Hastayım, yazı mazı yok!

Güncelleme Tarihi:

Hastayım, yazı mazı yok
Oluşturulma Tarihi: Haziran 22, 2003 00:00

‘‘Huysuz İhtiyar, rahatsız olduğu için bu haftaki yazısını yazamamıştır’’ diye yazıya başladım ve burada bitirmek niyetindeydim. Gerçekten en az 5 yerimden hastayım. Alçaklar teker teker gelmiyorlar ki... Beşi birden çullanıyorlar.Geçen sabah uyandım ama kalkamadım. Bel ve leğen kemiklerimdeki sancı yüzünden kalkmak bir yana, kımıldayamıyorum bile. Siz hiç sırtüstü dönmüş bir hamamböceği gördünüz mü? Debelenip durur ama bir türlü dönemez. İşte benim halim de böyle. Üstelik debelenmek şöyle dursun, burnumu bile kaşıyamıyorum. Kımıldayınca sancı azıyor. İşte bu durumda ne olur?.. Tabii, günde 3-4 paket sigaradan mütevellit 7.15 öksürüğü nöbetim tutar. Her köh köh edişte belime çiviyle delik delip kurşun akıtıyorlar.‘‘Durun, işkenceyi kesin!.. Hepsini itiraf edeceğim... Evet onları ben öldürdüm. Kapalıçarşı'yı ben yaktım. Komşum Osman Bey'in bahçesinden dutları ben çaldım!..’’ diye iniliyorum. Ama asıl rezillik ondan sonra başlıyor. Benim ara sıra kekeme olan bağırsaklarım öyle şiddetli öksürüğe gelemez. Öksürmenin freni yok ki durdurasın. ‘‘Köhh!.. Köhh!..’’leri becerebildiğin kadar kibarca ve sarsmadan ‘‘Üh.. Ühh..’’lere çevirmeye çabalıyorum. Sonunda başucumdaki mendili dişlerimin arasına sokup ısırıyorum. Hem öksürüğe hem bel ağrısına az da olsa faydası oluyor. Ama bağırsaklarımdaki trafiğe mendil kár etmiyor. Adamlar yola çıkmış bir kere... Altımdaki ortopedik İngiltere'den ithal yatağa ödediğim milyonlar aklıma geliyor. Can havli ve para havliyle sağ omzumun üstüne dönüyorum. Yine iniltiler arasında devrilip kendimi dört ayak üstü yere bırakıyorum. Allah'tan yatağın hep kenarında yatarım. Böylece ağzımda mendil, inleye emekleye tuvalete doğru yola çıkıyorum. Sancıdan doğrulamadığım için yatak odasının kapısını bir banka kasasını açar gibi ustalıkla açıyorum ve koridora çıkıyorum. Hay çıkmaz olaydım, Elif'le burun buruna geldim. Aslında burun dize geldim. Elif, 20 yıldır benim çerimi, çöpümü, döküntümü temizleyip paklayan, evimizi yaşanır hale getiren bir emekçidir. Babasız kalmış 3 evladını dişiyle tırnağıyla büyütmüş, okutmuş ve adam etmiştir. Bizim aileden biridir yani. Benim zıpırlık ve tuhaflıklarıma şerbetlidir. Ama bu kez gerçekten şaşırdı. Ben de Elif'e ilk kez aşağıdan yukarıya doğru bakıyordum. Meğerse bizim Elif Bacı amma heybetli bir kadınmış.‘‘Ne oldu aabey, yere bir şey mi düşürdün?’’‘‘Daha değil, ama düşürmek üzereyim. Sen sorgu-suali bırak. Kenefe koş ışıklarını yak, kapısını da açık bırak. Sonra da gidip kendini mutfağa kilitle!..’’ derken tuttu beni bir gülme ki öksürükten tehlikeli!..Yazı, hastane tabelasına dönmesin diye bilek şişmelerimi, gutlarımı, çarpıntılarımı, mide asitlerimi, Vagatonomi filan anlatmayacağım. Bu yaştan sonra da kızamık geçirip kabakulak olacak halim yok ya... Bu yaş dedim de aklıma geldi; bu yaş hangi yaş?Siz bu yazıyı okurken ben yetmişe iki hapşırık kalmış olacağım. Yani bugün benim yaş günüm. Sanıyorum Çetin Altan'ın da yaşgünü. Bütün antikalar bugün mü doğuyor nedir?Adama yaşgününde 68'e girdin diyorlar. Devlet bile kafakağıdıma bakıp 68'e girdin diyor. Ama kimse benim fikrimi sormuyor. ‘‘Girmek ister misiniz, ya da hangi yaşa girmek istersiniz?’’ gibisinden insana nezaketen sorarlar be!.. Belki 30 belki de 90 yaşıma girmek istiyorum.Benim karikatür okurlarımın büyük çoğunluğu nedense hep erkekti. Biz hep erkek erkeğe ve sap sapa muhabbet kurardık. Altmışından sonra bu Huysuz İhtiyar yazılarına başlayınca okurlarımın cinsiyeti değişti.‘‘Size bayılıyoruz... Ah ne güzel yazıyorsunuz... Kadınların duygularını sizin gibi anlayan yok...’’ gibisinden baş döndürücü iltifatlar mı istersiniz? Yoksa sokak ortasında Tarkan gibi çevrilip şapır şupur öpülmekler mi? Beğen beğendiğini... Üstelik bu hanımların yaşı kaç olursa olsun hepsi de bir içim su... Önceleri hoşuma sonra ağırıma gitmeye başladı... Demek ki beni dişleri dökülmüş bir çomar gibi ısırmaktan aciz ve tehlikeli barajını aşmış bir erkek yerine koyuyorlardı ki, dedelerini mıncıklar gibi oramı buramı burup mıncıklayıp gönül rahatlığıyla öpüyorlardı. Ben de hem kadere hem bu fıstık hanımlara isyan edip ‘‘20 yıl, 30 yıl önce nerelerdeydiniz be!..’’ diye naralar atmaya başladım.* * *Dün gece baston yardımıyla Eczacıbaşı'nın eğitim ve kültür hayrına yaptığı müzayedeye katılmak zorunda kaldım. Satılacak olan eserler biz karikatürcülerin seramikten heykelleriydi. Yarım trilyona yakın para toplanınca küçük, büyük bilumum dillerimi yuttum. Bence müzayedeyi yöneten Rafi Portakal, Selahattin Beyazıt'ı ve İnan Kıraç'ı batırdı. O yaştan sonra memuriyet, yöneticilik filan gibi bir iş aramaya başlarlarsa şaşmam. Rafi, öyle şeytan tüylü bir delikanlı ki, üçer beşer milyar arttırıyor, sonra da adamın gözüne bakıp,‘‘Bu size yakıştı, diil mi Selahattin Bey, yoksa bunu bir Fenerli'ye mi kaptırmak istersiniz?’’ diye soruyor. Selahattin Beyazıt da GS'nin eski başkanı... Gaza gelip de 5 milyar daha arttırmamak mümkün değil. Bu delikanlı adamın azı dişinin dolgusunu müzayedeye çıkarır da dolguyu bir Mersedes fiyatına yine sahibine satar. Dayanamayıp,‘‘Allah rızası için bir gün beni de sat Rafi!.. Belki üç beş kuruş ederim ve parayı kırışırız’’ dedim.* * *Anlatmak istediğim, Rafi'nin hüneri değildi. Ama sarhoş kafayla lafın ucunu zaptedemedim. Sarhoşluk vallahi içkiden değil. Avuçla ağrı kesici ilaç alınca adam zurna gibi oluyor. Bir büyük kaç para eder?..İşte, dün gece ortamın en güzel yaşında servi endamlı bir hanım beni yine mıncıkladı. Ben de ünlü,‘‘20 yıl önce nerelerdeydin?’’ naramı salladım. Hanım,‘‘Şikáyetçi misin?’’ diye sordu.‘‘Tabii, şikáyetim şekvam var! İnsan 20 yıl rötar yapar mı?’’Kuğu boyunlu hanım, bebesini azarlayan bir anne gibi parmağını burnuma doğru salladı.‘‘Şikáyet etme şükret, bunu da bulamayanlar var!’’ Aldı mı beni depremsel bir gülme... Bir ara yağmur yağıyor sanıp gözlüğümü sildim. Meğer gülmekten gözlerim yaşarmış.* * *Zaten bu hafta Mevlam bana ‘‘Gül ya kulum!’’ demiş. Ben de ağzımı bir tür toplayamıyorum.Televizyonda haberleri izliyorum. Sıcaklarla birlikte Antep'te damdan düşmeler de başlamış. Antep dediğin kentin yarısı Paris, yarısı Şam... İnsanlar bin yıllardır Güneydoğu'da gecenin o cehennem sıcağına katlanamaz damda yatarlar. Çok da iyi ederler. Ama bin yıllardır niye patır patır düşerler anlayan beri gelsin. Ekranda oflayan, feryat eden dam kurbanlarını gördükçe hem içim acır, hem bir gülme tuttururum. Evin ağası son model otomatik Honda kullanır. Kıç cebinde telefonu da vardır. Evdeki çamaşır, bulaşık makineleri zaten tam otomatik ve elektronik beyinlidir. Ama evinin damına bin yıllardır korkuluk yapmaz. Niye yapmaz, hikmetinden sual olunmaz.Ama en tehlikeli gülmeyi Başbakan'ımızın Malezya gezisinde yaşadım. Sayın Başbakan'ımızın Allah'ın sıcağında yorganlara sarınarak dolaşan sayın eşi duygulu, rikkatli, merhametli bir hanım olduğu için kimsesiz yavrular yurdunu da ziyaret etmiş. Dinci kanallarda izliyorum, bebeleri kucağına alıp öpüyor. Sonra da onlara ‘‘Hav ar yu?’’ diyor. Nasılsın diye İngilizce sorduğu bebe bir-iki yaşında. Bırak İngilizce'yi daha kendi dili olan Malezyaca'yı bile konuşamıyor. Bu arada TV anlatıcısı da Sayın Erdoğanlar'ın İngilizce'yi ilerlettiğini duyuruyor. İnsan bir buçuk yaşındaki Malezyalı çocukla niye İngilizce konuşmaya çabalar acaba?İşte o gülme krizi sırasındaa.... Neyse gerisini anlatmayayım.Uzun sözün kısası hastalık nedeniyle bu hafta dükkánımız kapalıdır. Yazı mazı yok, kusura bakmayın.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!