Güncelleme Tarihi:
Mesela bugün katarakt ameliyatı olsam, başıma neler geleceğini, iyileşme sürecinde neler yaşayacağımı biliyorum gerçekten.
Mesela ‘yediklerinizin tadı asla eskisi gibi olmayacak’ diye şikayet ediyor. Birazı meyvelerin, sebzelerin, etlerin hormonlanmasından, yani tadının kaçmasından; ama çoğu ağızdaki köprülerden, takma dişlerden, meyveyi, yemişi kütür kütür yiyemediğinden, eti rahat kesemediğinden… yaşlılıktan!
Kaporta-motör durumları yani!
Babamla yarışamam tabii ama, aynı dert benim de başımda.
“Yaşlanıyorum diye ağlamanın bir anlamı yok, güzel yaşlanmayı bilmek önemli. Ama yine de yaşlanmak tuhaf bir şey…” diyecek oldum, piyarcı bir hanım arkadaşım (çatlaklardan biri daha) kızdı:
- Pablik (!) önündeki insanların yaşlanmaya hakkı yoktur, dedi. Yaşından, yaşlılıktan, hastalıktan bahsetme yazılarında!
Zart!
Demek ki artiz-şarkıcı takımının da bunlar böyle kanına giriyorlar. Yılbaşı gecesi, teknolojinin bütün ‘kamuflaj’ imkanlarından yararlanmasına rağmen (Avrupa Yakası’ndaki götüntülerine bakarak ‘Galiba bütün kameralara yumuşatıcı filtre takılmış. Yüzünün ifadesi belli belirsizdi. Bir de sis bombası verilince sahneye…’ diyordu Aykut Işıklar. Akşam, 3 ocak) Ajda Pekkan bende ‘Michael Jackson sendromu’ yarattı: karşımda bir insan değil, bir android varmış hissine kapıldım. (Sahi, Michael Jackson’ın ‘Zombi’ diye bir klibi vardı değil mi?)
Ajda Pekkan (Jackson gibi) ‘yaşlanmadan öleceğim’ diye ‘yaratık’ haline geldi.
Ve artık ‘geri dönülmez’ bir noktada. Nasıl ‘tamam bundan sonra ben yaşıtlarım gibi olacağım, yaşlı güzel bir kadın…’ diyebilir ki? Gençlikten yaşlılığa ‘yavaş geçiş’ için artık çok geç… Müebbed estetik’e mahkum etti kendini.
Nükhet Duru’nun herkesten farklı güzel yüzü, hafif kemerli burnunu ameliyat ettirince, belki de yüzüne botoks neyin yaptırınca, ifadesizleşti.
Emel Sayın’ın sarkan dudağı Allah’tan yüzüne bir hoşluk katıyor…
Demek ki piyarcıların dolduruşuna geliyorlarmış ‘ünlüler’…
Bana da ‘pablik önünde yaşayan ünlü’ muamelesi yapınca çok güldüm.
*
Yaşlanmak ciddi hastalıklardan, sıkıntılardan ziyade, ufak tefek arıza ve tatların, kokuların, renklerin kaybolması demek.
Babam gibi, herkesin hayat tecrübelerini bir sonraki nesle aktarması şart. Hem yaşayacaklarınıza hazırlıklı ve dolayısıyla dayanıklı olacaksınız böylece (niye bazı şeyleri her nesil, her birey tekrar tekrar yaşasın, değil mi? Acı tecrübelerden, tatsızlıklardan, hatalardan kurtulmak; önlenebilir şeyleri önlemek varken) hem de...
Hem de’si bu işte…
Eğer her nesil tecrübelerini üstüne koyup bir sonrakine aktarmasaydı, bugün hâlâ Etiyopya’nın Rift vadisinde, Lucy teyzenin torunlarıyla meyve topluyor olacaktık.
Diyeceğim şudur ki, Hakkucum muydu, Rızacum mu, ‘Hasılı, kolera dediğin çok … bir hastalığıdır’ dediği gibi, yaşlanmak boktan bir şeydir arkadaşlar.
Bakmayın siz benim çatlak piyarcıya. Ağzımdaki implanttan şikayet ettim diye beni okumayacak okuru koyuver gitsin!
Ahmet nereden bilecek? Daha genç o, dişleri sağlam…
Ahmet (Erkmen) benim çocukluk arkadaşım. Çok özlediğimi sık sık söylediğim ‘amcalarımdan’ Depdep Amcam’ın (Nur içinde yatsın, gazeteci, fotoğraf ustası Müeddep Erkmen’in) oğlu. Epeydir dişlerim ona emanet, içim rahat, ben rahat. Ahmet muayenehanesini (ulan ne zor bir laf be bu, müteahhit gibi) açana kadar çok diş doktoru gördüğüm için bilirim, çok da iyi, titiz (bana biraz torpil de yapıyordur) bir doktor. Hani insana olacakları sabırla anlatan, hastasına bilgi veren doktorlardan.
Ama ağzında implant yoksa ne bilecek… Tatmadım, bilemem ki, hesabı.
Alın size ‘yaşlanmak bir takım tatların ölmesidir’e bir örnek.
İmplant, takma dişin bir vidayla çene kemiğine tutturulması demek. Yani bedeninizle organik bir bütünlüğü olmayan, ağzınızdaki bir yabancı madde. Haa, çok rahat ediyorsun, çok sağlam vesaire, vesaire… Ama sanki ağzında bir odun var. O dişle çiğnediğin her şey… kağıt tadında. Dişini fırçalarken iki ‘canlı’ dişin arasında bir yabancı cisim, sanki yer döşemesini fırçalıyorsun. (Ahmet boşuna ‘implant en son çare, kendi dişlerini kurtarabildiğimiz kadar kurtaralım’ demiyormuş…)
Al sana beş duyudan birinin dumuru. Al sana bir takım lezzetlerin ölümü. Zaten bir can eriğini kütür kütür ısırmayalı yıllar oldu…
Yaşlılık bok bir şeydir arkadaşlar, demem bundandır.
Tamam, yaşın kaç daha dur bakalım, diyeceksiniz. Ama yaşlılık bir süreçtir, bir yerden başlayacak. Başladı. Epeydir…
Tamam, Fransızlar’ın ‘Yaşlanmak üzücü, ama uzun yaşamanın tek yolu bu’ lafı çok güzel. Ama bilelim öğrenelim…
Bizim Hürriyet Medya Tavırz’ın kuaförü (biz ona berber derdik böyle döt bir millet olmadan evvel) Muammer her seferinde gülüyor:
- Ulan Muammer, diyorum (benden çok genç haliyle) senin işin kılla tüyle, bana izah etsene, neden erkekler yaşlanırken olması gereken yerdeki tüyler dökülür de, istenmedik yerlerde kıllar fışkırır? Tepemiz giderek kelleşiyor, kulağımızdan, burnumuzdan, kaşımızdan kıllar fışkırıyor!..
(Bir diğer amcam, Oğuz Akkan ‘Tabiatta hiçbir şey yok olmaz, hiçbir şey yoktan var olmaz’ derdi bu konuda…)
Merdiven çıkarsın, dizin tutmaz. Canın şöyle kanlı bir bonfile çeker, Dr.Ömer Ayata izin vermez. Hart diye elmayı kütürdetemezsin, dişlerin el vermez. Eczanelerde ‘Tek Viagra’ satışı başlamış ama taşıma suyla değirmen dönmez…
Böyle çok örnek verebilirim ey yükselen yeni nesil size de, imıcmeykırım kızıyor yoksa…