerde de yaramaz.

Tüm ilgililerin bu gerçeğin farkına varmasında, sayılamayacak kadar fayda vardır.

70 yıllık tecrübe yetmedi mi
Hürriyet Gazetesi'ne ikinci saldırı

70 yıllık tecrübe yetmedi mi
Abdullah Gül'den medyaya saldırı açıklaması

70 yıllık tecrübe yetmedi mi
Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin: Baskılar yıldıramaz

70 yıllık tecrübe yetmedi mi

70 yıllık tecrübe yetmedi mi

70 yıllık tecrübe yetmedi mi

BAKMADAN GEÇME!