Güncelleme Tarihi:
Gülenay Börekçi’nin Nilgün Belgün ile yaptığı ve “Hayat… Sen Benimsin” adıyla kitaplaştırılan nehir söyleşi işte bu anıyı aktararak başlıyor. O günden sonra Belgün’ün hayatı özetle şöyle gelişiyor:
İstanbul Belediye Konservatuvarı Şan ve Tiyatro Bölümü’nden mezun olduktan sonra 1974’te Devekuşu Kabare’de Haneler oyununda başrol oynayarak oyunculuğa başlıyor. Ali Poyrazoğlu, Levent Kırca, Haldun Dormen tiyatrolarında ve Tiyatro İstanbul’da çalışıyor. 1988’de Bıçkın adlı sinema filminde Kemal Sunal’la başrolü paylaşıyor. Çeşitli programlarda sunuculuk yapıp, birçok dizide rol alıyor. “İçimdeki Kadın” ve “Bir Kadın ve Bir Erkek: Düet ve Düello” adlı iki kitap yazıyor.
NİLGÜN BELGÜN KİTABINI ANLATTI / WEB TV
NİLGÜN BELGÜN FOTOĞRAFLARI / FOTO GALERİ
Yaşama sevinciyle ünlü, bu çok yönlü kadınla, “Hayat… Sen Benimsin”i konuştuk. Bize şunları anlattı:
SADECE SÖYLEŞİ DEĞİL; BİR ROMAN VE KİŞİSEL GELİŞİM KİTABI
Kitap fikri nasıl doğdu?
Kitap teklifleri geliyordu, nehir söyleşi gibi yayınlarla ilgili. Böyle biyografik, beni anlatan bir kitabım olsun istedim. Herkesin öldükten sonra kitabı çıkıyor ya ben kendimi tam gerçek, ancak kendim ifade edebilirim, dedim. Ben öldükten sonra gençlere beni anlatacak bir kitabın kalmasını istedim. Bir kadın, bir oyuncu geldi geçti, nasıldı, neydi diye sordukları zaman bir cevap olsun istedim. Bu cevabın en doğrusunu da tabii ki ben verebilirim. Fakat kiminle çalışacaktım? Burada Ahmet Hakan devreye girdi ve beni Gülenay Börekçi ile tanıştırdı. Gerçekten Gülenay müthiş bir gazeteci... Onunla 20 gün boyunca hiç birbirimizden ayrılmadık. Uzun uzun sohbet ettik. Sonra Gülenay’ı kalemiyle baş başa bıraktım. Ortaya bu kitap çıktı…
Neden şimdi? Neden daha sonraki yaşlara bırakmadınız?
Ben 50 küsur yaştayım. Bu yaş insanın tamam yaşıdır artık. 70’i beklemek istemedim kitap yazmak için. Aklım fikrim yerindeyken yazılsın istedim. Özellikle kadınların başucu kitabı olsun istiyordum. Onun için şimdi olsun istedim. Çünkü bu yaşta genç, yaşlı, bütün kadınlara hitap edebiliyorum. Rol modelleri olabiliyorum, kadınlar hep bana öykünüyorlar, benim gibi olmak istiyorlar. Tam böyle bir zaman doğru zamandır. Popüler olduğun, sevildiğin bir zaman… Çok özel bir durumda ileride bir kitap daha yazılır.
Kendi kitaplarınız da var? Hayatınızı neden kendiniz yazmak istemediniz? Neden nehir söyleşi olsun istediniz?
Ben devamlı kendimi anlatmaktan hoşlanmıyorum. İyi bir gazetecinin sorularına cevap vermek benim için daha özel. Ama bu tam nehir söyleşi değil zaten. Roman tadında, kişisel gelişim tadında, çok farklı bir kitap. Sahici, samimi, olduğu gibi bir kitap...
BENİ TAM OLARAK TANIMAK İÇİN GÖSTERİME DE GELİN
Tiyatro İstanbul’da sahnelenen “Nilgün Belgün’le Aşk ve Komedi” adlı gösteriyle beraber mi değerlendirmek gerekir bu kitabı?
İkisi birbirini tamamlıyor. Kitap en çok satılanlara girmiş çok mutlu oldum. Gösteri de çok beğenildi. Orada da ben kendimi anlatıyorum. Benim hayatım kitaptaki değil sadece... Çok komik kesitleri var. Sanat hayatım, önemli anılarım var. Gösteride farklı, kitapta farklı bir kimliğim var. İkisi de benim ama farklı. İkisini bir arada yapmak işime de geldi. Çünkü çıktığım programlarda hem gösterimi anlatıyorum hem kitabımı. Hem gösterim doluyor, hem kitabım iyi satıyor. Bu bir pazarlama işi. Bunu iyi yaptığıma inanıyorum ben. Televizyonların aranan insanıyım. Reytingim var. Herkesin böyle çıkıp bu kadar rahat işini tanıtama fırsatı olmaz. Herkes bir kere, iki kere çıkar ama biz vakit bulamıyoruz, o kadar çok program var ki yetişemiyoruz bile. Bu da benim kendi pazarlama sistemimi oturttuğumu gösteriyor. Yıllarca bu böyle oldu. Tanıttığım her ürünü çok iyi tanıtabiliyorum. Bu benim işim de olsa, kitabım da olsa böyle… Kısacası beni tam olarak tanımak isteyen insan hem kitabımı okumalı, hem gösterime gelmeli. Burada farklı şeyler anlatıyorum, orada farklı ama hepsi benim hayatım.
Gösteriden biraz daha bahsedersek…
Gösteri Türkiye’de ilk defa bir kadının yaptığı bu tarz bir gösteri... Hem dans ediyor, şarkı söylüyor, hem kendi hayatımı anlatıyorum. Yabancı ülkelerde yapıldı ama burada kimse yapmadı. İçinde hem komedi var, hem aşk var, hem hüzün var. Tam bir hayat hikayesinin sahneye uyarlanmış şekli. Yıllar önce yazdığım kitaptan Serkan Budak tarafından sahneye uyarlandı. Yönetmenliğini de o yaptı. İki dans partnerim var, Cihat Can, Melih Altın. Bana gitarı ve kemanıyla eşlik eden Murat Akbulut var. Kostümleri Canan Yaka yaptı. Tüm finansını kendim yaptım. Her perşembe ve pazar, Profilo Kültür Merkezi’nde Tiyatro İstanbul’da oynuyorum. 8 Aralık’ta Caddebostan’da olacağım. Kadıköy’e ve Türkiye’nin diğer illerine de gideceğim. Ocak’ta İzmir’deyim. Yurtdışından da teklifler var.
ZİHNİ VE RUHU EĞİTMEK GEREK
"Çocuktum. Korka korka girdiğim ameliyattan yeni çıkmıştım, bademciklerimi almışlardı. Halsiz ve bitkindim, her yanım ağrıyordu. Canım acıdığı için konuşamıyordum da… Ama hiçbiri umurumda değildi; hayatımın en mutlu anlarının tadını çıkarıyordum. O gün ilk kez dondurma yiyebilmiştim. Bugün her dondurma yiyişimde hastanenin kapısından girerken annesinin eline sıkı sıkı yapışmış tir tir titreyen küçük Nilgün geliyor gözlerimin önüne; gülümsüyorum. Korka korka girdiğim hastaneden güle oynaya, elimde dondurma külahıyla çıkmıştım, düşünsenize… Küçük Nilgün büyüdü ama değişmedi. Ben değişmedim. İyiliğim adına bile olsa, yasaklardan her zaman nefret ettim. Mutluluk benim için hastane odasında yediğim o ilk dondurma gibi oldu. Ya canımı yakacak bir olayın ardından geldi ya da bir yasağı deldiğim zamanlarda… Şimdi artık iyi biliyorum: Başımıza gelen kötü olaylar hiç de sandığımız kadar kötü olmayabilir. Yüzümüze kapanan her kapı bize başka ve daha aydınlık bir kapıyı açacaktır." (Kitaptan)
Yaşama sevincinizi nasıl canlı tutuyorsunuz?
Birincisi işimi çok seviyorum. Başardıkça sevincim artıyor. Başarı endeksliyim çünkü. Onun dışında hayatı ve kendimi çok seviyorum. Birisi beni kırdıysa, hemen hayatımdan çıkarıyorum. Mutlu olmak biraz da karakter meselesi... Ben mutluluğa yatkın biriyim. Mutluluğa yatkın biri değilseniz, ben ne söylersem söyleyeyim mutlu olamazsınız. “Her şerde bir hayır vardır”, diyerek yola çıkarım ben. Yaşadığım kötü şeyler de mutlaka bana tecrübe olarak döner. Üzülürüm, sıkılırım, ama çok çabuk sıyrılıp, hayatın güzel tarafını görürüm. Yani hayatın güzel tarafına bakıyorum. O tarafı ilgilendiriyor beni. Kötü tarafları da yaşıyorum. Ötelemiyor, itmiyorum ama güzel taraflarına çabuk geçebiliyorum. İşte bunu yakaladığın zaman mutluluğu buluyorsun. Böyle bir bakış açısı benimsemede annemin katkısı var tabii. Karakter olarak ona benziyorum ama ben annemi aşmış durumdayım. Annem bu kadar da değildi. Ama dediğim gibi bu yapı, yaradılış meselesi. Tek başına böyle yaratıldım da diyemeyeceğim. Yaradılışımın üzerini ben tamamladım.
Zihni eğitmek gerekiyor belki…
Evet. Zihni ve ruhu eğitmek... Hayatı iyi özümsemek, yaşadıkların özümseyip kendine pay çıkarmak, tecrübe edinmek ve bu tecrübelerle olgunluk kazanmak... Bunlar çok önemli.
AŞK VE HAYAT HEP EL ELE
“Çok gencim. Bir çocuğa deli gibi aşık oluyorum. Onun konservatuvarda tiyatro okuduğunu öğrenince ben de oyunculuğa merak salıyorum. Koca bir yıl kendimi buna vakfediyor, babamın kurallarını bile hiçe sayarak gizli gizli konservatuvar sınavlarına hazırlanıyorum. Fakat sınavı kazandıktan sonra aşık olduğum kişiye bir daha rastlamıyorum; ne okulda, ne dışarıda… İnanılacak şey değil. Gel de kadere inanma!” (Kitaptan)
Kitapta aşkın altını çok çiziyorsunuz ama bu aşk sadece kişiler arasındaki ilişkiye işaret etmiyor sanırım, değil mi? Yaptığın şeyi tutkuyla yapmakla ilgili biraz?
Benim için aşkın anlamı tutkudur. Tiyatroya aşkım tartışılmaz zaten. Hayattaki en büyük aşkım... Diğer aşklarım ondan sonra gelir: Hayata olan aşkım, sevgiliye olan aşkım, çocuğuma olan aşkım, fikirlere olan aşkım… Kadınlık erkeklik mevzusuna kafa yordum çünkü hayatta bir yandan işin devam ediyorsa, diğer yandan ilişkiler devam ediyor. İnsanın özel hayatı bence önemli... Özel hayat ne kadar düzgün olursa, iş hayatına yansıyor. İş hayatı da o kadar iyi oluyor. İşin iyiyse özeline yansıyor. Bunlar hep birbirine bağlı olduğu için özel hayat önemlidir. Ben özelimle anılmaktan da rahatsız olmuyorum çünkü hayatımda utanılacak sıkılacak bir şey yok.
Bekir Ünlüataer’le ilişkiniz hakkında konuşulanlara epey kızmış gibisiniz…
Ben ilişkimi ortada yaşayabiliyorum. Hiç kimseden çekincem yok. O yüzden kitabın adına “Hayat… Sen Benimsin” dedim. İstediğim gibi yaşar, kimseye hesabını vermem. Kimseyi rahatsız etmediğim, illegal yaşamadığım sürece... Bu ilişkide aramızda yaş farkı var ama ruhlarımız birleşti ve birbirimizden çok keyif aldık. Keyifli bir şekilde yaşıyoruz. Ben yaşadığım her şeyin arkasında çok rahat durabilirim. Bekir de durdu. Sahiplendi ve savundu. Ama onun yaşı daha genç olduğu için biraz kırıldı. Ama artık o da üzülmüyor. Bir sancılı dönemi aştık açıkçası. İnsanlar kendi hayatlarını unutmuş başkalarının hayatıyla ilgileniyorlar. Kendi mutsuzluklarını unutmuşlar, başkalarının mutlulukları onları mutsuz ediyor. Kendi mutsuzluklarını, bunların nedenlerini araştırmıyorlar. Herkes kendi hayatına bakmalı. Bana bunları soran insanların hayatında bir sürü çarpıklıklar görüyorum ben.
Daha önceki kitaplarınıza da bakınca, kadınlık erkeklik mevzusu üzerine çok düşünmüşsünüz… Hakkınızda yapılan “erkeğin zekasına, kadının kalbine sahip” tanımı sizi rahatsız etmiyor mu?
Beni öyle görüyorlar, erkeğin zekası, kadının kalbi… Tabii ki erkeksi bir zeka iş hayatında çok faydalı olabilir. Kadının zekası daha kıvrımlıdır, yelpazesi daha geniştir kadının zekasının. Erkek düz mantıklıdır. Ama başarı hep erkeklerde olduğu için iş hayatında bu ifadeden pek rahatsız olmadım.