Ersin KALKAN
Oluşturulma Tarihi: Nisan 27, 2008 00:00
Çoban Ahmet adını Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı’na karşı gösteriler sırasında duyurdu. Bir anda yerel bir çevre kahramanına dönüştü.
Turistler, hatta baraj projesine kredi vermeye hazırlanan ülke ve banka temsilcileri ondan çok etkilendi. Sonra Çoban Ahmet birden fikir değiştirdi. Baraj gerekliydi! Peki bu saf değiştirme nasıl olmuştu?
Ahmet Akdeniz’in dedesi de, babası da çobanmış. 1967’de Hasankeyf’te doğmuş, ilk ve ortaokulu Batman’da tamamlamış, liseyi dışardan bitirmiş. "Ayaklarımın üstüne bastığım andan itibaren bana birkaç kuzu emanet edildiğini hatırlıyorum" diyor. Hasankeyf’in vadilerindeki en küçük çalıyı, çiçeği tanıyor. Ayrıca eline ne geçerse okumuş. Bu yüzden Hasankeyf’in 6 bin yıllık geçmişi hakkında teferruatlı bilgiye sahip. Hayvan otlatmaya giderken heybesinde mutlaka kitap, gazete, radyo var. Türkçe, Kürtçe, Arapça biliyor. İngilizce’yi de turistlerle hasbıhal ederek sökmüş. Yerel rehberlik bile yapıyor.
Ama Çoban Ahmet, adını Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı’na karşı gösteriler esnasında duyurdu. Kalabalıkların önünde "Sular şehrimizle birlikte medeniyetimizi de yıkacak. Baraj geçmişimizi de, bizi de yutacak" diyerek şöhret oldu. Basın açıklaması yapıyor, yabancıların karşısında İngilizce nutuk atıyordu. Onu öylece, arkasında sürüsü, elinde çoban asasıyla konuşurken gören turistler Hz. İsa ile karşılaşmış gibi büyüleniyordu. Bergama’da Hopdediks vardı, Güneydoğu’da Çoban Ahmet.
YABANCILARI ETKİLEDİ
Baraj için kredi verecek ülkelerin temsilcileri de Çoban Ahmet’ten etkilendi. 2005’te Ilısu Barajı’nın finansörleri Avusturya, İsviçre ve Almanya’dan gelen heyetin başındaki parlamenter, "Bu çobanın şahsında Hasankeyf’te pastoral bir şiirle karşılaştık. Destek vermemiz gittikçe zorlaşıyor" dedi. Birkaç arkadaşıyla birlikte "Hasankeyf’i Yaşatalım" adında bir dergi çıkarmaya başlamıştı Çoban Ahmet. Finansmanını Batmanlı işadamları ve ATO Başkanı Sinan Aygün’ün karşıladığı dergi kısa zamanda etki yarattı. Çoban’ın namı memleket sınırlarını aşıp Avrupa’lara, Amerika’lara ulaştı.
Sonra ansızın durum değişti. Çoban Ahmet eskiden söylediklerinin tam tersini savunmaya başladı. Sanki kafasına saksı düşmüştü. "Baraj iyidir, bizi kurtaracaktır," diyordu durmadan. Ona "satılmış" diyen de çıktı, "vatan haini" diyen de. O pek aldırış etmiyordu. Bu sefer Hasankeyf’i Yaşatma Derneği’ni kurdu, bir süre sonra da birkaç aylığına bölgeden ayrıldı. Çünkü Bakanlık, 2005’te Ilısu Barajı’na finansman sağlayacak ülke ve şirketleri ikna etmek için yerel yöneticilerin ağırlıkta olduğu bir heyeti Avrupa’ya göndermişti. Dönemin AKP Mardin Milletvekili Beşir Hamidi, Ilısu Köyü Muhtarı Mehmet Çelik, eski Dargeçit Belediye Başkanı Tevfik Vunay ve Hasankeyf’i Yaşatma Derneği Başkanı Çoban Ahmet’ten oluşan heyet kredi desteğinin sağlanması için Avrupa’da lobi yapmak üzere yola çıktı.
ÜLKESİNİ ANLATIYOR
Avusturya’nın başkenti Viyana, Almanya’nın başkenti Berlin, İsviçre’nin başkenti Bern’de ve Zürih’te temaslarda bulunan heyet, Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, kredi kuruluşları, hazine ve ilgili bakanlık yetkilileriyle biraraya geldi. İlk yolculuk 25 gündü. Avusturya devlet televizyonu, Çoban Ahmet’le canlı bir söyleşi yaptı. İsviçre ve Almanya’da televizyonda yeni görüşlerini savundu. Bir İsviçre gazetesinin, "Hasankeyf’in karizmatik çobanı ülkesini Avrupa’ya anlatıyor" başlığıyla yayınladığı söyleşide Çoban Ahmet "Gelenler cenette yaşadığımızı zannediyor, oysa biz imkansızlıklar cehenneminde ömrümüzü tüketiyoruz" diyordu.
"Peki Hasankeyf sular altında kalmasa, tepede Midyat taşıyla örülmüş evlerden yeni bir kasaba kurulsa, beton yapılar yıkılıp evler ve eserler restore edilse daha güzel olmaz mı?" diyorum, "Elbette güzel olur ama burada baraj kurulmasa kim bakar ki yüzümüze. Derdimize başka çare yoktur anlamıyor musunuz?" diye pat diye yapıştırıyor cevabını.
Mağarada fotoğrafımızı çekiyor, sonra gidiyorsunuz, biz mağarada kalıyoruz
Geliyorsunuz buraya, tarihi mekanlarla birlikte bizim mağarada pineklerken resmimizi çekiyorsunuz. Sonra gidiyorsunuz. Biz mağaramızda kalıyoruz. Aslında siz gelmeden önce tam o mağaralardan kurtuluyorduk. Kendimize betondan geniş evler yapmaya başlamıştık. Siz gelince ’sit’ de geldi. Yapılaşma sınırlandı. Mesela ben, dört çocuğumla 45 metrekarelik gecekonduda oturuyorum. Yazları da biraz daha geniş olduğu için mağarada yaşıyorum. 12 yaşındaki kızımla aynı odada yatmaktan utanıyorum. Çobanlık yapıyor, mağarada beslediğim horoz ve tavukları satarak geçiniyorum.
Önceleri alışık olduğum alemin değişmemesi için direndim. Sandım ki turizm gelirse benim ve çocuklarımın hayatı değişir. Hasankeyf turizmden zenginleşir. Baraja karşı olanlar bizim için proje yapar, köyümüzü karşı sırtlara taşıyıp buradaki taş evleri restore etmek için imkan yaratır. Yıllarca bekledim ama siz geldiniz ve gittiniz sadece.
Bir gün çok kalabalık bir grup geldi. İstanbul’dan, Ankara ve İzmir’den Hasankeyf’i kurtarmak için yola çıkmışlardı. Çadırlar kurdular. Üç gün üç gece eğlendiler. Bizim çocuklar da onların getirdiği çikolata ve şekerlerden nasiplendi.
Bir gece çadırların olduğu yerdeydim. Beni tanıyan biri, "Hey Çoban, şunlara İngilizce hitap et de şaşırsınlar" diye seslendi. Sanki ben maymunum. Döndüm dedim ki: "Bak kardeşim, İngilizceyi gelenleri eğlendirmek için öğrenmedim. Rehberlik yapar, iki-üç incik boncuk satarım diye öğrendim." Bir sessizlik oldu. Neşeleri kaçmasın diye çekip, mağarama gittim.
Ertesi gün gittiklerinde belediye arkalarından beş römork dolusu çöp temizledi. Ben de oturup düşündüm: Turizmden kazanacaksınız diyorlardı, halbuki Batmanlılar ve Mardinliler gelip burda çalışıyor, büyük işler bize kalmıyordu.
Bunları düşününce karşı taraf ne diyor diye merak ettim. Baraj inşaatını yapan Nurol şirketi projelerini gösterdi. Hasankeyf, yükselen suların kıyısına, karşı tepeye taşınacaktı. Şu anda burada 226 hane var. 1000 hanelik yeni bir Hasankeyf kurulacakmış karşı tepeye, arkeoloji parkının bitişiğine. Sulardan kurtarılan önemli eserler bu parka taşınacak. Bir bölümü suların üstünde kalan saraya tekne seferleri yapılacak. Okullar, yurtlar, alışveriş merkezi, hastane... Bunları görünce saf değiştirmeye karar verdim. Ne var bunda. Vatan haini sözü de içi boş bir küfürmüş, anladım. Şu anda karşısında olduğum eski arkadaşlarıma vatan haini denildiğinde ilk ben karşı çıkıyorum. Hayat bana daha terbiyeli olmayı öğretti çünkü...