Hasan Hüsrev Hatemi

Güncelleme Tarihi:

Hasan Hüsrev Hatemi
Oluşturulma Tarihi: Aralık 18, 2005 00:00

Sadece iyi bir hekim değildir Hasan Hüsrev Hatemi. Çok okur, çok yazardır aynı zamanda. Hastaları, dostları, ailesi ve herkesle aynı ses tonunda, son derece sakin, tane tane, hiç acele etmeden, daima gülümseyerek konuşur. Mutlaka araya birkaç mısra şiir sıkıştırır. Hafızası şaşılacak tazeliktedir. 150 kadar şiirin yanı sıra 15 yıl önce muayene ettiği hastalarının isimlerini, hatta koyduğu tanıyı hatırlar. Edebiyat yeteneği ile doktorluğunun iç içe geçtiği bir yaşam süren Prof. Dr. Hüsrev Hatemi, 12 Aralık’da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden emekli oldu.

Hasan Hüsrev Hatemi ve ikizi Hüseyin Pervis Hatemi, 1938’de Kurtuluş Tramvay Caddesi’ndeki Modern Apartmanı’nda dünyaya geldi. Ailesi İran Azerbeycanı’ndan gelmişti İstanbul’a. Babası Ali Asgar ile annesi Cemile, İstanbul’da evlenmişlerdi. Nadir ve Güzin Hatemi’den sonra gelen ikizlerle büyük bir aile oldular. Babaanne Rubabe Latifi ve amca da aynı evde yaşıyordu. Renkli bir çocukluk geçirdi. Türk, Ermeni, Rum’un bir arada yaşadığı Kurtuluş’un canlı kültüründe, kalabalık aile ortamının sevgisiyle büyüdü.

Üzerinde en fazla etki yapan kişi ‘nene’ dediği, babaannesi Rubabe Latifi’ydi. 40 yaşında gelmişti İstanbul’a, kulakları işitmediği için İstanbul Türkçesini öğrenememişti. Ondan aldığı Azeri kültürünü, annesinden ve şimdiki Salı Pazarı civarında yaşayan anneannesi Hanım Bilali’den edindiği İstanbul kültürüyle harmanladı. Nenesinin, Hazreti Hüseyin ile
/images/100/0x0/55ea6774f018fbb8f87db16d
Hasan’ın katledilmesinin her yıl dönümünde 40 gün ağlayarak okuduğu aruz ağıtlar gibi anneannesinin türküleri de hafızasına kazındı. Hafızası müthişti Rubabe Hanım’ın. Bu nedenle Hatemi, şiir sevdası gibi hafıza gücünün de nenesinden geldiğini düşünür.

Kırtasiyeci olan babasının hakkını da inkar etmez. Babası Ali Asgar okumaya, özellikle şiire meraklıdır. Kitaplığındaki Şirazlı Sadi’nin Gülistan’ı, Hafız Divanı hálá oğlunun kitaplığında saklanmaktadır. Eşi de şiiri sever, özellikle halk şiirlerini. Hatemi’ye göre, ailede şiiri, folkloru sevmeyen kişi yoktur: ‘Sadece herkesin damak tadı farklıydı.’

AĞABEY BATICI İKİZLER MUHAFAZAKAR

Birbirlerine ‘Ede’ diye hitap eden ikizler, diğer çocuklara ihtiyaç duymayacak kadar iyi arkadaştı. Köroğlu, Aşık Garip, Hazreti Ali, Kan Kalesi Cengi, Kerbela Vakası, Eba Müslim gibi kitapların dünyasında yaşarlardı. Hatim indirir gibi Aşık Garip kitaplarını okurlardı.

Zevkleri, kişilikleri, 1950’lerden sonra farklılaştı. Hüsrev Hatemi’nin melankolikleşmesi, kardeşine espri konusu oldu: ‘Seninki esrarkeş zevki.’

Bu arada yıllar sonra tesadüfen Ede’nin Azerice ‘yoldaş, dadaş’ anlamına geldiğini öğrendiler. Evlerinde ve çevrelerinde hiç kullanılmayan sözcüğün yaşamlarında nasıl yer ettiğini ise hálá çözememişler.

İkizlerden Hüseyin Pervis (Hz. Muhammed’in mektubunu yırtan hükümdarla aynı adı taşıdığını öğrenince ikinci ismini mahkeme kararıyla sildirdi) daha isyancı, hakkını arayandı. Hasan Hüsrev ise uzlaşmacı, idareci. 9 yaş büyük ablaları Güzin onlara iyi bakıyordu ama 17 yaşında evlendi. 7 yaş büyük ağabey Nadir farklıydı. Batı müziği dinleyen, basketbol oynayan, dışa açık ağabey, dostlar tarafından ikizlere örnek gösterilirdi hep. Ancak ikiz Hatemilerin hayatında ağırlığı olan Nene, muhafazakárdı. Yine de çevresindekilere baskı yapmadı. Atatürk’ün tüm devrimleri ailede tartışmasız kabul görmüştü.

İNANCA ÖNEM VERİR AMA İBADET EDEMEZ

Şiir aşığı baba, annesinin eleştirilerine maruz kalacak derecede liberaldi. Hatemi, şimdi onun için, ‘İnanca önem verir, ibadeti önemsemezdi; maalesef ben de onun gibiyim’ diyor. Ancak liberal baba, ikizlerden Hüseyin’in dindarlığını eleştirmezdi. Önemli konuları konuşurken Namık Kemal ya da Tevfik Fikret üslubuyla ‘Çocuğun içinde ilahi bir duygu vardır, dokunmamak lazım’ derdi.

Hüsrev Hatemi’deki ‘ilahi duygu’ biraderinden biraz daha geç başladı: Bir hafta sonra. Nenesinin sürekli Allah ve Hz. Muhammed ile konuşur gibi yaşaması, evde herkesi etkilerdi. Söylediklerini en erken algılayan Hüseyin, sonra Hüsrev olmuştu.

Talat Paşa İlkokulu ve Şişli Ortaokulu’nun ardından, Beyoğlu Atatürk Erkek Lisesi’ne devam ettiler. İkizlerin edebiyat tutkusu, şiirleri, edebiyat öğretmeni Fikret Ateş’in dikkatinden kaçmadı. Hüseyin aruzla, Hüsrev ise serbest yazmayı tercih ediyordu. Hüsrev, Hüseyin’in şiirlerini beğeniyor buna karşılık kendi şiirlerini ‘insan içine çıkarmıyordu’. Okuldaki edebiyat matinelerinde kardeşinin şiirlerini okurdu.

SENDE KUMAŞ VAR ORYANTALİST OLURSUN

Prof. Dr. Toktamış Ateş’in annesi olan Fikret Hanım, dönemin Türkiyat Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ahmet Ateş ile evliydi. Hüseyin’i inatçı bulduğu için Hüsrev’e destek olmayı tercih etti. ‘Sende kumaş var. Çok iyi bir oryantalist olursun’ dedi ve eşiyle tanıştırdı.

Prof. Dr. Ateş’ten asistanlık teklifi alması ona büyük gurur vesilesi olacaktı. Karar vermekte güçlük çekti. Ağabeyi Nadir gibi tıp okumak istiyor ama onu taklit ettiğinin düşünülmesinden korkuyordu. Ayrıca, Edebiyat Fakültesi’ne girdiğinde hastalarla olduğu gibi çevresiyle bağlantı kuramayacak, içine dönecek, ‘tuhaf bir tip’ olacaktı.

Ali Asgar Bey’in endişeleri de onunla örtüşüyordu. ‘Şarkiyatı seçersen insan içine çıkmayan biri haline gelebilirsin. Neden ağabeyin gibi doktor olmayı düşünmüyorsun’ diyordu babası. Mezuniyete bir ay kala oğlunu çağırdı. Taklitçi durumuna düşme endişesini öğrenince ‘Nadir böyle şey düşünmez. Ben ona söylerim’ dedi. Böylece, ikizi hukuk okumayı seçerken, Hüsrev Hatemi tıbba saptı.

Karara en çok edebiyat öğretmeni üzüldü. Hatta bir bayram ziyaretinde öğrencisinin aklını çeldiğini düşünüp Hatemilerin komşusu Muammer Kemal Özergin’i azarlamaktan çekinmedi.

1956 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydoldu. Nazi zulmünden kaçan Alman bilim adamlarının disiplini hálá sürüyordu okulda. Hiç pişmanlık duymadı. İnsana hizmet mesleğiydi bu. İyi düşünmüştü. Üstelik içe dönük yapısı değişmeye başladı. Dostları arttıkça, geliştiğini hissetti. Arkadaş sayısı kardeşini bile geçti. Bunu anlatırken, ‘Ama onun hakkını arama yeteneğini, sertliğini ne egale edebildim ne de geçebildim’ diyor.

İÇKİ İÇMİYOR DİYE HAFIZ EFENDİ DENDİ

1962’de Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Uzmanlık eğitimi için kadın doğum, nöroloji ve iç hastalıkları arasında seçim yapmayı planlıyordu. Aynı yıl sınava girdi, Gureba Dahiliye Kliniği’nde asistanlığa hak kazandı. Klinik şefi Prof. Dr. Cihat Abaoğlu, sürekli muhalefet eden, yemeklerde içkiden uzak duran öğrencisine ‘Hafız Efendi’ adını takacaktı. Çok kırılan Hatemi, 8 aylık asistanken 1963’te Haseki Tedavi Kliniği’ne geçti. Bu kez karşısına klinik şefi Ord. Prof. Dr. Sedat Tavat çıktı. Tavat, hayatı boyunca Prof. Dr. Suphi Altunkal ve Prof. Dr. Celal Öker’le birlikte onu en etkileyen hocası olacaktı.

1963’de Prof. Dr. Öker, asistanını Harbiye’deki Diyabet Cemiyeti’ne götürdü. ‘Diyabetle evlen ama bunun boşanması olmasın’ dedi. Prof. Dr. Hatemi, diyabeti hiç boşamayacak, ama yanına ikinci bir eş daha alacaktı: Endokrinoloji. Nitekim, 2001 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde İç Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanlığı yaparken de, bu ikibilim dalını birleştirmek yine Hatemi’ye nasip oldu.

Cemiyette olanaksızlıklarla diyabet taraması yaptıkları günleri, şimdi gülerek hatırlıyor. Cipin arkasında gazocağı ve çamaşır leğeniyle, toz toprak yollardaki seyahatlarini. Saçları tozdan bembeyaz, gittikleri bölgelerde diyabet taraması yapmak için başlarına gelenler. ‘Tıp teknolojisi daha bu kadar gelişmemişti. Eski penisilin şişelerinde toplanan idrar örneklerini, gaz ocağının üstünde su kaynatılan leğenlere daldırırdık. Kızaranların idrarında şeker olduğunu böyle anlardık.’

Haseki Tedavi Kliniği 1967’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne bağlandı. Hatemi 1971’de doçent, 1978’de de profesör oldu. Nihayet geçtiğimiz günlerde, yaş haddinden Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden emekliliğe sevk edildi. Ancak Diyabet Cemiyeti Hastanesi ve Alman Hastanesi’nde hastalarını görmeye devam edecek.

ÇARPIŞMADAN BİR HAFTA SONRA GELEN ÖZÜR

Asıl eşiyle tanışması ise tam filmlerdeki gibi oldu. 1959’da, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nden mezun, tıp öğrencisi Sezer Göze, kazayla ona çarptı. Çarpışmayla Sezer Hanım’ı fark eden Hatemi de, bir hafta kadar sonra yanına gidip, ‘Çarptığım için özür dilerim’ dedi. Sezer Hanım, çarpanın kendisi olduğunu, özre gerek olmadığını söyledi. Ve arkadaşlıkları başladı.

Hüsrev Hatemi, 1961’e kadar Sezer Hanım’ı takip etti, Fransızca şiirler armağan etti. Nihayet, 13 Ocak 1961’de Burhanettin Toker Anfisi’nin önünde kendi deyimiyle ‘tepeden düşer gibi’ evlilik teklif etti. 7 Ağustos 1963’te de yaşamlarını birleştirdiler.

Uzun süreli nöbetler, zorlu eğitim programlarında birbirlerine destek verdiler. 42 yıl boyunca arkadaş, sırdaş, dost oldular. Aileye 1967’de şimdi sosyolog olan Zeynep Aybike, 1971’de Ali İbrahim katıldı.

Ali İbrahim, ebeveynlerinin mesleğini seçti. Gelin Dr. Gülen Altaş’ın katılması, ardından 1999’da torunları Piraye’nin doğmasıyla Hatemi Ailesi daha da genişledi.

ŞİİRLERİNDEN ROCK BESTESİ BİLE OLDU

Yaptığı işi, mesleğini, hastalarını hep sevdi Hatemi. 15 yıl önce gördüğü hastasının tüm ayrıntılarını, dosyasına bakmadan hatırlayacak kadar şaşırtıcı bir hafızaya sahip. Edebiyattan, özellikle şiirden de hiç kopmadı. Necati, Yunus Emre, Hayali, Fuzuli, Şeyh Galip, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Attila İlhan okumaktan farklı bir keyif aldı. Araştırmaktan yılmadı. Arkadaşları için o hep ‘ayaklı kütüphane’ oldu.

588 bilimsel yayın yaptı. Yazdığı, katkıda bulunduğu kitapların sayısı 15. Edebiyat dünyasına da durmadan meyve verdi. İlk şiir kitabı, 1968’de yayımlandı: Eski Kentte Bir Gece. Daha sonra 1973’te Akşam Gümrükçüleri, 1987’de Lodosçu, 1988’de Giritli Çocuk, 1990’da 68-90 Şiirleri, 1994’de Gün Akşamlıdır (Türk Yazarlar Birliği Şiir ödülü aldı), 1996’da Çengelköy’de Bir Çeng, 2000’de 1990-2000 Şiirleri, 2005’de Karakavak yayımlandı. İlk düzyazı kitabı 1988’de Hoşça Bak Zatına oldu. Bunu 10 kitap daha izledi. 1998’de Yozlaşmadan Uzlaşmak adlı kitabı Türk Yazarlar Birliği Deneme Ödülü’nü aldı. Karavak adlı CD’de kendi şiirlerini seslendirdi. Mimar Mürsel Işık ise Hatemi’nin şiirlerine rock besteler yaptığı CD’yi çıkardı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!