Güncelleme Tarihi:
Ama altına bir not da düşmüştüm:
Belki!
(Bu eski yazı için bakınız: YALANCI
)*
Sıra henüz ‘kendimize söylediğimiz, etkili ve tehlikeli’ yalanlara gelmedi. Bu ciddi bir konu. İyice düşünmek ve zihinde toparlamak gerek. “Artık başka bir gün, başka bir yazı...” cümlesi ve hatta “Belki!” kıvırtması henüz geçerli.
Bugün konuya yandan bir girişle yetineceğim...
Yalan söyleyen biri değilimdir. Çok sıkışırsam (
J) doğruyu söylemeyebilirim ama, (bilerek) yalan söylemem. Küçükken, babamın deyimiyle ‘hayalgücüm kuvvetli’ imiş, biraz ‘palavracı’ olduğumu da söylerler, ama ‘yalancı’ diyen, hayır!*
Çocuklarımı, arkadaşlarımı ve siz okurları bezdiren (çocukluk, mektep, askerlik vb) hatıralarım vardır ya benim...
Sözlü edebiyata giren bu hatıraları (hafızasızlıktan ve sayıları az olduğundan) sık tekrarladığım için, bazen iradî bazen değil, üstünde her seferinde ufak tefek değişiklik yaparım. Yaptığımı sonradan fark ederim. Artık ortama ve dinleyiciye göre masum değişiklikler. Güzelleştirmek için...
Fakat bunlardan birini, geçenlerde yine bir bahane bulup anlatırken, hani konuşmanın ortasında birden aklınız başka tarafa gider de lafın debisi azalır, daha yavaş konuşmaya başlarsınız... Aklıma hikayeyi anlatma şevkimi kıran bir şey takıldı, içime bir şüphe düştü.
Ağzımdan çıkanı kulağım duymaya; anlattığım hikaye kendime inandırıcı gelmemeye başladı...
Yahu durun, en iyisi özetleyeyim.
Yine bir askerlik anısı. Kars’ta tabur personel subayı olarak görev yaparken, bir ara garnizon komutanının (tuğgeneral) kendine yeni bir ‘emir subayı’ aradığı haberi geldi, bu şerefli görev için Serdar’ın adı geçti, ben de özür beyan ettim. Şimdi düşünüyorum da, galiba (kendisi de hatırlamıyor maalesef) tabur komutanı Efendi Binbaşım ağzımı aramıştı, ben ‘yapamam’ deyince, onun da çok işine gelmiyordu, üstelememişti...
Ama ben, kendimi bu hikayeyi şöyle anlatırken yakaladım geçenlerde:
“Tugay Komutanı ‘Emir Subayı olarak seni düşünüyorum’ dedi. Ben de ‘Şeref duyarım ama faydalı olabilir miyim, bilmiyorum, çünkü Yenge’ye (komutanın eşine Yenge derler orduda) naylon çorap almayı becerebileceğimi sanmıyorum!..’ Ben böyle deyince, Tugay Komutanı çok bozuldu ama...”
Belki on kere, sağda solda ve inanın ‘doğru olduğuna bütün yüreğimle inanarak’ anlattığım işte bu hikayenin heyecanlı finaline doğru... içime bir kurt düştü.
Hem anlatıyorum, hem de beynim yıldırım hızıyla düşünüyor:
- Ulan Serdar, koskoca Tugay Komutanı sana böyle bir teklifte bulunacak, sen de ona “Yenge’nin naylon çorabını alamam!” diye posta koyacaksın. Yahu böyle bir şey mümkün mü? Petkan sıkar mı? Bana bak, sen bu hikayeyi yazıyor olmayasın sakın?
Hikayeyi heyecansız bitirdim. Sonra, günlerce zihnim bu meseleyle meşgul oldu: Doğru olabilir miydi anlattığım? Çünkü düne kadar - tutarsızlığına bakmaksızın - doğruluğuna yemin edebilirdim! Ama içime bir kurt düştü bir kere...
Askerliğini yapmış olanlar bilirler ki, koskoca bir garnizon komutanına bir asteğmenin böyle bir laf etmesi... yemez! Kazayla etsen zaten, adamı oyarlar!
Bu görevin bana yarım ağızla da olsa teklif edildiğini, benim de ‘Aman aman’ deyip, özür beyan ettiğimi biliyorum. Bundan eminim. Ama paşaya verdiğimi vehmettiğim bu ‘muhteşem’ cevap...
- Şimdi tartıyorum da, önünde böyle bir laf etmediğim muhakkak...
- Son derece hoşgörülü, tatlı bir insan olan Tabur Komutanı’na şakayla karışık böyle bir gerekçe sunmuş olabilir miyim?
- Yoksa akşam, asteğmen arkadaşlarla içerken mi bu gerekçeyi öne sürdüm, hani ‘Emir Subayı icabında gider ev alışverişi de yapar. Yenge’nin naylon çorabını almak bana ağır gelirdi...’ kabilinden?
- Yoksa yoksa, bu hikayeyi ileri tarihlerde, çoluk çocuğa tekrar anlatırken mi (ki bu noktadan itibaren rengi beyazdan griye doğru değişen palavraya girer artık) bu sözleri hatırama ‘monte mi ettim’ ?
Vallahi bilmiyorum!
Bildiğim şudur ki, pek çok anekdot, birden ‘şüpheli anılar’ dosyasına atılıverdi belleğimde.
Artık anlatmadan evvel ciddi şekilde ‘fizibilitesi’ni gözden geçirir oldum...
Size de tavsiye ederim, anlatmak söz konusu olmasa bile, anılarınızı bir kez daha ‘scan’ edin aklınızda, bakın ne çok ‘malicious code’ yahut ‘grayware’ yakalayacaksınız...
Not: Ve asıl vahimi, insan, eğer masum bir hatırayı bu kadar saptırabiliyor, buna kendini ‘doğruluğuna yemin edebilecek kadar’ inandırıyorsa... kimbilir ‘hayati konularda’ kendine ne yalanlar söylüyordur! Ama ... “En etkilisi ve tehlikelisi de budur, dedim ya, işte bu bahis sakat! Artık başka bir gün, başka bir yazı... BELKİ!”