Oluşturulma Tarihi: Nisan 19, 2004 00:00
Önce çölde biraz uzandım. Kotuma kırmızı bir böcek geldi. Kalkıp zıpladım, üstümden attım.Otelin bahçesinde boş kocaman bir havuz vardı yapılan. Ve kahvatıda ‘windmills of your mind’dı piyanoda çalınan. Kalktım gittim plaja ayağımı denize soktum. Çok soğuktu, koşup kuma gömdüm. İtalyan yakışıklısı bir garson, bize höşmerim tatlısının hikayesini anlattı, asıl tatlının anlatışı olduğunu bilmeden. Dünyanın en güzel köfteli kebabını yedim bağdaş kurarak. Akşamüstü bomboş bir köyün kahvesinde tavla oynadım ve o sırada dünya dönmüyordu sanırım. Akşam şömineye sırtımı verip, lobide Show TV’ye baktım. Selçuk diye bir adam şarkı söyledi yarışmada, dayanamadım oy attım. Yattım.Ertesi sabah ben, melez oldum hiç güneş görmeden. Sol elimde bir akbaba, sağ elimde bir bavul, dünkü çöle gidip dağ tepe yürüdüm. Kum fırtınasına yakalandım sonra. Otelin lobisine döndüm bir baktım yine beyaz olmuşum. Geceyarısı bir papatya tarlasına gittim üstümde bembeyaz tüllü kıyafetim. Papatyalar kapanmıştı güneşi bekliyorlardı açmak için. Ama aralarından birkaç şaşkın, bizim kocaman ışıkları görüp güneş sanıp, açtılar. Bense onlardan şaşkın, 3’e kadar yanlarında dansettim. ***
Rüya gibi mi geldi? Rüya gibiydi zaten. Geçen Salı ve Çarşamba Kalkan’da Patara’daki klip çekimiydi anlattığım. Böyle anlaşılmaz kopuk kopuk anlatmak aklıma birşey getirdi biraz önce. Yaşadığım herşeyi aslında böyle kareler halinde hafızaya kaydettiğimi. Bütün olayları ve konuşmaları değil, beni benlik bir nedenden etkileyenleri ardarda koyup birleştiriyorum yaşarken. Ve hayatın gerçekten şarkılarda anlatıldığı gibi bir rüya olduğu çıkıyor ortaya. İşte iddia: Hayat, bir rüya gibi yaşanan şeye denir. İspatı: Yukarıda.***Annem, Şermin, ben Salı sabahı Kalkan’a gittik albümdeki akbaba şarkısının klip çekimi için. Klibin fikri ‘sensizlik’ten çöllere düşen kızımız aşkından ölmek üzeredir, bari akbabalara yem olmasındır.Klibi Murad Küçük çekti. Ve bana şunu gösterdi bir kez daha: bir işi en iyi yapan, onu en çok yapmak isteyendir. Kısıtlı bir bütçe, mütevazı şartlar, hava muhalefeti hatta kum fırtınası birşeyi güzel yapmak isteyen insan topluluğuna vız gelir tırıs gider. ***Klipten değil ama o köy hayatından anlatmak istediğim birkaç sahne var. Bir tanesi köy kahvesinde tavla. Annem ben ve klibin prodüktörü Mustafa köyün kahvesinde oturuyoruz. Biz Mustafa’yla tavla oynuyoruz. Aynı zamanda da PTT’yiz tepedeki tabelaya bakılırsa. Bir masada köyün ihtiyar dedeleri ayakları uzatmış oturuyor. Bir masada orta yaşlı İngiliz bir çift. Bir de biz. Sanki bomboş terk edilmiş bir kovboy kasabası burası. Karşımızda yıkık dökük bir açık hava barı. Şişeler geçen yazdan dizili duruyor. Sessizlik...Çıkan tek ses bizim masadan gelen zar sesi, çay karıştırma sesi, annem bakkaldan çekirdek aldı onun sesi. Bir de kahveden gelen bir müzik var ama o da resmen ruhun sesi. Radyodan gelen hışırtılı Türk Sanat Müziği. Matrix’deyken eski zaman bir bekleme odasına girdim mi desem, zaman durdu
akrep yelkovanı vurdu mu desem, ne desem bilmiyorum. Bir köy huzuru kapladı ki bizi, anlatamıyorum Orhan Veli gibi. Derken Patara köyünün meydanında iki çocuk belirdi. Biri imamın kızı, biri muhtarın. Ben hiç bu kadar küçük metrekareli bir suratta böyle hüzün görmedim. Topunu elinden birakmayan Gizem, kocaman gözlerle ve bizim masadan birkaç bisküviyle, geçti hayatımızdan. ***Diğer sahne Kalkan’a giderken yol üstünde ev yemekleri yapan ‘Kuru’nun Yeri’nde. Bizim yüzü güzel, kafasındaki kepi güzel, anlattıkları güzel İtalyan tipli yakışıklının annesinin lokantası. Bu yakışıklı orda garsonluk yapıyor, annesinin birbirinden güzel ev yemeklerini tavsiye ediyor, çok güzel de İngilizce biliyor. Masada 7 kişi, o gittikten sonra birbirimize bakıp, ne kadar güzel, ne kadar tatlı, ne kadar ...deyip durduk. İşte güzelliğin, işte neşenin, işte gözlerinin içi gülmenin kaçınılmaz zaferi. 7 kişiyi bir anda fethetmek 40 saniye! Şermin şunu sordu: Şimdi bu çocuk burda harcanıyor mu, yoksa koruma altında mı? Ben bir tatlı huzurun etkisinde ‘koruma altında’ dedim ama siz bilirsiniz.Höşmerim diye sadece orada yapılan bir tatlı varmış. Ama bitmişmiş. Bir daha beklermiş. Hikayesi de şuymuş: Eskiden kadınlar askere giden kocaları eve döneceği zaman, onu etkileyecek bir tatlının peşine düşerlermiş. Paraları olmadığından, komşudan aldıkları unla ve bahçedeki ineğin sütünün kaymağıyla bu tatlıyı 2,5 saatte yaparlarmış. Kocaları gelip de tadına bakınca da şöyle derlermiş: Hoş mu erim? Bunu dinleyince dedim ki: Bırakın klibi mlibi. Şu çocuğun ‘hoş mu erim’i anlatmasını çekelim, dönelim.O bize yeter.***Siz bir dakika durun burda, ben Patara Köyü’ne gitmek istiyorum.Çekim sırasında bize bakarken, benim ‘şuradakiler biraz uzaklaşabilirler mi?’ deyip de en uzak bir noktaya gitmelerini rica ettiğim, sonra bir adım yaklaşmadan ‘tamam biz burda dururuz ama bir yardımımız olursa
haber verin’ diyen köylülerden özür dilemek istiyorum. Gidip o köy meydanında, yerde, çalışmayan bir saat bulmak istiyorum bana hep zamanın durduğu o köy kahvesini hatırlatsın diye. Çölde donarak yürümeyi, gözlerime kum kaçmasını istiyorum. İnsan sadece limitlerine gittiğinde kendine inanıyor çünkü. O garson çocuktan höşmerim ısmarlamayı, hikayesi olan birşeyi yemeyi istiyorum. Mars olmak istiyorum.
button