Güncelleme Tarihi:
Ferzan Özpetek, kendisini dünya çapında üne taşıyan Hamam filmini çektikten sonra, ünle ilgili edindiği deneyimlerden ürktüğünü saklamıyor:
‘‘Bir dükkana giriyorum, kasadaki kadın filmimi ne kadar beğendiğini söylüyor. Akşam evde Amerika'dan gelmiş bir faks buluyorum, dünyanın öbür ucundan yazan biri, bana ne kadar hayran olduğunu anlatıyor. Bunlara bayılıyorum. Ama sonra ben bir yeri arıyorum. Telefona çıkan kişi tanımıyor, adımı tekrar ettiriyor. O zaman da acayip sinirleniyorum. Sonra tabii kendime geliyorum. İnsanlar beni tanımak, beğenmek zorunda değil. Şimdi bir psikiyatriste gideceğim. Bu meseleyi çözmek lazım.’’
Meseleyi çözecek hikayeyi yine kendisi anlatıyor: ‘‘Eski Roma'da imparator şehre girerken, arabasının arkasında bir kişi bulunurmuş. Bütün halk imparatoru alkışlarken arkada, o kişi devamlı olarak ‘ölümü hatırla, ölümü hatırla' diye fısıldarmış. Alkışların büyüsü aklını şaşırtmasın diye. Bir gün öleceğimiz gerçeğini aklımızın bir köşesinde tutabilsek, ilişkiler, işler, dünya o kadar farklı olur ki.’’
SİNEMA DIŞINDAKİ ZENGİN HAYAT
Ferzan Özpetek, Roma’da sebze halinin yakınında küçük bir mahallede oturuyor. Her sabah köpeğini dolaştırmak için çıktığında köşedeki markete uğrayıp gazete alıyor. Markette çalışan ve gelen müşterilere takılmadan duramayan şamatacı iki kadın, Ferzan'la ilgili bütün gazete haberlerinin kupürlerini kesip saklayan babacan mahalle kasabı, haftanın üç dört günü bütün sakinlerin buluştuğu mahalle pizzacısı, dükkanlarını Ferzan'ın film afişleri ile donatan esnaf. Bütün bunlar sinema dışındaki hayatının asla kaybetmek istemediği renkleri:
‘‘Bir süre önce hayatıma biri girdi. Beni bu hayatın dışına çıkardı. Onunla birlikte her zaman dinlediğim müziklerin yerini başka müzikler, her zaman görüştüğüm insanların yerini başka insanlar aldı. Yıllardır kurduğum dengeleri bozuverdi. Şimdi o ilişki bitti. Ve ben çok eski dostlarla yeniden tanışıyor gibi hissediyorum kendimi. Tuhaf bir duygu. Ama kesin olarak bildiğim bir şey var. Onları kaybetmek istemiyorum. Üçüncü filmimin konusu mahallem olacak. Harem Suare beni aşan büyük büyük bir projeydi, bayağı yordu. Bundan sonraki filmlerimi çekerken yıpranmak değil, eğlenmek istiyorum.’’
KUŞLARA ÖZGÜRLÜK
Ferzan Özpetek babasının tüm muhalefetine rağmen, 17 yaşında İtalya'ya sinema okumaya gitti. Çocukluğundan beri istediğinin bu olduğunu biliyordu, lise yıllığında ondan geleceğin sinemacısı diye sözediliyordu. Her zaman sanatın detay olduğunu düşündü. Bu yüzden küçük bir çocukken bile, doğup büyüdüğü Kalamış'ı usta yazarlara yakışacak bir dikkatle gözlemledi: ‘‘Altıyol'da bir kuşçu vardı. Ben onun başının belasıydım. Sağdan soldan para toplayıp kuş alır, gökyüzüne salardım. Dolmuş'a biner Kalamış'tan Kadıköy'e gelirdim. Orada küçük bir Rum bakkalı vardı, çok güzel beyaz peynir bulundururdu. Oradan peynir alır, geri dönerdim. Bindiğim dolmuşların şoförleri, hatta yolcuları bile tanıdıktı.’’
Anneannesi Selma Hanım, çocukluğunun unutamadığı figürlerinden en önemlisi: ‘‘İki paşa ile evlenmiş, zamanına göre çok ileri bir kadındı. Evdeki hizmetçileri el çırparak çağırırdı, elleri leke olmasın diye sigarayı ağızlıkla içerdi. Akşamları konyağı mutlaka yanıbaşında olurdu. 86 yaşına geldiğinde artık bir çok şeyi unutmaya başladı. Hizmetçileri evden kovardı, ama ertesi gün gelenin aynı kadın olduğunu anlamazdı.’’
Operaya, resme meraklı, sanatçı ruhlu anne ile kereste tüccarı baba: ‘‘Annemle babamın dünyaları çok ayrıydı. Ben her zaman kendimi anneme daha yakın hissettim. Babamla ilişkim şimdi şimdi iyi olmaya başladı. Zaten ben 14 yaşındayken boşandılar. Ama hiç ayrı oturmadılar. Bugün de birlikte oturuyorlar. Bitmeyen bir şeyler var demek ki.’’
HERŞEYİ BIRAKABİLİRİM, EĞER...
Bir gün kendi filmini çekebilmek için İtalya'da yıllarca yönetmen asistanlığı yapan, ekonomik sıkıntıları göğüsleyen ve sonunda çok az yönetmene nasip olacak bir kariyer çizgisiyle ilk filminde dikkatleri üzerine çeken Ferzan Özpetek, 40 yaşında kariyeri de dahil herşeyi sorguluyor: ‘‘Hep duyardım, 40 yaş ikinci kez doğmak gibi birşeymiş hakikaten. Beni hayatım boyunca ayakta tutacak, harika dostlarım var. Film çekmeyi seviyorum. Şimdi istediğim şey ömür boyu sürecek bir aşk. Bir yönetmen olarak bir sürü yatak ilişkisi fırsatım oluyor. Ama bu ilişkilerden çok sıkıldım. Diyorum ki, bir kişi ile ilişkim olsun, kendimi ona ait hissedeyim. Dünyanın her yerini dolaşayım, karşıma çok cazip insanlar çıksa da onlara bakmayayım. Eğer böyle bir birşey olursa, herşeyi bırakıp onunla Büyükada'ya yerleşebilirim. Geçenlerde bir psikiyatr çiftle tanıştım. Sarmaş dolaş film izliyorlardı, bıcır bıcır bir halleri vardı. 50 yıldır evli olduklarını öğrendim. Başladım ağlamaya. İnsanın hayatında kaç kadın veya adam olduğu önemli değil. O insanda kaç hayat olduğu önemli. Onlar 50 yıl birbirlerini sürüklemeyi becermişler işte. Demek ki olabiliyor.’’